Sığınmacı portföyümüzde bir tek Ruandalılar eksikti. Önceki gün Ruanda ile yapılan turizm ve iş birliği anlaşması ile onlar da sığınmacı portföyümüzün müstakbel adayı oldular. Bilindiği gibi, İngiltere hükümeti bir süre önce ülkesine gelen sığınmacıları Ruanda’ya gönderme kararı almıştı. Ruanda hükümeti kara kara düşünürken, yerli ve milli iktidarımız duruma vaziyet ederek turist ve turizm adı altında bu kaçkınlara kapıyı açtı.

Hatırlanacağı üzere, Binali Yıldırım, "Biz olmasak bütün bu mülteciler Avrupa’yı istila edecekti, biz bu sorunu burada tutarak sönümlüyoruz" demişti. Türkçesi, Avrupa’yı korumak için Türkiye’yi feda ettiklerini söylemişti. Sığınmacı istilasının sorun olduğunu kabul edip onları buraya doldurmak, Batı’nın güvenliğini Türkiye’nin önüne almaktır. Yoksa, dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Ruanda’dan hangi turizm geliri beklenebilir?

İktidar, Arap Bahar’ından beri çok büyük politik hatalar yaptı ve hala yapıyor. Sonuçları bile bile Türkiye’nin demografik yapısı değiştiriliyor. Sadece Türkiye’nin de değil, bütün bir Ortadoğu’nun örgütleri, ideolojileri, militanları, hastalıkları, kaçkınları Türkiye’ye taşınarak tüm bölgenin nüfus yapısı bozuluyor.

Bilindiği gibi, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG, 11 Haziran’da ABD’nin himayesinde yerel seçimlere hazırlanıyor. Bu, Suriye’nin bir parçasının kopması demek. Bütün bunlar, demografik yapı ile oynamaların bir sonucu. Önce Türkiye’nin de yanlış siyaseti ile bölgenin demografik yapısı değiştirildi.

PKK tabanı küçültüleceğine, Araplar Türkiye’ye taşınarak nüfus yapısı PKK yandaşları lehine değiştirildi. PKK, seçimi alacağı tablonun oluştuğunu görünce beklediği anın geldiğini düşünerek seçim kararı aldı. Bölgeyi Arapsızlaştırarak PKK’nın önünü açanlar, şimdi her zaman başvurdukları retoriğe başvurarak "Terör devletine müsaade etmeyeceğiz" diyorlar. İzin verseniz ne olur, vermeseniz ne olur, Türkiye’den izin isteyen mi var?

Hala bu tip söylemlerle durumu idare edeceklerini sanıyorlar. Gelinen noktanın sorumlusu, ona Arapsızlaştırılmış bir coğrafya sunanlardır. Gösterilen tepkilerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Bu politika artık din kardeşliği veya dinin hükümleri ile de izah edilemez.

Dinimiz, Avrupalıların keyfi bozulmasın diye sığınmacıları alıkoyun mu diyor? Yahut PKK rahat devlet kursun diye karşıtı Arapları Türkiye’ye taşıyın mı diyor? Bu, din, iman veya insanlık meselesi değil, bu, ülkeyi yönetenlerin Batı’ya yaslanarak kendi iktidarlarını ülkeyi ateşe atma pahasına sürdürme çabasıdır. Böyle bir oluşumdan gerçekten rahatsız olanların yapacağı ilk iş, Batı ile yapılan Geri Kabul Anlaşmasını derhal iptal etmek, PKK’nın hakimiyet kurduğu bölgelerden gelen sığınmacıları kendi topraklarına geri göndermektir.

Bu konuda muhalefetin de gerekli duyarlığı gösterdiğini söylemek mümkün değil. Şikâyet etmek yerine geri kabul anlaşmasının iptali için çaba sarf etmek gerekir.

Böyle giderse, Türkiye bir kabileler meşherine dönüşür. Bunun sonu da kaos, anarşi ve kamu düzeninin temelinden sarsılmasıdır. Hızla oraya doğru gidiyoruz. Zira millet olamamış veya millet şemsiyesi altına girememiş toplulukları çatıştırmak kolaydır.