Özet

Ülkemizdeki Partiler; çeşitli sosyal ve siyasal krizlerle kapatılmalarına ve siyasal hayat sık sık kesintiye uğramasına rağmen iki ana eksen üzerinde birbirlerinin devamı olarak kurulagelmiştir. Başlangıcını 1838 yılına götürebildiğimiz siyasal partiler (özellikle muhalefet demek gerekiyor) Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türk Milleti üzerine inşa edilecek Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekleştiricileri olarak düşünülmüş, ancak, devrimlerin politik çekişmelere araç edilmemesi için (bazı denemelere rağmen) uzun bir süre çok partili hayata izin verilmemişti. Atatürk’ün vefatından sonra iktidar olanlar kültür devrimini aynı istek ve hevesle devam ettirmemişler, hatta Türk Milliyetçiliği ideolojisini bir kenara koyarak ideolojik muhalefetini de beraberinde getiren adımlarla Cumhuriyeti değişik mecralara sürüklemişlerdir. Bu gelişmeler bir siyasal partilen yelpazesi oluşmasını sağlamış olmakla birlikte, günümüzdeki siyasal partilerin ideolojik temellerini bilmeksizin siyasal davranışlarını anlamlandırmak çok kolay değildir. Diğer yandan, Atatürk Devrimlerinin tamamlanması ve Türk Kimliğinin daha fazla aşındırılmasının önüne geçmek için kuruluş devri ideolojisini tavizsiz uygulayacak Türkçü bir iktidara ihtiyaç olduğu da ortadadır. Böyle bir iktidarın oluşması, mevcut siyasal bölünmüşlüğü dikkate aldığımızda yalnızca partilerin kademeli bir ittifak ile seçime katılmaları halinde mümkün olabilir görünmektedir.

A)   Tarihi Bağlamında

Türkiye’deki siyasal partilerin kökenleri; 1838 yılında İngiltere ile imzalanan Serbest Ticaret Anlaşmasının ülke ekonomisinde yarattığı tahribatla işlerini kaybeden imalatçı esnafın itirazlarına katılan ve ülkenin yarı sömürge haline geldiğini gören aydınların devleti kurtarmak için ürettikleri çözümlere dayanır. Aydınların küçük üreticiler ve esnafları arkalarına aldıkları yapılanmalar (yeniçeri ayaklanmaları dışında) saraya karşı muhalefetin dolayısıyla siyasal partilerin ilk nüvelerini oluşturmuştur. Daha öncesinde yönetim cihazı dışında yer alan herhangi bir siyasal organizasyona rastlanmaz.

Başta Namık Kemalolmak üzere, devletin kurtuluşuna reçete yazan aydınlar,  3 temel fikir etrafında toplandılar. Devletin tebaası olan çeşitli unsurları bir arada tutacağına inanarak Osmanlıcılık fikrini (başta Hıristiyanlar olmak üzere) tüm tebaaya benimsetmeye çalışırlarken,Balkanlarda yaşayan Hıristiyan unsurların birbiri peşi sıra ayrı devletler haline gelmeleriyle bu düşüncenin geçersiz olduğunu görmüşlerdi. Rumeli’de yeni kurulan devletlerin imparatorlukla bağı koptuktan sonra, bu kez Müslüman unsurları(Türk,Kürt ve Araplar)  İslamcılık düşüncesi etrafında toplamaya çalıştılar. Bu fikir II. Abdülhamit tarafından da benimsenerek devlet politikası haline gelmiş olmasına karşın,beklentilerin aksine,Müslüman Araplar, Hıristiyan unsurlardan farklı bir tavır içinde olmamıştır. Aynı dinden olmanın devletin Müslüman unsurları arasında birlik sağlamaya yeterli olmadığı ortaya çıkınca, bu da terk edilerek devletin asli unsuru olanTürklerin ideolojisiön plana çıkarılmıştır.Türkçülük. Bu üç tarzı siyasete 2. Meşrutiyet döneminde Sosyalizm ve Batıcılık (Liberalizm) eklenip, Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan siyasal partiler bu 5 fikir üzerine oturtulmuş, devlet yönetiminde benimsedikleri yaklaşım da iki farklı yönde şekillenmiştir.Merkeziyetçilik ve Adem-i Merkeziyet düşüncesi.

Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık-Liberalizm, Sosyalizm

Genç Osmanlılar ( Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Menapirzade Nuri Bey, Mustafa Celalettin Paşa) Hareketi ile belirmeye başlayan vebu 5 temel fikir üzerine oturan partilerin toplumdaki sınıflara dayanan kökenleri olmadığından,o günden günümüze kurulan tüm siyasi partilerin programlarındabu fikirlerden izlerbulmak mümkündür. Partilerin, yelpazenin neresinde yer aldıklarına karar vermek için de program, söylem ve davranışlarında en çok vurgu yaptıkları konulara bakmak yeterli olmaktadır. Ülkemizdeki siyasal organizasyonların toplumsal sınıflar yerinefikirlere göre tasnif edilmesi,Avrupa siyasal partilerinde görülmeyen,farklı sınıfsal kökene ait grupların bir partiiçinde rahatçayer bulabilmesine imkân sağlamaktadır.  Örneğin sermaye sahipleri ile işçiler aynı siyasal parti içinde birbirlerinden rahatsız olmadan siyaset yapabilmektedir.

