Türk Birliği ülküsünün temeli günümüzden 150 yıl kadar önce Kırımlı ünlü Türkçü İsmail Gaspıralı tarafından “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” denilerek atılmış, bu fikrin uygulama yöntemi de 90 yıl önce “Kültürel, Ekonomik ve Siyasal Birliktelikler” kurulması yoluyla gerçekleştirilebileceği Yüce Atatürk tarafından belirlenmişti. Hem ideolojik temel hem de uygulama yöntemi belirlendiğine göre bu dönem Türkçülerine düşen görev, bu bütünleşmeyi (Turan’ı) en kısa sürede ve en sorunsuz şekilde gerçekleştirmektir.

Dilde, Fikirde ve İşte Birlik ülküsünün en zor gerçekleştirilecek olanı işte birlik’tir. Atılacak her adımda müesses nizamdan bir parça koparılırken, eskisinden daha iyi ve dünyanın her köşesinde yaşayan Türklerin özgürlük, hukuk ve refahına hizmet etmek gibi bir zorunluluk bulunmaktadır. Diğer yandan Vahapzade’nin ünlü piyesinde çok haklı olarak dikkat çektiği kılıç, da özümüzü kesmemelidir. Bu nedenle aynı aile içinde kültürel birlik kurmak göreli olarak kolay iken, işte birlik olmak meşakkatli ve çetindir.

Anadolu’yu yurt edinmemizden bu yana geçen sürede özlemini çektiğimiz Türk Dünyasının bütünleşmesi ülküsünü gerçekleştirme fırsatı Tanrının bir lütfu olarak bizim dönemize verildi. Bu adımların en somutlarından biri olarak 2011 yılından bu yanan değişik adlarla devlet ve hükümet başkanları seviyesinde toplanan Türk Devletler Teşkilatı (TDT) Türk Birliği ülküsünü gerçekleştirmek üzere bir heyecan yaratmıştı. Ancak gerçekleştirilen 12 toplantının ardından sokaktaki insanın hayatına dokunan ve bütünleşmeyi hayata geçirecek somut bir gelişme görülmedi. Örneğin TDT’nin resmi web sayfasında genel ilke olarak; “TDT, Üye ve Gözlemci ülkelerinin birbirleriyle ve dünya ile olan ekonomik entegrasyonuna büyük önem atfetmektedir. İlişkilerin özünün karşılıklı yarar esasına dayanan ekonomik işbirliğinde yattığı düşünülmektedir. Bu bağlamda, “Ekonomik İşbirliği” temasıyla 2011 yılında Almatı'da gerçekleştirilen ilk TDT Zirvesi,  ekonomik işbirliği konusuna verilen önemin somut bir göstergesi olmuştur” denilerek bir dizi temenni sıralandı. Her toplantıda temenniler sıralanmaya devam ediyor.  

Toplantılarda birlik ülküsü (ideal) ortaya konulurken, uzun yolu kısaltacak ve olmayan zamanı yaratacak bir önlemden bahsedilmiyor. Oysa, atılan adımda bir yanlış veya zaman israfına yol açacak bir faaliyete Türklerin tahammülü yoktur.

2022 sonu itibarıyla Türk Devletler Teşkilatına üye ülkelerde yaşayan 173,7 milyonluk nüfus, 7.951.149.550’luk dünya nüfusunun 2,19’unu, 1,5 trilyon dolarlık milli geliri 101 trilyonluk dünya milli gelirinin % 1,5’ini oluşturmaktadır. Kişi başına düşen dünya ortalama geliri 12.647 Dolar iken, Türk Dünyasında ortalama gelir 8.757 Amerikan Dolarıdır. 2024 yılında TDT ülkelerinin nüfusu 177 milyona ve GSMH’leri toplamı 1,650 trilyon dolarak ulaşacak olmakla birlikte kişi başına milli gelir ortalaması ancak 9.200 Dolarla Dünya ortalamasının % 60’ı kadar olacaktır. Gelişmiş ülkelerin kişi başına milli gelirinin ise ancak 5’te 1’i düzeyindedir.

