Anayasa değişikliği isteyip, şikayetçi olunan anayasa maddelerinin neler olduğu açıklanmayınca, ilk anda, Anayasanın 101. maddesinde yer alan Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. hükmünün ortadan kaldırılması isteniyor gibi görünüyor. 

Hatırlayalım, Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesini belirleyen anayasa hükümleri 2007 yılında değiştirilerek doğrudan halk tarafından seçilmesi kuralı getirilmiş, yeni düzenlemeye uygun ilk seçim 2014’te gerçekleştirilmişti. Halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu. Tayyip Erdoğan 2018’de ikinci kez cumhurbaşkanı seçilince Anayasanın verdiği hakların tümünü kullanmış oldu. Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, 2023 seçiminde hükümet şeklinin değiştiğini ileri sürerek yeniden aday olunca, adaylığına yapılan tüm itirazlar kendi belirlediği Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedilip bir kez daha Cumhurbaşkanı olması sağlanmıştı.  

2028 yılında yapılacak seçimlere mevcut anayasa hükümleriyle gidilmesi durumunda ise, bir kez daha aday olmasını tevil edecek herhangi bir gerekçe olamayacağı için anayasanın 101. maddesinin değiştirilmesini hedef almak yerine, (büyük bir toplumsal muhalefet ortaya çıkıp artık yeter denilmesi ihtimali yüksektir) çoğulculuk,  eşit temsil ve katılım, özgürlükler, darbe anayasası gibi temelsiz ve soyut kavramlarla anayasanın toptan değiştirilmesi gerektiği öne sürülmeye başlandı.

Durum gerçekten böyle mi? Tek hedef yalnızca 101. Maddedeki engelleri kaldırmak ve yeniden Cumhurbaşkanı olmak için mi anayasa ile oynamaya başladı? 

Bu soruyu doğru olarak cevaplandırabilmek için hem içerideki hem de dışarıdaki dinamik ve gelişmeleri tarihi bağlamları ile ele almak gerekiyor.

Dış Dinamikler

Son bin yıllık tarihimizin en önemli dönemeci Birinci Dünya Savaşı sonrasında gösterilen milli direniş ile Anadolu topraklarında tutunabilmiş olmaktır.  Çünkü, bizim cephemizden Birinci Dünya Savaşını sona erdiren ve ülkeyi fiili işgale hazır hale getiren 30 Ekim tarihli Mondros Ateşkes Anlaşmasının sonrasında galip devletlerin ilk icraatı, Anlaşmadan 13 gün sonra İstanbul’u işgal etmek, hemen peşinden de İstanbul ve Çanakkale Boğazları kontrol altına almak olmuştu.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, 1071 yılından beri devam eden küçüklü büyüklü yüzlerce Haçlı Seferi ile başarılamayan ve en sonunda Türkleri Ön Asya’dan atarak geldikleri yerlere geri gönderme fırsatı doğmuştu.  

Bu ateşkesi kesin sonuçlara bağlayan 10 Ağustos 1920’de imzalanan 433 maddeli, 350 sayfalık bir kitap hacmindeki Sevr Anlaşması oldu. Sevr ile İmparatorluk hem fiilen hem de hukuken sona erdirilirken devlet parçalara ayrılarak her bir parçasında yeni devletler kurulması, bu olmuyorsa manda yönetimi, bu da olmuyorsa özerk bölgeler, işgal edilmiş alanlar,  bu da olmuyorsa imtiyazlı ticaretin yapılacağı illerin oluşturulması öngörülmüştü. Denilebilir ki; asli millet hariç, imparatorlukta yaşayan tüm unsurların hak ve hukuku Sevr’de teminat altına alınmıştı.

Hemen söylenmelidir ki; Sevr Anlaşması, Mondros’tan sonra geçen 2 yıllık süre içinde düşünülerek kâğıda dökülmüş plan da değildi. Sevr, Napolyon Savaşlarından sonra Avrupa’yı şekillendiren 1815 Viyana Kongresinden sonra, İmparatorluğun En Uzun Yüzyıl’ında (İlber Ortaylı, Hil Yayınları, 1983) geliştirilen ve her bir önemli olayda, (Mora Ayaklanması, Tanzimat, Kırım Harbi, Osmanlı Rus Savaşı, Balkanlarda ulus devletlerin kurulması, Yunan Savaşı,  Balkan Savaşları, San Remo Anlaşması, Sykes-Picot Süreci gibi) İmparatorluğun parçalanması için dantela gibi işlenen planın son şekle getirilmiş hali idi. Sevr’in ayak izlerini en uzun yüzyıl içindeki her olayda ve imzalanan her anlaşmada görmek mümkündür.