Türkiye’de Siyasal Partiler adlı çok kapsamlı bir çalışma yapan Tarık Zafer TUNAYA ve diğer bazı önemli siyaset bilimci hocalarımızın görüşlerine göre de,Türkiye’deki siyasal partiler tarihi süreç içinde kesinti olmaksızın iki eksen üzerinde var olagelmiştir.Birinci eksende, Türkçülük ideolojisi ağır basan, üniter, milli ve merkezi devlet yapılanmasını esas alan, planlı kalkınma ve karma ekonomiden yana, ancak, özel kişi ve kuruluşların ekonomik teşebbüs sahibi olmasına imkân tanınmasını, hatta teşvik edilmesini kabul edenİttihat ve Terakki-CHP-CKMP-MHP,  karşısında ise; Hürriyet ve İtilaf- Serbest Fırka- Demokrat Parti- Adalet Partisi- Anavatan Partisi-AKP yer almaktadır.Birinci eksende yer alan partilerin devlet yapılanmasındaki tercihleri, daha çok liberal, serbest piyasacı, kalkınmayı ve gelir dağılımında birbirine yakın gelir gruplarından oluşan bir toplumsal yapıyı önemsemeyen, devletin küçültülmesinden yanadır.Adem-i Merkeziyet düşüncesini ön plana çıkarmakta ve pek çok kamu hizmetinin yerine getirilmesi kararının yerel yönetimlere bırakılmasını önermektedirler. Karşı eksen doğal olarak merkezi bir devlet yapısından yanadır. Bu nedenle devlet çarkının döndürülmesinde merkeziyet-ademi merkeziyet konusu tartışılan konuların başında gelmektedir.İkinci eksende yer alan partilerin 19. Yüzyıl liberallerine rahmet okutacak kadar,liberal bir düzen ve devletin ekonomi içindeki payının azaltılmasını hedefleyen söylemleri vardır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin Kuruluşunu takip eden yıllarda,Kurucu Kadro tarafından büyük bir toplumsal dönüşüm gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Toplumda sınıf bilincinin olmadığı şartlarda devleti yöneten CHP’nin kendine dayanak olarak devlet bürokrasisini seçmesi ve devleti devrimin ideolojisini benimseyen bürokratik seçkinlerinin üzerine inşa etmesi sıradan vatandaş ile Cumhuriyet Devrimleri arasında derin bir uçurum oluşmasına yol açmıştır. Yüzyıllarca ihmal edilmiş, tek görevi cepheden cepheye koşmak olan Türkler, devletekarşı boynu bükük ve devletin yönetimine katılabilmekte edilgen kaldıklarından bazen kendi yararına işler ve hizmetleri bile şüpheyle karşılamıştır. Örneğin, savaştan dönen okuma yazma bilen eski askerlerin Köy Eğitmenleri olarak görevlendirilmesinden başlayarak, Köy Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri sistemi eğitimin yaygınlaştırılmasında vatandaş desteğinin azlığı nedeniylebaşarılı olamamıştır. Aynı şekilde demiryollarının yapılmasına direniş nedeniyle arzu edilen uzunluklara eriştirilememiştir. Yine,ülke içinde zaman zaman görülen isyan ve başkaldırı hareketlerini de bu kapsamda ele almak gerekir.

Her ülkede olduğu gibi toplumsal dönüşümün güçlükleri ve ülkemizdeki uygulamalara duyulan tepki,serbest seçimlere geçilmesinden itibaren, çok kısa süreler hariç olmak üzere, seçmen tarafından ikinci eksende bulunan partilerin daha fazla tercih edilmesine neden olmuştur.  İlki 1950’de gerçekleştirilen çok partili seçimlerden günümüze ülkemizdeki seçmen sosyolojisi %40 birinci eksen ve %60 ikinci eksen olarak şekillenmiş ve ikinci eksende yer alan partiler ya tek başlarına yada ittifak yaparakhemen her seçimi kazanmıştır. 1950 -1960 arasındaki DP’nin 1965’den itibaren AP’nin, 1970’lerin büyük kısmında kurulan ittifaklarla yine AP’nin, 1980’ler boyunca Anavatan ve 2000’ler boyunca AKP iktidarları buna örnektir.

Çok partili hayata geçiş uluslararası etkilerin bir sonucudur. Bu nedenle de çok partili ilk seçimden itibaren hem siyasal partiler hem de seçimler üzerinde derin bir uluslararası yönlendirme etkisigörülmüştür. Bu etkinin en yakın örneği 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rusya’nın tahsil etmesi gereken 25 milyar dolarlık doğalgaz alacağını ertelemesi ve Mart 2023 Mart 2024 arasında her eve aylık 25 m3 doğalgazın bedava verilebilmesi için gaz bedelinin uzun vadeye yayarak  tahsil etmek üzere anlaşma imzalamasıdır. Rusya tarafından yapılan bu güzellik dışında, Türk Siyasal Sisteminin esas oyuncuları olan siyasal partilerin tamamı sorgulanması gereken (!) ilişkilerle örülmüş ve siyasal sistem adeta yabancı istihbarat örgütleri tarafından kuşatılmıştır.  Bu durum, kim iktidara gelirse gelsin bağımsız iç ve dış politika uygulanmasının önüne geçmekte, siyasal iktidarlar halkın yararı yerine derin ilişkiler içinde oldukları yapıların kısa veya uzun vadeli çıkarlarına uygun faaliyet göstermektedirler. AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Türk Siyasal sisteminde görülmedik sürelerle hükümet etmesi, temelde muhalefet ve iktidarın aynı odaklar tarafından yönlendirilmesinin bir sonucudur.

Siyasal partilerin derin bağlarla kuşatılması yanında bu bağların toplumsal seviyede eşgüdümlenmesiiseistihbarat örgütlerinin yönetimindeki medya, sivil toplum kuruluşları, tarikatlar ve dini gruplar eliyle gerçekleştirilmektedir.Bu şartlarda, siyasal sistemimizin en önemli sorunu; siyasal partilerin tarikat ve dış istihbarat bağlarından kurtarılması haline gelmiştir. Bir şekli ile de dışarıdan destek almayan siyasal partinin seçim kazanması mümkün olamamaktadır.

B)    Türkçülerin Durumu

1800-1920 arası büyük sıkıntılar ve dönüşüm çabalarıyla dolu olmasının yanında 1908 yılındaki meşrutiyetin ilanından hemen sonra, önce Kuzey Afrika’da, peşinden Balkanlar’da büyük savaşlara girmek zorunda kalan devlet, meşrutiyete uygun siyasal yapılanmasını tamamlayıp gerekli kurumlarını oluşturamadan doğu cephesinde Rusların ilerleyişini durdurmak ve Rus ordusu ile hareket eden kendi unsurları ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Yemen’den Galiçya’ya kadar kanlı boğuşmalardan sonra 30 Ekim 1918 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasına kadar geçen savaşların üstüne 1922 yılı sonuna kadar devam edecek ulusal kurtuluş savaşı ile 1909’dan 1922 sonuna kadar 13 yıl hiç durmadan savaşan ülke hem insan, hem maddi sermaye ve hem de o zaman kadar elinde tuttuğu varlıklarının tamamını kaybetmişti.

Osmanlı Devletinden Cumhuriyete 1908’de sahip olduğu toprakları dörtte biri ile çok azı okuma yazma bilen ve bin türlü hastalıkla boğuşan fakir, sanayisi ve iş kuracak sermayesi olmayan, ulaşım imkânları sınırlı, çok az üretebilen, küçük bir ekonomiye sahip, daha önemlisi, elinde yüzyıllar süren baskı ile kendi milli kimliği unutturulmuş bir nüfus kalmıştı. Bu küçülmenin belki de tek kazancı heterojen ve dış güçler tarafından suiistimal edilerek yönetilemez hale getirilen bir topluluk yerine,daha homojen ve verdiği kurtuluş savaşı nedeniyle tek farkında olduğu konuştuğu dili olan milletleşebilir bir topluluk kalması olmuştur.