Türk Dünyasına dahil ülkelerin ekonomilerini tek bir bütünlük olarak kabul etsek bile, dünya Milli Gelir sıralamasında ilk 15 ekonomi içinde yer almadığını dikkate aldığımızda Sovyet Bloku içinde yer alan Türk Devletlerinde ciddi ve yeterli bir dönüşüm olmadığı apaçık görülür. Oysa başta Azerbaycan olmak üzere dünya hidrokarbon kaynaklarının önemli bir kısmını kontrol eden Türkmenistan ve Kazakistan’ın ekonomik hacimleri, sahip oldukları kaynaklarla uyumlu değildir. Yine dünya uranyum üretiminin % 40’ını karşılayan Kazakistan’ın bu kaynağından Türk dünyasının yeterince yararlandığını söylemek de oldukça güçtür. Rakamlardan da anlaşıldığı üzere Türk Dünyası derin bir fakirlikle boğuşmakta, yayınlanan toplam bilimsel makale sayısı,  dünyadaki ilk 100, 500 ve 1000’deki üniversite sayısı, tescil edilen patent sayısı, gerçek zenginliği yaratan yüksek katma değerli ürün üretimi ve ihracatı konusunda elle tutulur bir başarı yoktur. 

Siyasal alanda, demokratik değerler, hukuka ve fırsatlara erişim, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, sanat ve kendini ifade etme, birey örgütlenmeleri dahil olmak üzere kamu özgürlüklerinin kullanılması için çaba gösterilmesi ve bu yöndeki gayretlerin teşvik edilmesi söz konusu bile değildir.   Diktatörlüğe daha yakın duran otokratik yönetimler altındaki bu ülkelerde iktidarların meşruiyeti usuli seçimlerle kendini yeniden seçtirmeleri yoluyla sağlanmakta ve buradaki otokratlar istedikleri kadar iktidarda kalabilmektedir. İşin daha acısı ise muhalefetin oluşmasına dahi izin verilmezken en büyük muhalifler bin bir güçlükle var olabilmiş aydınlar olmaktadır. İktidarlarını bir sonraki hükümete devretmek için ise mutlaka siyasal krizin çıkması şarttır.

Ülkelerde reform adına atılan adımlar olumlu değil olumsuz sonuçlar vermektedir. Örneğin Sovyet döneminde tarımsal arazilerin kolektif çiftlikler olarak toplulaştırılması Özbekistan'ın küresel düzeyde pamuk ihracatçısı olmasını temin ederken, devlet arazilerinin küçük özel çiftçilere dağıtılması hem istihdamı hem de ihracatı yok etmiştir. Küçük arazilerden geçimlik düzeyde gelir elde edilememesi ve tarımda çalışanların istikrarlı bir işlerinin olmaması, insanları göçmen işçiler olmaya, güvencesiz ve kayıt dışı işlerde çalışmaya ve kayıt dışı ticarete yöneltmiştir. Sonuçta kırsal alanda yaşayan gençler iş bulmak ve yaşamak için önce büyük şehirlere, daha sonra da başta Rusya Federasyonu olmak üzere dünyanın değişik ülkelerine göç etmek zorunda kalmaktadır.

Türk Dünyasının tümünde milli gelirin büyütülmesi ve işsizliğin önlenmesi gibi bir sorun önümüzde dururken, TDT faaliyetleri içinde bu konuların hiç gündeme getirilmemesi TDT’nin bütün olarak sorgulamasını zorunlu kılmaktadır.   