Onca çabaya rağmen; şaşırtıcı olan, 100 yıllık bu ince siyaseti nihai hale getirmişken, heterojen Osmanlı Devletinden homojen nüfusa sahip, üniter ve milli bir Türk Devleti çıkarılmasının önlenememesidir. Çünkü, 1908’de R’de Rusya ile Boğazların kontrolü konusunda anlaşan İngiltere 1915’te Birinci Dünya Savaşından sonra İmparatorluk topraklarının ne olacağını belirlemek üzere Mourice De Bunsen komitesini kurarak bir rapor hazırlanmasını istemiş, hazırlanan rapora göre savaş sonrası için 4 seçenek belirlenmişti.

· Osmanlı Devleti'nin bölünmesi ve Anadolu'da küçük bir devlet olarak bırakılması,

· Osmanlı Devleti'ni, büyük devletlerin politik ve ticari nüfuz bölgelerine ayırmak şeklinde bölünmesi,

· Osmanlı Devleti'nin olduğu gibi korunması,

· Merkezi otoriteden yoksun, federal bir Osmanlı Devleti kurulması ve ülkenin beş vilayete ayrılması,

Her şartta da planı uygulamaya koyacak ve ülkeyi yönetecek bir komiser tayin edilmesi gerekli görülüyordu. Sevr Anlaşmasında bu planın tüm alternatiflerine yer verilmiş ve ülke için fevkalade yetkilerle donanmış bir, hatta iki komiser tayin edilmişti. Osmanlı yok edilirken milli ve üniter bir devlet nasıl olabilirdi ki?

Anadolu’daki milli direniş başarılı olup Lozan Anlaşması (24 Temmuz 1923) ile yeni devlet tanınmasına rağmen, başta İngiltere olmak üzere “Batı” için “Doğu” sorunu sona ermemişti. Çünkü Lozan’da varılan sonuçlar Sevr için yukarıda saydığımız 4 alternatifin hiçbirine uymuyordu.

Bu nedenle de savaş bittikten sonra tüm siyasal yollar denenecek ve yeni dünya düzeni kurulurken Sevr’de planlanan tasarım gerçekleştirilecekti. Tek sorun bu planın uygulanmasına razı olacak ve Batı ile iş birliği yapacak hükümetlerin işbasına getirilmesi idi. Böylece, ülkenin ihtiyaç duyacağı teknoloji ve mali kaynaklar da kullanılarak Sevr’in yeniden yürürlüğe konulması süresi kısaltılacaktı. İşte Batının Osmanlı’dan sonra Yeni Türkiye Politikası bu fikir üzerine oturtulmuş, Batı’nın çabası hiçbir zaman sona ermemiştir.

Sevr’in Türkiye Cumhuriyeti için de uygulamaya konulduğundan beri ülkemizin iç siyasetini ve anayasal gelişmelerini etkileyen bir diğer dış dinamik yeni bir Sevr süreci olan Büyük Orta Doğu Projesidir. Projeye göre, Ortadoğu’daki devletlerin sınırları yeniden belirlenecek ve bu sınırlar içinden adı Kürdistan olan en az bir devlet daha çıkarılacaktır. Büyük Ortadoğu Projesinin ilk aşamasında engel olabilecek milli ve üniter devletler çeşitli yollarla istikrarsızlaştırılacak ve yeni sınırlar oluşturulmasına izin verir hale getirilecektir. Bu çerçevede Irak fiilen 3 parçaya ayrılarak içinden özerk bir Kürt yönetimi çıkarılmış, Irak Anayasasına aykırı şekilde bölgesel yönetimin bağımsızlık ilan etmek için bir referandum gerçekleştirmesine de izin verilmişti. Referandumdan sonra devlet ilan edilecekken Irak Merkezi Hükümetinin karşı çıkması ve Türkiye ile İran’ın bu referanduma karşı çıkarak Irak Merkezi Hükümetine destek vermesi sonucu referandum iptal edilmiştir.

Yeni devlet oluşturma sürecinin ikinci adımında Suriye’nin doğusunda yaşayan halk ülke topraklarının dışına sürülerek büyük bir alan boşaltılarak bu bölge Kürtlerin yönetimine teslim edildi. BOP’un tasarımcıları tarafından her fırsatta burada bir devlet kurulacağı tekrarlanırken, bölge güvenliğinin sağlanması için 150.000 kişilik bir ordu kurulup bu ordunun donatılması için de büyük bir askeri teçhizat yığınağı yapıldı.   

Ancak bu adımlar bile, Türkiye’nin bölgede askeri adımlar atmasını engellememiş ve Suriye’nin kuzeyinde büyük bir yığınak yapılarak Suriye topraklarının her yerine askeri müdahalede bulunmanın altyapısı büyük ölçüde tamamlanmıştır. Türkiye, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Kürt Devleti kurulmasına razı olmamaktadır.

İç Dinamikler

Yeni anayasa taleplerindeki iç dinamikleri gösterişli cümleler arkasına saklanan soyut görüşler yerine somut örneklerle açıklamak isterim.