Yeni devletle birlikte, yeni ideolojiye sahipbir millet inşa edilmeye başlanmış ve bu yeni milletin ideolojisi savaşarak ülkesini yeniden kazanan Türk milletinin ideolojisi olmuştur. Bu ideoloji Türkçülüktür. Türkiye Cumhuriyeti;Türk milleti ve Türkçülük üzerine inşa edilmiştir. Millet inşa etme çabası diğer çabalarla birlikte 1923-1938 yılları arasında kesintisiz ve tavizsiz bir şekilde sürdürülürken 1950 yılına kadar sorunlu da olsa devam ettirilmiştir.

1950 yılında çok partili hayata geçilip yapılan ilk serbest seçimlerin tartışmasız kazananı batıcılık-liberalizmdir. Seçimlerin bu şekilde sonuçlanmasında bürokratik seçkinler ile toplum arasındaki derin uçurum kadar, çok partili hayata geçilmesinde de, yapılan ilk serbest seçimlerin Demokrat Parti tarafından kazanılmasında da, mutlak olarak batılı devletlerin özellikle de Amerika Birleşik Devletlerinin etkisi büyük olmuştur.  Çünkü, Amerika’nın Atatürk’e duyduğu derinnefretin yanında 1949’da Sovyetler Birliğinin Nükleer demelerde başarıya ulaşması iki kutuplu hale gelen dünyada soğuk savaşı fiilen başlatmış ve Sovyetler Birliğinin güneyden tam olarak kuşatılması için Türkiye’ye ihtiyaç duyulmuştu. Batının Türk Siyasal Sistemi üzerindeki etkisiAvrupa’nın yeniden yapılandırılması için oluşturulan Yardım Fonuna dahiledilerek derinleştirilmiştir. Demokrat Parti zamanında yapılan Marshal Yardımları ve alınan borçlar, o zamana kadar, Duyun-u Umumiye tecrübesini yaşamış devlet yöneticilerinin çok temkinli olduğu şartlarda üstüne Osmanlı Devletinden kalan borçlarını ödeyen Türkiye Cumhuriyetinde derin bir rahatlama yaratmıştı.  Bu yardımların bir diğer etkisi de tarımsal mekanizasyon yolu ile ekilen dikilen arazilerin artırılması ile tarımsal üretimde büyük bir sıçramaya neden olmasıdır. Bu sıçrama vatandaşa zenginlik olarak yansımış ve DP hükümetleri birbiri peşi sıra seçimleri kazanırken, bağımsızlıküzerine oturan Türk Dış Politikası ekseninden çıkarılarak, Türk dış politikası bağımsız bir ülkenin değil ait olduğu ittifakın önemsiz bir parçasının dış politikası haline gelmişti.

1911’de çıkarılmaya başlayan Genç Kalemler Dergisinden sonra 1912’de kurulan Türk Ocağı ve Ocağın yayın organı Türk Yurdu Dergisini, Türkçülük faaliyetlerinin örgütlü olarak başlatıldığı ilk faaliyetler olarak kabul etmek gerekir. Türk Ocağı ve Türk Yurdu bazı dönemlerde kesintilere uğrasa da kurulduğu günden günümüze faaliyetlerine devam eden Türkçü yapılanma ve Türkçü yayındır.

Devletin kuruluşundan beri faaliyette bulunması itibarıyla CHP’nin kurulan ilk Türkçü Parti olarak nitelendirilmesi yanlış olmaz. 1950’de yapılan seçimler ve sonrasında Liberal ve Batıcıların her girdiği seçimi kazanması üzerine, CHP’nin muhalefetini yetersiz bulan Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Türkiye Köylü Partisi birleşerek Türkçülük ideolojisi üzerine inşa ettikleri Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisini kurdular. Bu parti Demokrat Parti iktidarı süresince CHP ve DP dışında kendisini 3. Yol olarak tanımlayarak 27 Mayıs darbesinde sonra yapılan ilk seçimlerde % 14 oy almıştı. CKMP, 1964 yılında yurtdışından dönen 14’lülerinin toplandığı bir merkez haline geldi ve 1969 Adana Kongresinde ismi de dahil ideolojisini değiştirerek MHP’ye dönüştü. 3. Yol olarak gösterilen Türkçülük ideolojisi Milliyetçiliğe evrilirken parti adım adım İslamcılığa doğru döndürülüp Türkçülük yerine antikomünizm partinin temel ideolojisi haline getirildi. Bu dönüşte 1968’deki Çekoslovakya’nın Rusya tarafından işgal edilmesinin derin bir etkisi olduğu kanaatini taşıyorum. 1969 Kongresi hakkında yapılan bir yoruma göre; Türkçülük, Osmanlı Devleti’nin son döneminde doğdu; Cumhuriyet ile birlikte büyüdü; 1969 kongresinde öldürüldü.

Aşağıdaki grafikte de görüldüğü üzere, MHP,  İlki 1969 sonuncusu 2023 Milletvekili Genel Seçimleri olmak üzere 12 seçim geçirmiştir. Bu seçimlere Alpaslan Türkeş’in genel başkan olarak yarıştığı seçimlerde en yüksek oyu % 8,18 ile 1995 seçimlerinde almıştır.CKMP’nin yörüngesini İslami duyarlılığa kapalı olmakla eleştiren ve genel başkan olduktan sonra Türkçülükten uzaklaştıran Alpaslan Türkeş, Partinin 1961 yılında aldığı % 14 oyu CKMP parti başkanı olduktan sonra girdiği ilk seçimde % 2,24’e düşürmüş hayatta ve partinin başında olduğu sürede % 8’in üzerine çıkaramamıştır.

 MHP’nin %17,98 ile gelmiş geçmiş en çok oy aldığı seçimler, Alpaslan Türkeş’in ölümünü müteakip ilk seçim olan 1999 seçimleri olmuştur. Aşağıdaki grafikte yer alan ilk 3 seçim 12 Eylül askeri darbesi öncesinde yapılan seçimlerdi. 