Bu kapsamda, Türk Devletleri arasındaki ticari, ekonomik ve yatırım işbirliğinin teşvik edilmesi amacıyla 16 Mart 2023 tarihinde Ankara’da imzalanan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması hangi amaca hizmet edecektir.  500 milyon Dolar sermaye ile kurulan Türk Yatırım Fonu’nun, 18 Mayıs 2024 tarihinde İstanbul'da gerçekleştirilen ilk yönetim kurulu toplantısında da görülmüştür ki işin mutfağından gelen ve işi yürütecek hiçbir profesyonel yönetim kademesinde yoktur. Kuşkusuz dostlar alış verişte görsün kabilinden birkaç proje gündeme getirilecek, ancak arzu ettiğimiz Türk Dünyasının refahını büyütecek için ciddi bir etki görülmeyecektir.

Oysa, ekonomik bütünleşmeyi sağlayacak birinci adım, en üst yetkinlikte ekonomistlerin çalışacağı üye ülkelerde yapılacak altyapı ve kalkınma yatırımlarının (özellikle eğitim, ulaştırma ve haberleşme alanında yapılacak yatırımların) Dünya Bankası ve EBRD gibi kuruluşlarla işbirliğinden elde edilecek fonlarla birlikte yatırımların hızla tamamlanmasını sağlayacak Türk Kalkınma ve Yatırım Bankasının kurulması olmalıydı. Tıpkı aşağıda özet olarak yapılanmasına değindiğim Dünya Bankası örneği gibi

Hatırlayalım.

İkinci Dünya Savaşından sonra ülkelerin birbirlerinden doğrudan borç almalarının savaşlara sebep olduğu ve bunu önlemek için araya tüm ülkelerin ortak olduğu bir mekanizma yerleştirilmesi gerektiği sonucuna varılarak Bretton-Woods Konferansında (1944) Dünya Bankası ve IMF’nin kurulmasına karar verilmişti. Bu kuruluşların oluşturulmasının fikir babası iki ünlü entelektüeldir. Birisi İngiltere’den ünlü ekonomist John Mynard Keynes ve diğeri Amerika’dan Maliye Bakanı Harry Dexter White. Bankanın ve Fonun kuruluşu, daha müreffeh ve istikrarlı bir küresel ekonomi ortaya çıkaracak ekonomik işbirliği ve kalkınma çerçevesi oluşturma fikri üzerine inşa edilmişti. Bugün 189 üyeye erişmiş olan IMF’nin görevi uluslararası parasal işbirliğini desteklemek, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve dünya genelinde yoksulluğun azaltılması için faaliyet göstermektir. Örneğin, ülkemiz kurucusu olduğu IMF ile 20’den fazla destekleme anlaşması imzalamış ve bu kapsamda borç almış, Fon’a katkıda bulunmuştur. IMF’in temel kaynağı üye ülkelerin sermaye katkıları olmakla birlikte ihtiyaçları için özellikle uzun vadeli borçlanmalar yoluyla kaynak bulmakta ve bu kaynakları kullandırmaktadır.

Dünya Bankası, amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için öncelikle aşağıdaki hususların tamamlanması ön şart olarak görülmüş ve verilecek desteklerin daha güçlü hale getirilmesi amaçlanmıştır.

1.      Aşırı Yoksulluk ve Açlığın Ortadan Kaldırılması

2.      Evrensel Değerde İlköğretimin Gerçekleştirilmesi

3.       Cinsiyet Eşitliğinin Teşvik Edilmesi

4.      Çocuk Ölümlerinin En Aza İndirilmesi

5.      Anne Sağlığı Sorunlarının Çözülmesi ve Ana Sağlığının Gerçekleştirilmesi

6.      Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklarla Mücadele

7.      Sürdürülebilir Bir Çevre Düzeninin Sağlanması

8.      Kalkınma İçin Küresel Bir İşbirliği Geliştirilmesi

Görüldüğü üzere Dünya Bankası bireylerin doğrudan hayatına dokunacak adımların atılmasına önem vermekte ve ülkelerde gelir dağılımında adaletin sağlanmasını öne çıkararak Birleşmiş Milletlerin 2015 yılında kabul ettiği sürdürülebilir kalkınma amaçlarına hizmet etmektedir. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için Banka bünyesinde 5 ana kurum faaliyet göstermektedir. Bu kurumlar;

