Hukuk felsefesinde anlatılan birden çok teoriden birine göre doğuştan varolan vicdanı, insanın beynini rahat bırakmaz. İnsan bir suç işlemişse bunu sonsuza kadar inkâr etmeyi sürdüremez. Eninde sonunda vicdanının sesine teslim olur. O ülkedeki adalet sistemi suçun arkasındaki nedenleri, saikleri dikkate alsa bile cari yasaya göre cezayı verir ve uygular.
Doğru ile yalanın, gerçek ile sanılanın adeta yer değiştirdiği bir zamana geçen ülkemizde bunu da tersine çevirmeyi başardık. İnsanlar ahlaktan sonra sanki vicdanlarını da kaybettiler. Öyle ki; suçsuz olanları suçlu gibi göstermeyi ve tutuklamayı, suçlu olanları ise ya soruşturma hileleri veya adam kayırmalarıyla olmazsa da zaman aşımından salıvermeyi başardık. Çünkü bu ülkenin cari siyaset dolayısıyla hükumet etme anlayışında aranan şey suç ve suçlu değil.
Modern ceza hukuku yaklaşımı, cezayı vermeden önce suçun, suçlu tarafından işlenip işlenmediği tespitini yapar sonrasında hangi güdülerle işlendiğine bakar. Buna göre cezanın en alt limitle en üst limit arasında nerede yer alacağını yani miktarını belirler. Buna cezanın şahsileştirilmesi denir. Bizde son yıllarda durum tamamen farklılaştı. Suç işlendiğinde suçlunun arkasında kim olduğuna bakıyoruz. Eğer suçlunun arkasında olanlar bizdense suçluyu kurtarmanın yollarını arıyoruz. Eğer suçun ve suçlunun arkasında olanlar bizden değilse o zaman suçlu cezasını çekiyor.
Ülke hukuk devletinden uzaklaştıkça battığının farkında olmayan bir toplum olduk. En açık ispat vesikaları en gerçek kanıtlar bile işe yaramazsa suç olgusu nasıl çıkacak ortaya? Düşünsenize; Yolsuzluğa dair belge çıkarsa sahte, tape çıkarsa montaj, dava açılırsa kumpas! Bunun adaleti yok eden ve herkesi korkunç bir sona götüren bir anlayış olduğunu neden kimse düşünmez? Rüşvet alanın değil, rüşveti ortaya çıkaran siyasetçinin istifaya çağrıldığı, yolsuzluk yapanın değil, yolsuzluğu tespit eden polislerin hapsedildiği ülkede adalet duygusu kalır mı? Toplum tümüyle adalete olan inancını kaybederse o devlet ayakta durabilir mi?
Ayan beyan ortadaki yolsuzluğa, hırsızlığa niye kimse ses etmez? Akıl alacak gibi değil. Bırakın yasaları bir yana en alt düzeyde eğitimli vasat akıl sahipleri, düne kadar başkalarının verdiği bursla okuyan çocuklar milyon dolarlık para transferlerini yapar hale nasıl geldiler? Diye sormaz mı? Fakirin oyuyla oturdukları makamları mal mülk edinme yerine döndürenlere niye hiç bir şey demezler? Yetim hakkını yemeyi siyasi meslek edinenlerin niçin yüzü hiç kızarmaz? Ahlaktan sonra vicdanlarını da kaybedenler neden din iman söylemiyle fukara halkı aldatırlar, sömürürler halâ?
Ahlak bitik, vicdan da kalmadıysa eğer toplumsal yaşamı huzur ve güvenlik içerisinde tutacak ölçü ne? Kamu düzenini sağlayacak zemin neyin üstüne oturacak? Hukuk, hukuk, hukuk. Ama hukuk da rafa kaldırıldı ülkemizde. Peki neye göre yaşayacak bu ülke? Bir kişinin akşamdan sabaha değişen sözlerine, sürekli aldanan, aldatılan aklına göre mi? Devletin dini olan adaleti yok edersen ortada devlet kalmaz.