Türkçülük ideolojisinin son kırıntılarını da 12 Eylül darbesi yok etmiştir. 1983 yılında yapılan seçimlerde yine liberaller iktidara gelirken, devletin partisi olarak ilan edilen ve adında milliyetçilik olan MDP 3 partinin yarıştığı seçimde ancak 3. Parti olabildi ve bir sonraki seçime katılamadan 1986 yılında kendisini feshetti.

12 Eylül darbesi, Türkçülük ideolojisini İslamcılığa daha da yaklaştırmış, MHP içindeki hoşnutsuzluklar ve cezaevlerinde geçirilen ağır travmanın etkileri yanında İslamcılık ideolojisini siyasal ideolojisi haline getiren Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları Büyük Birlik Partisini kurarak MHP’den ayrılmıştır. Bu ayrılmanın, Alpaslan Türkeş’in MHP’deki tartışmasız liderliğine ve kendisinin bir ideolog olarak kabul edilmesine rağmen yaşanması MHP içindeki ilk ve en önemli kırılmadır. Ancak Muhsin Yazıcıoğlu’nun kurmuş olduğu BBP, seçimlerde başarılı olamamış ve yaklaşmış olduğu İslamcılık ideolojisi bu kadroyu reddetmiştir. Kuruluşunun üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen BBP genel seçimlerde % 1’i çok az geçebilmekte ve ittifak etmemesi halinde parlamento dışı kalmaktadır.

Benzer ve etkileri itibarıyla MHP’de ne kadar kalmışsa onu da yok ederek Türkçülükten tamamen uzaklaştıran bir başka kırılma 2016 yılında olmuş, bu kez MHP, kendini inkar edercesine siyasal İslamcıların yanında yer almıştır. Bu yön değiştirme; başta İYİ Parti olmak üzere MHP’den ayrılan veya farklı düşünen pek çok Türkçü/Türk Milliyetçisi/Milliyetçisini ayrı partiler olarak ve Türk Milliyetçiliği ideolojisine ülkenin Cumhuriyet tarihi boyunca belki de en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde asla iktidara taşıyamayacak şekilde bölünmesine yol açmıştır.

Oysa, şimdi, umarsız ve saf bir idealizmle ülkeye hizmet edecek iyi yetişmiş kadrolara o kadar çok ihtiyaç var ki.

C)    İslamcıların Durumu

Türk Devrimlerini kurgulayanların düşünsel olarak Osmanlı Devletinin son dönemindeki aydınların yaşadığı fikir sancılarına benzer sancılariçinde olduklarını biliyoruz. Osmanlı Devletinde Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiyede okuyan gençlerin tamamı batı tarzı müfredat takip edilerek pozitif bilimlerle eğitilmişlerdi. Bu eğitim sırasında, yüzyıllardır mağlup olan devletin kurtarılabilmesinin çarelerini ararken ister istemez batı ile doğunun karşılaştırılmasını gerektirdiğinden, aydınlar tarafından sorunların temeline ilişkin görüşler geliştirilmesine de yol açmıştır. Hem Rusya hem Osmanlı Harp Okullarında okuma fırsatı bulmuş Yusuf Akçura’nın hatıralarında,bu karşılaştırmaların,öğrenciler ve subaylar arasında değişik boyutları ile nasıl ele alındığını takip edebiliyoruz. Aydınların bulmuş oldukları en önemli düşünsel çözüm pozitivist bir düşünce ile olaylara yaklaşmak ve dine karşı mesafeli durmaktı. Pozitivizm hem ittihat ve terakki mensupları ve dönemin aydınlarında, hem de Cumhuriyeti kuran devlet yöneticilerindehakim düşüncedir. Devrimin her adımına bu yaklaşım hakim olurken, dine karşı mesafeli duruş bazı fırsatların da kaçırılmasına yol açıyordu. Örneğin, ülke nüfusunun nerede ise % 90’ının köylerde yaşadığı bir dönemde kalkınmayı köyden başlatacak bir çabaya girişilmesi ne kadar akıllıca bir yaklaşım ise, özellikle Köy Enstitülerinin tasarlanmasında aynı temel eğitimi alan ve belli bir aşamadan sonra din eğitimi alarak din adamı yetiştirmemek o kadar akıl dışı idi. Her iki kurumun içinde olduğu çatışmalı ortam yerine, aynı eğitimden geçmiş öğretmen ve imamın kalkınma çabalarına omuz vermesi, peşine düşülen çağdaş uygarlık düzeyini yakalama zamanını kısaltacak ve bu şekilde bize özgü bir İslami Rönesans fırsatı kaçırılmamış olacaktı. Tanzimat ile başlayan ve yeni eğitim yöntemi ile derinleştirilen kültürel düalizme kısa süre sonra büyük bir toplumsal tepki oluşacaktır.

Diyanet işleri Başkanlığının devletin bürokratik kurumlarından biri haline getirilmesi yanında, tekke ve zaviyelerin kapatılması, eğitimin tekleştirilerek devlet tarafından verilmeye başlanması toplumsal dönüşüme itiraz eden gruplar arasında önce hoşnutsuzluğa, sonra direnişe ve üçüncü aşamada da serbest seçimlerde Demokrat Parti’de temerküz etmelerini sağlamıştı. Bu durum Demokrat Parti yöneticilerini tedirgin edeceği yerde oy potansiyeli oluşturması nedeniyle memnuniyetle karşılanmış ve bu grupların taleplerine karşı Türk Devrimlerinden taviz vermelerine yol açmıştır. Bir süre sonra bu tavizler sürekli hale getirilerek, devrimin temel amaçlarından tamamen vaz geçilmiştir. 1960 darbesi bu tavizlere son veriyor gibi görünse de DP ve AP liberalizmi içinde kapladığı alanı yeterli bulmayanlar üçüncü bir yol olarak adil düzen sloganı ile 1970 yılı başında Milli Nizam Partisini kurdular. Bu parti 1 yıl içinde anayasa mahkemesi tarafından kapatılmışsa da aynı fikirle,aynı kadro tarafından birbiri peşi sıra kurulan partiler siyasal İslamcılık fikrini hep ön planda tutmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak, İslamcı ideolojiye sahip dernek ve vakıflar hızla çoğalırken, faaliyetlerine DP döneminde göz yumulmaya başlanan tarikatlar toplumda hızla ve geniş ölçüde zemin bulmaya başlamıştır.