1.      IBRD: (International Bank of Reconstruction and Development) Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası

2.      IDA:  (International Development Association) Uluslararası Kalkınma Birliği

3.      IFC : (International Finance Corporation) Uluslararası Finans Kurumu

4.      MIGA: (Multilateral Investment Guarantee Agency)Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı

5.      ICSID (International Centre for Settlement of Investment Disputes) Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi

Dünyanın belli bir amacı gerçekleştirmek için bu kadar kapsamlı ve ciddi bir yapılanma oluşturduğu şartlarda bu kısa özette bile varılmak istenen hedeflerin gerektirdiği organizasyon açık seçik görülüyor. Şimdi bizim açımızdan esas soruyu sorma vakti geldi.

Türk Devletler Teşkilatı Türk Dünyasının bütünleşmesine engel olmak için mi kurulmuştur?

Bu soruya benim verdiğim cevap kocaman bir SANKİ’ den ibarettir. TDT üye ülkelerin 1,65 trilyon dolarlık toplam milli gelirlerinin 1 trilyon dolarlık kısmının Türkiye’ye ait olduğunu dikkate aldığımızda Türk Dünyasının bütünleşmesini sağlayacak en büyük kaynağın Türkiye tarafından sağlanması gerektiği ortadadır. Diğer yandan göz önünde bulundurulmalıdır ki; bütünleşmenin en çok fayda sağlayacağı ülke de ekonomik darboğazlarının çözülmesi itibarıyla Türkiye olacaktır. Oysa Türkiye’deki hükümetin izlediği politikalar bu gerçekliğin farkında olmadığını hatta Türk Dünyasının bütünleşmesi denildiği zaman büyük bir tedirginlik ve korkuya kapıldığı görülmektedir. 

Türk Dünyasının bütünleşmesi hükümeti bu kadar korkuturken Türkiye’nin etnik demografisinin değiştirilmesine büyük bir iştahla sarılmakta ve demografik değişimi sağlamak için hiçbir masraftan çekinmediği gibi tüm düğmelere aynı anda basmaktadır. Örneğin, 2010 yılından itibaren hızla yükselmeye başlayan kalkınma yardımlarının içinde Türk Dünyasına aktarılan kaynak birkaç milyar doları bile bulmazken 2023 sonu itibarıyla toplam 90 milyar dolar her yere savrulmuştur. (Çevrimiçi: 30 Mayıs 2024 https://tika.gov.tr/wp-content/uploads/2022/TurkiyeKalkinma2021Veriler.pdf)

Dünyanın en pahalı borçlanmasıyla elde edilen kaynaktan her yıl ortalama 8,5 milyar dolar, geri ödenmemek üzere, kalkınma yardımı olarak dağıtılmış ve başka bir amacı yoksa aptallık olarak nitelendirilebilecek bu savurganlık övünme vesilesi haline getirilmiştir. Yukarıda yer alan TİKA raporunun incelenmesinden de görülecektir ki 90 milyar dolarlık yardımın 72 milyar dolarlık kısmı Suriye’ye aktarılmış nereye harcandığı sorulduğu zaman da birkaç bin briket ev ancak gösterilmiştir.

Bir an için, yalnızca Suriye’ye aktarılan 72 milyar doların Türk Dünyasının bütünleşmesi için kullanıldığını düşünelim ve 15 milyar dolar sermayeli bir Türk Yatırım ve Kalkınma Bankası kurularak dünyanın sayılı ve en iyi üniversitelerden mezun olmuş ekonomistlerin ve uzmanların bu Bankada çalıştığını hayal edelim. Sonuç nereye varırdı. Hayali bile çok mu zor ?