Örnek Olay 1

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 14 Mart 2008’de iktidarda bulunan AKP’nin “ laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle partinin kapatılması ve Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 kişinin siyasetten 5 yıl süreyle menedilmesi için iddianame hazırlanarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.

Yapılan İncelemeler sonunda AKP’nin kapatılması lehinde 6 üye oy kullanırken, 5 üye kapatılmaması lehinde oy kullanmıştır. Oy çokluğu sağlanmasına rağmen salt çoğunluk sağlanmadığından kapatma talebi reddedilmiş sayılmıştır.

Talebin bir parçası olan Partiye yapılan hazine yardımlarının kısmen veya tamamen kesilmesi talebi lehinde 10 üye oy kullanırken 1 üye yardımın kesilmemesi lehine oy vermiş ve hazine yardımının yarısının kesilmesine karar verilmiştir.

Örnek Olay 2

Cumhurbaşkanı ve AKP içinde yer alan birçok politikacının kurucusu olduğu Birlik Vakfı’nda yıllardır Cumhuriyet, Üniter Devlet ve Laiklik aleyhine yapılan ve Cumhuriyetin ilga edilerek, hilafet ile yönetilen bir dini devletin kurulmasına yönelik faaliyetler hakkında bir soruşturma veya açılan bir dava olmamıştır. Oysa bu Vakfın faaliyetleri, kurucuları ve mütevelli üyeleri hakkında TCK’nın 302, 304 ve 309. maddeleri gereğince dava açmak ve ilgileri cezalandırmak gerekirdi.

Örnek Olay 3

TBMM Başkanlığına seçilen ve Meclisin 27. Başkanı olarak görev yapan İsmail Kahraman’ın Meclis Başkanlığı yaptığı sırada Cumhuriyetin niteliklerinden ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden olan Anayasanın 2. Maddesindeki laiklik maddesinin kaldırılmasını teklif edip anayasal bir suç işlerken de bir soruşturma veya açılan bir davaya hatta bir suç duyurusunda bunulduğuna şahit olmadık. Açıklamaya uyan eylem TCK’nın 309.maddesinde belirtilen anayasayı ihlal suçu olarak müeyyidesi ağırlaştırılmış müebbettir.

Örnek Olay 4

Daha birkaç gün önce mevcut TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan 3. Maddede yer alan maddesinin değiştirilmesini önererek, anayasal bir suç işlerken de bir suç duyurusu veya bir kovuşturma duymadık,  bir istifa görmedik. Bu açıklama da TCK 309. Madde kapsamında sayılan suçlardan olduğundan hakkında fezleke hazırlanarak dokunulmazlığının kaldırılması için TBMM Başkanlığına sunulması gerekirdi.

Örnek Olay 5

Kamusu olamayanın namusu olmaz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kamusu anayasasıdır. Hükümetin pek çok kez Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararları eleştirmek üzere en sert üslubu kullanması bir yana, Anayasa ihlallerinin en bariz olanı Mahkemenin Can ATALAY hakkında vermiş olduğu 25.10.2023 tarihli  Anayasanın 153. Maddesinde belirtilen “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” hükmüne rağmen Mahkemenin vermiş olduğu kararın uygulanmaması nedeniyle herhangi bir kişi ya da kurum hakkında soruşturma açılmamıştır.

Sonuç

Ülkenin siyasal ve anayasal süreçlerini etkileyen dış dinamikler bölümünde ele alındığı üzere yüzyıllardır devam eden “Doğu Sorunu” Türkiye’de milli bir devletin kurulması ile sona ermemiş açık veya gizli olarak Sevr ruhu devam ettirilmiştir. Bir yandan Suriye’de kurdurulacak bir Kürt Devletine, Türk milli ve Üniter devletinin varlığını sürdürmesi için haklı olarak itiraz etmesini ortadan kaldırmak, hem de milli ve üniter devlet yapısı altında inşa etme sürecinde olduğu millet yapısının önüne geçilmek istenmektedir. Bunun başarılabilmesi için homojen millet yapılanmasının ve üniter devlet yapısının sona erdirilmesi şarttır. Türkiye’nin üniter ve milli bir devlet olarak direnişinin kırılması ve Kuzey Irak’taki bağımsızlık ilanına ve Suriye’de oluşturulacak Kürt devletine itiraz etmemesi için üniter ve milli yapısının sona erdirilmesi gerekmektedir.

Mevcut Cumhurbaşkanı ve anayasayı değiştirme blogu hangi baskıların altında kalarak ülkeyi sonu karanlık bir maceraya sürüklemektedir bilmiyoruz. Görülmektedir ki; yukarıda 5 tekil örnekte göstermiş olduğumuz arzuların gerçekleştirilmesi ve dış dinamiklerin Türkiye ile ilgili uzun erimli planları üst üste gelmiş ve her iki tarafın birden arzularının gerçekleştirilmesi için anayasa değişikliği araç haline getirilmiştir.