Her ne kadar kuruluş sırasında daha çok liberal daha az İslamcı bir görünüm vermişse de Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Devrimlerine karşı siyasal İslamcı bir partidir.  Bu durum Cumhuriyet Savcılığı tarafından İrticai faaliyetlerin odağı olma iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde açılan kapatma davasının konusu edilmiş, bu durum Mahkemenin 2008 yılında vermiş olduğu 6’ya 5 karar ile de tescil edilmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi 2008 yılında iktidarda iken mahkeme üyelerinden kapatma lehine 1 oy eksik alması onu kapatılmaktan kurtarmıştır. Aşağıdaki tabloda İslamcıların girdiği ilk seçim olan 1973’den bu güne 13 seçimde almış oldukları oy oranları görünmektedir. 2002 yılında ilk seçim zaferini elde eden AKP 7 genel seçimde birinci parti olarak hükümeti kurma görevini üstlenmiş, ayrıca ülke sathında pek çok belediye başkanlığı da AKP adayları tarafından kazanılmıştır.

Yukarıda verilen her iki grafikte de görülmektedir ki, gerek Türk Milliyetçiliğinin gerekse İslamcılığın birinci neslinin vermiş olduğu siyasal mücadele seçmen nezdinden zemin oluşturmuş ve hem Alpaslan Türkeş’in hem de Necmettin Erbakan’ın partilerinin başından uzaklaşması bu partilerde oy patlamasına neden olmuştur. Bu sonuçların alınmasında eski liderlerin haklı-haksız son derece sert bir şekilde eleştirilerek toplum nezdinde yıpratılmasının ve toplumun talep ettiği yenilenme isteklerinin cevap bulmasının etkisi olduğu kanaatindeyim.

Siyasal İslamcılığın başarılı olması ve iktidara gelmesinde başlıca iki önemli etken vardır.

1.      Milletlerin ve milletlere ait milli devletlerin ortaya çıktığı 1800-1900 arasında Osmanlı Devletinin ideolojik savrulmalar yüzünden (Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık gibi) milletleşmeye imkan olmaması, hatta devletin bölüneceği endişesiyle Türküm demenin, küfür ile eş tutulması nedeniyle kendi milli benliğine yabancılaşmış bir kitle cumhuriyete devredilmişti.

Milletleşme sürecinin en önemli aracı olan eğitimin yaygınlaştırılmamış olması ve devletin asli unsuru olan Türk Milletine dayanmaktan ısrarla kaçınması, sosyolojik manada millet oluşumunun önüne geçtiği gibi devlet tüzel kişiliğinin Osmanlı ailesi ile bütünleşmiş olduğunun kabul edilmesi de devletten bağımsız bir millet oluşumunun önüne geçmiştir. Diyebiliriz ki, milleti bütünleştiren eğitimin yaygınlaştırılmasından ısrarla kaçınılması, milletleşme sürecininen az 300 yıl geç başlamasına yol açmıştı.Diğer yandan, Osmanlı Devletinde yönetsel gücün rahatça konsolide edilebilmesi için birbirinden tamamen ayrı olan saltanat ve hilafet bütünleştirilmiş, Türklerin kendi farkına varması önlenerek aynı dine inanan kitle birbütün olarak kabul edilmiştir. Bu durum şimdi bile nüfusun nerede ise yarısı tarafından bu şekilde kabul edilmektedir. Millet inşa edildikçe, İslamcılar tarafından bu binayı yıkmak için gösterilen çabalar artmaktadır.

2.      İkinci neden birinci neden ile iç içedir. Ülkede milli bir ekonominin oluşmamış olması ve milli bir burjuvazinin ortaya çıkmasının çok gecikmesi nedeniyle devleti kuran kadro kendi dayanacağı seçkinler olarak bürokrasiyi belirlemişti. Bu seçkinlerle (devlet, bürokrasi) vatandaş arasında derin mesafe oluşmuş, devletin yarattığı imkanlardan (bu çoğu zaman belli bir yerden düzenli bir maaş alabilmektir) yalnızca kendi yandaşları yararlandırılıyor görüntüsüne yol açmıştır. Burada en dikkati çeken oy kaymalarıdır. Liberal ve Merkezde yer alan partiler eridikçe buradan ayrılan seçmenler bazı istisnai dönemler hariç (örneğin 1999 seçimleri) İslamcı partilere yönelmiştir.

Cumhuriyet ve devrimlerine direnç gösterilmesi toplumsal tabanda neden bu kadar uzun süreli karşılık bulmuştur?

Devrimle değişen siyasal rejimlerdeki bu türden muhalefet 15-20 yıl arasında sona erip yeni rejim ile tüm toplumun barışarak birlikte yaşama iradesi güçlendirilirken, ülkemizde bu ayrım nerede ise 100 yıldır devam etmektedir, daha da devam edecektir. Osmanlı Devletinde, Anadolu toprakları ve insanına önem verilmemesi Anadolu’ya kamu hizmetlerinin getirilmesinde isteksiz davranılması 1950’lere,çoğu yerde de 70’lere kadar üretim şekli nerede ise 1500’lü yıllar ile aynıdır: Karasaban ile yapılan çiftçilik. İlaveten devlet düzeni kurulmamış olması ile yerel güç odaklarının oluşmasına izin verilip feodal beylerin asayişi sağlaması güçlerini pekiştirirken Cumhuriyet ile birlikte gücün merkezi yönetime devredilmesi bu gruplar tarafından benimsenmemiştir. Bu güç aktarımının yarattığı tepkiseçimi kazanan İslamcı hükümetlerde rövanşist bir yaklaşımın hakim olmasına neden olmuştur. Diğer taraftan tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanun gereğince yapılan kovuşturmalar ve faaliyetlerinin durdurulmasına duydukları öfke nedeniyle en büyük tepki dini gruplar ve tarikatlar tarafından yöneltilmiş,İslamcı düşünce işte bu sosyolojik gerçeklikler üzerine oturarak kendi iktidarını konsolide etmiştir.

Şurası da kabul edilmelidir ki, İslamcı görüşler liberal düşünceli ve batı öncelikli siyasal partiler içinde yer alarak palazlanmışlar, bu partileri kendi merkezlerine doğru kaydıramadıkları zaman da liberal partilerden kopmuşlardır. En iyi örnek DP içinde yer alıp pasif bir şekilde bir 20 yıl geçirdikten sonra 1960’lardan itibaren daha bağımsız hareket ederek 1970 yılında MNP ile kendi patilerini kurmuş olmalarıdır.

D)   Mevcut Durum ve Ne Yapılmalı

İkinci Dünya Savaşından sonra Amerika’nın şekillendirdiği iki ülkede arzu edilen şekilde bir siyasal istikrar sağlanmıştır. O iki ülke,Almanya ve Japonya’dır. Amerikan tasarımına göre Almanya’nın ılımlı-merkezi partiler eliyle yönetilmesi öngörülmüş, tıpkı düşünüldüğü gibi, 1947’den beri Hıristiyan Demokrat ve Sosyal Demokrat Partiler ya tek başlarına ya da kurdukları geniş koalisyonlarla ülkeyi yönetmiştir. Diğer taraftan Alman anayasasına göre faşist veya komünist parti kurulması yasaktır. Bunun dışında ülkenin federal yapısının değiştirilmesi mümkün olmamak başta gelmek üzere, Anayasa’da değiştirilemez hükümler vardır. Bu yasakların etrafından dolanma girişimlerinde Anayasayı Koruma Kurulu devreye girmektedir.

İkinci Dünya Savaşının mağluplarından olan Japonya’da ise,San Francisco Konferansında barış anlaşmasını imzalanmış ve anlaşmaya uygun olarak Amerikalı uzmanlar tarafından Japonya için yeni bir anayasa hazırlanmıştır. Bu anayasaya göre aşırı disiplinli bir iktidar oluşmaması için çok partili hayat öngörülmüş, yeni anayasaya uygun olarak 1947 yılında yapılan ilk seçimlerde hiçbir parti tek başına çoğunluğu sağlayamazken, Sosyalist Parti en yüksek oyu alınca, partilere müdahale edilerek ikinci ve üçüncü sıradaki partiler olan Liberal ve Demokrat Partiler birleştirilip Liberal Demokrat parti adı ile yeniden örgütlenmiştir. Liberal Demokrat Parti 1949 yılında yapılan seçimleri kazanmış ve o günden beri (75 yıldır) yapılan her seçimi kazanarak ülkeyi yönetmektedir. Halen iktidardaki parti Liberal Demokrat partidir.

Japonya’da seçmen davranışları ile ülkemizdeki seçmen davranışları büyük benzerlik göstermektedir. Japonya açısından güneşin oğlu olan imparatorun iradesi dışında ve onu dışlayan bir anayasa ile siyasal sistem oluşturulması İkinci Dünya Savaşı Mağlubiyetinin utancı ile birleşince toplumda derin bir tepki ve travmaoluşmuştur. Bu nedenle de oy kullanma davranışında anayasal düzene tepki gösteren, ikinci dünya savaşından sonra imparatorun siyasal sistemin dışına çıkarılmasını eleştiren siyasal partilere yoğun ilgi gösterilmiştir. Tıpkı ülkemizdehilafet ve saltanatın Lağvedilmesi ve Laik bir devlet oluşturulmasına duyulan tepki gibi. Ancak şurası da muhakkaktır ki, Türkiye coğrafi konumu gereğince özellikle Avrupa’nın etkisine çok daha fazla açık olduğu gibi imparatorluk zamanından beri batılılaşma hevesi içindedir. Bu sosyoloji bize İslamcı ve Sentezci görüşlerin yenilmesinin daha mümkün olduğunu söylemektedir. Türkiye’deki İslamcılık ideolojisi Japon Şinto inancına nispetle toplumda daha az egemen görünmektedir. Seçimlerde başarılı olmak için olmazsa olmaz olan, sağlam ve tutarlı bir siyasal yaklaşım, ehil ve donanımlı bir kadro ve güçlü bir teşkilat yapısının oluşturulmasıdır.

a)     Milliyetçi Siyasal Partilerin Yanlışları

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ve İkinci Meşrutiyetle birlikte çok partili hayatta iki ana eksen üzerinde yoğunlaşan ve AKP’nin seçimleri kazanarak iktidara geldiği 2002 yılına kadar devam eden seçmen bloklaşması 2002’den itibaren kısmen başka bir yöne savrulmuştur. Bu savruluşta MHP’nin rolü büyüktür. Özü itibarıyla şehirli ve merkeziyetçi bir ideoloji olan Milliyetçilik daha vülgar bir yere savrularak köylülüğü tercih etmiş ve kendini Siyasal İslam ile birlikte konumlandırmıştır. Bu nedenle Türk seçmen yapısını incelerken artık CHP-DP veya CHP-AP veya CHP-Anavatan veya CHP-AKP ekseninde okumak doğru olmayacaktır.  Ya da Liberal-Devletçi veya Merkeziyetçi-Ademi merkeziyetçi,ya da merkez sağ- merkez sol bloklaşması olarak. AKP’nin kesintisiz devam eden 25 yıllık iktidarının seçmen yapısını etkileyerek yeni seçmen bloklaşmasını oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.  Bunu daha iyi anlayabilmek bakımından AKP’nin iktidar süresi boyunca siyasal partiler yelpazesindeki merkezden uzaklaşma doğrultusundaki kaymalarını anlamak gerekir. Artık yeni bir merkez var ve bu merkez 2002’den önce Türk siyasal sisteminin sahip olduğu merkez değildir.

AKP, 2002 seçimlerine girerken hem bir partiler ittifakı, hem de genel başkanının ifadesi ile milli görüş gömleğini çıkararak İslamcılıktan çok liberal parti görünümüne bürünmüştü. Seçimleri kazanıp hükümet kurmaya hak kazandıktan sonra atanan bakanlar kurulu belli ölçüde genel başkanının söylemlerine uygunsa da AKP’nin merkez ve karar kurullarında milli görüşten veya İslamcılıktan bir milim bile taviz verilmemiştir. Bir biri peşi sıra her seçimde parti içindeki liberaller, milliyetçiler, sosyalistler ve diğer görüşte olanlar tasfiye edilmiş ve ilk 10 yıl içinde AKP kendi merkezini tanımlayarak bu yeni merkezi seçmene kabul ettirmiştir. Bu başarının temelinde, devlet ve belediye imkanları ile yaratılan partiye bağlı veya mensup yeni burjuva sınıfı ve sosyal yardım kanallarının partiyi büyütecek şekilde kullanılması bulunmaktadır. Takip edilen bu siyasa ile yeni bir seçkin sınıf yaratılarak toplumtüm cephelerden kuşatılmıştır. O halde yeni seçmen bloklarını İslamcılar ve diğerleri olarak tarif etmek yanlış olmayacaktır.

Önce MHP ve ardından BBP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve diğer yapılanmalar muhalefet olarak yeni bir toplum inşa edilmesi sürecine etkin-düzenleyici olarak katılamamış,ilaveten MHP kendini siyasal İslamcılığın yanında konumlandırarak Türkçülükten yolunu ayırdıktan sonra,parti ideolojisi olarak benimsediği ne olduğu belirsiz bir Türk-İslam Sentezini AKP eli ile iktidara taşımıştır. İktidar sürecinde bu sentezin Türk kanadı her geçen gün biraz daha aşınmaktadır.

Açıkça ifade etmek gerekirse Milliyetçi Siyasal Partilerin özellikle liderlik yapısında sıradan vatandaş ile bütünleşememek gibi bir sorun da bulunmaktadır. Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarının 27 Mayıs darbesi ve bürokratik gelenekten gelmeleri, daha sonra kurulan partilerin de tümüyle Alpaslan Türkeş’i taklit etmeleri sonucunda Milliyetçi Partilerin halkın içinden çıkan yapılanmalar değil de, özel bir misyonu yerine getirmek üzere görevlendirilmek üzere oluşturulmuş yapılar gibi algılanmasına yol açmıştır. Ayrıca Milliyetçi Partilerin ideoloji, teşkilat ve liderlik üçlemesinde parti kurullarını liderlik etrafında bütünleştirmiş olmaları bu partileri lider kültü etrafında örgütlenmiş nüfuz edilemez yapılar haline getirmektedir. Özellikle il ve ilçe yönetimlerinde partililere tanınan alanın darlığı, tüm kadroların atama ile belirlenmesi, seçilmiş yöneticilerin genel merkez tarafından herhangi bir yargı veya iç disiplin kurul kararı olmaksızın görevden alınması parti ile halkarasındaki mesafeyi açmaktadır. Bu açıklığı en doğru şekilde üye sayılarındagörmekteyiz. Türk Siyasal hayatının en eski ikinci partisi olan MHP ile siyasal hayata yeni girmiş olan İslamcı Yeniden Refah Partisi’nin üye sayılarını karşılaştırmak doğru bir fikir verecektir.

Diğer yandan, Milliyetçi partilerin uzun erimde seçim kazanamamış olması bu partilerde iktidar olmak yerine paraya dayalı faaliyetlerde etkin olmak gibi bir tavır geliştirmesine yol açılmıştır. Bu sorun, MHP’nin içindeyer aldığı karanlık ilişkilere itiraz eden eski bir Ülkü Ocakları Başkanının öldürülmesine kadar giderken, diğer bir milliyetçi partide seçim sıralamasının adeta açık artırma ile satılması, Ümit Özdağ-Sinan Oğan ortaklığının Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çevirdikleri dolaplar ve iktidara yönelik etkin bir muhalefet yapmamaları açıkça ortadadır. Buna itiraz eden partililer, Parti ile Lider aynılaşması nedeniyle hızla tasfiye edilmektedir. Bu aynılaşma siyaset üretiminde de görülmekte, Genel Başkanın partinin ideolojisine aykırı tüm işlemleri eleştiri konusu edilmek yerine, partililer tarafından adeta tiyatro seyreder gibi seyredilmektedir. Ortak akıl ve ortak akıl ile üretilmiş fikirler yok hükmündedir.

Milliyetçi Partilerin programlarında yer alan milliyetçilik; kapsayıcı, kalkınmacı, sanayici ve gelişmeci bir milliyetçilik olmadığı gibi, kültür devrimini tamamlar nitelikte de değildir. (Tam aksi yöndedir) İnsan odaklı olmak yerine devlet odaklıdır. Devlet odaklılıkta Türk Milleti ile bütünleşmiş yeni bir devlet modeli önerisi yer almamakta, günlük siyaset ile zaman geçirmeyi daha çok tercih etmektedirler. Milli kimliğin inşa edilmesi, milli burjuvazinin yaratılması, ülke, insan ve çevre odaklılıktan ziyade soyut bir vatan ve millet kavramı etrafında siyaset yapılmaktadır. Turan fikrini en çok dile getiren Milliyetçilerin Türk Birliğinin inşasına yönelik somut bir önerisi yoktur.

Benimsenen milliyetçilik ideolojisinde günümüze uygun ve ülkemizde fakirliği sona erdirecek bir öneri geliştirilmemiştir. Yapılan teklifler bir bütünün parçaları olmaktan çok, günün ihtiyaçlarına uygun geçici ve parça parça çözümler olarak dile getirilmektedir. Üretim odaklı, tepkisel olmayan ve bir kalkınma stratejisi öneren bir milliyetçilik önerisi halen yapılmamıştır.

b)     Nasıl Bir Parti Yapılanması

Siyasal Partiler; Program, Parti Yönetimi ve Teşkilat olmak üzere 3 ana unsurdan oluşur. Siyasal Partilerin hedefi devleti yönetmek olduğuna göre, idari yapılanması (lider ve ilgili kurullar) devlet yapılanmasına uygun olmalı, Yetkili kurullar, adaletli temsil ilkesini göz önünde bulundurarak ülkenin nüfus ve coğrafya yapısına göre seçilmelidir.

1)      Her seviyedeki parti yöneticileri belli bir süreden sonra yönetimde kalmamalıdır. (en çok 4 yıl)

2)      Seçilmiş herhangi bir yönetici, mutlak olarak seçim veya yargı kararı olmaksızın görevi terk etmemelidir.

3)      Parti yönetimi genel başkanlık, genel saymanlık ve genel sekreterlik olarak üçe ayrılmalı ve her biri partililer tarafından ayrı ayrı seçilmelidir. Genel başkanlar parti teşkilatlarının mahalle düzeyine kadar geliştirilmesi, program ve ideolojik bütünlük, üye sayısının artırılması, yerelde uygulanması gereken projelerin teşkilatlarla birlikte belirlenmesi ve gerçekleştirilmesi, politika ve proje üretimi gibi konularda çalışmalıdır. Partinin atacağı her adım partinin kurullarında ortak akılla üretilmeli. Parti başkanının gündeme madde koyma yetkisi olmamalıdır.

4)      Partinin dışarıya karşı temsili, parti politikalarının açıklanması, propaganda, ilgili kurullara yeni politikalar teklif etme, gündem önerilerini dikkate alarak toplantı gündemi oluşturma gibi görevler Genel Sekreterlik tarafından yerine getirilmelidir.  Genel Sekreter partinin vatandaşa gösterdiği yüzü olmalıdır.

5)      Partinin mali işleri, fon tedariki, üyelik aidatlarının düzenli olarak toplanması, bağış kampanyaları, yapılan bağışların yönetimi, harcamalar ve devlete karşı mali sorumlulukların yerine getirilmesi, mali hesapların verilmesi, mali denetim gibi konularda Genel Saymanlık görevli olmalı ve hesapların sonuçlarından devlete ve partililere karşı sorumlu olmalıdır.

6)      Milletvekilliği adaylığı ve seçimle gelinen yerlere aday olacaklar mutlaka tüm partililerin oy kullanacağı bir aday belirleme süreci sonucu belirlenmeli, bunun hiçbir istisnası olmamalıdır.

7)      Delege Sistemi sona erdirilmeli ve parti kurullarına seçilecek olanlar mutlaka tüm parti üyelerinin katılacağı bir seçim süreci ile göreve başlamalıdır.

8)      Parti tüzüğünde değiştirilemez maddeler yer almalıdır.

9)      Parti kongresine katılacak olan delegeler üç aşamadan geçerek delege olabilmelidir. Her yıl toplanacak Kongreler en az 5.000 delege ile toplanmalı ve oy verme işlemi elektronik ortamda gerçekleştirilmelidir. Kongre delegelerini belirleyecek ikincil delegeler üye sayısının en az % 10 kadar olmalı ve parti üye sayısının isim yazmak suretiyle oy kullanacakları elektronik ortamda gerçekleştirilmelidir. İkincil delegeler bu üyelerin % 10’u kadar Kongre delegesi belirlemelidir. Kongre delegelerinin belirlenmesi de elektronik ortamda isim yazmak suretiyle gerçekleştirilmelidir.

c)      Nasıl Bir Seçim Stratejisi

Yukarıda dile getirildiği üzere Milliyetçi partilerin seçim kazanmasının mümkün olmadığı ancak % 35’leri bulan oy potansiyelinin sandığa yansıyabilmesi için 2 aşamalı bir plan olmalıdır.

Birinci aşamada tüm Milliyetçi Partiler bir ittifak etrafında toplanmalı ve en çok iki yıl sürecek ittifak başkanlığıdönüşümlü olarak yerine getirilmelidir.

İkinci aşamada Milliyetçi İttifakın CHP ile ittifak yaparak seçimlere katılması. CHP ile yapılacak bir ittifak CHP’yi gerçek konumuna çektiği gibi oluşacak sinerjik etki ile Türk Milliyetçisi bir iktidar oluşması mümkün hale gelecek ve iktidarTürk Milliyetçisi kadrolar tarafından çok yakından denetlenebilecektir.

d)     Nasıl Bir Teşkilatlanma

Tüm politikaların aşağıdan yukarı doğru geliştirilmesi kabulü ile Partinin en önemli organları il, ilçe ve bölge örgütlenmesi olacaktır. Öncelikle her ilçe örgütü mahalle bazlı kalkınma programları hazırlayacaktır. Her mahalle için hazırlanan programlar birleştirilerek, İlçe Belediye seçim ve seçimin kazanılması halinde uygulama programı olacaktır. Her ilçe için hazırlanan kalkınma programı İllerde bütünleştirilerek İl ana planını ve uygulama politikasını oluşturacaktır.  Bu çalışmalar bölgeler ve en sonunda da ülke bazında bütünleştirilerek partinin ülkeye dair ekonomik ve sosyal programlarını oluşturacaktır. Her ilçede mutlaka, mahalle, kadın ve gençlik örgütlenmeleri bulunacak, ayrıca meslek gruplarının ve odalarının temsilcileri parti yönetiminde yer alacaktır. Başlangıçta, diğer partilerde il ve ilçe başkanlığı yapmış olanlar ilk ve son kez atama ile il ve ilçe yöneticisi olarak tayin edilecek ve ilk 2 yıl içinde her il ve ilçenin kongresini yapması sağlanacaktır. İlk iki yıllık faaliyetler içinde üye sayısının artırılması esastır.

e)     Nasıl Bir Parti Finansmanı

Başlangıçta yapılacak harcamalar hariç, her il ve ilçe kendi masraflarını karşılayacak, bunun için mutlaka düzenli aidat toplamasına özel bir önem verilecektir. Her il kendi bütçelerinin % 10’unu geçmeyecek şekilde genel yönetim gider payı olarak genel merkez giderlerine katkıda bulunacaktır. Partiye yapılan hiçbir bağış nakit olarak ödenmeyecek, Partinin resmi hesaplarının dışında herhangi bir hesabı veya kasası olmayacaktır. Elde edilen bağışlardan genel yönetim giderleri karşılandıktan sonra kalan miktar üye sayılarını esas alan bir oranla bölünerek illere dağıtılacaktır.

E)    Sonuç

Ülkemizde insanların tutumları % 90 ve üzerinde Milliyetçi olmasına rağmen Milliyetçi olduğunu ifade eden partiler bu oranı oya dönüştürmek konusunda çok başarısız olmuştur. Her ne kadar tümü öyle kabul edilmese de Milliyetçi olduğunu söyleyen partilerin aldığı oyların toplamı 2018 seçimlerinde  % 21,06(MHP % 11,10 ve İYİ Parti 9,96), 2023 seçimlerinde % 23,59 (MHP 10,7 İYİ Parti 9,69, Zafer Partisi 2,23, BBP 0,97) olarak gerçekleşmiştir. Bu oy oranları milletimizin sahip olduğu milliyetçi tutum oranlarının çok uzağındadır.  O halde, milliyetçi olduğunu söyleyen partilerin kendilerini gözden geçirmeleri ve tutum olarak sahip oldukları potansiyelin üst sınırını en yakın yerde yakalamaları gerekmez mi? Bunun için kuşkusuz sadece söylem değişikliği yeterli olmayacak, Türk Milliyetçiliğinin yeniden tanımlanmasından liderlerin günümüz şartlarına uygun bir donanımda olması yanında, aşağıdan yukarı doğru gerçekleştirilecek yeni bir teşkilat yapısının kurulması gerekecektir. Bütün bunlar gerçekleştirilinceye ve ortaya çıkarılacak bütünleşmeye kadar, milliyetçi ittifakın kurulması şarttır. Milliyetçi ittifakın CHP ile yapacağı ittifak Türk Milliyetçilerini en kestirme yoldan iktidara taşıyacağı gibi, bundan da önemlisi CHP’nin asıl olması gereken yere gelmesinde en önemli unsur olacak ve Türk Milliyetçiliği marjinal konumdan merkezi konuma yükselerek her seçimde iktidar olmak üzere mücadele edecektir.