Geçtiğimiz günlerde 1980 öncesi Ülkücü gençliği temsil edenlerden oluşan 150 kişilik bir toplantı yapıldı. Toplantının tek gündemi vardı; “Ülkücülerin birliği”.
Niyet oldukça güzel ve cezbediciydi. Malum, mü’minin niyeti amelinden önemlidir. Niyetin halis tutularak böyle bir toplantı tertip edilmesini alkışlıyorum.
Gelin isterseniz bu çerçevede “Ülkücüler birlik olabilir mi?” sorusuna cevap arayalım.
Ancak önce özellikle 1980 öncesi kargaşa ortamında yaşayan ülkücüler kimlerdi, nasıl bir karakter ve anlayış taşıyorlardı bunu bazı aforizmalarla hatırlatmak istiyorum.
Her şeyden önce bu ülkücü nesil (Ben “Yitik Kuşak” diyorum. Çünkü hayatlarının baharında ve ülkeleri için artı değer üretme çağında iken emperyalistler tarafından bir anarşi ve kaos ortamının içine sürüklendiler.) en kıymetli varlıkları olan canlarını ülküleri yolunda feda etmesini bilen insanlardı. Bunu kimse küçükseyemez. Çünkü bir insanın canını vereceği bir davası var ve o insan canını davası için ortaya koyabiliyorsa buna söz söyleyebilecek hiçbir kimse çıkamaz.
Evet, bu “Yitik Kuşak”, içine itildikleri anarşi ve kaos ortamında inançlarını, milli ve manevi değerlerini korumak için şanlı bir mücadeleye giriştiler. Adına “Ülkü” dedikleri bir davaları var olduğu için isimleri “Ülkücü” olarak tarihe geçti.
Bu “Yitik Kuşak”, emperyalistlerin yerli maşaları tarafından kotarılan 12 Eylül kahbe darbesinin tokadını en ağır şekilde yedi. Kimileri bu terör ortamında canını verirken, kimileri cezaevlerine düştü ve kimileri de yaralandılar.
12 Eylül kahbe darbesi bir tank gibi geçti bu neslin üzerinden. Cezaevlerine girenler ortalama 12 yıl hapis yattılar ve çıkan bir infaz yasası ile kahır ekseriyeti tahliye olarak toplumun içine katıldılar. Ancak gençliklerinin en verimli yıllarını cezaevlerinde geçiren bu nesli bekleyen büyük bir tehlike vardı:
Geçim derdi!
“Geçim derdi de neymiş?” demeyin sakın.
Meşhur bir rivayet anlatırlar:
Mısır halkı bir gün Musa(as)’ya gelerek şöyle demişler:
“Ey Musa! Biz senin hak peygamber olduğunu biliyoruz ama rızkımızı Firavun veriyor.”
Evet, bu “Yitik Kuşak” cezaevlerinden çıktığında sahipsiz bırakıldıkları için bir geçim derdi belasıyla karşı karşıya kaldılar. Kimi bu imtihanı kazanırken kimi de (Bu hususta asla kimseyi kınamıyorum) bir parça rızık uğruna ilkelerinden, ülkülerinden taviz vererek değişik alanlara savruldular.
Fikri yapıdaki savrulmaları da eklerseniz bu “Yitik Kuşak” tam anlamıyla hayatın içinde ezilip kaldı; kendini ifade edemedi. Yine bu dönemde hayatın sillesini yemiş bir ülkücünün değimi ile “Eylül’ün Kırdığı Güller” oldular. Hayatın ağır silleleri altında ezilip gittiler.
“Yitik Kuşak” mensubu ülkücülerin bazıları ise bütün yıkılışlara rağmen ayakta kalabilmeyi ve davalarını devam ettirmeyi başardılar. Aslında rızık için başka yerlere gidenler de asla ülkülerini tek etmedi. Adına ülkü dedikleri nazlı gelin hep onların hayallerinde, zihinlerinde, gönüllerinde yerini korudu.
“Yitik Kuşak” ülkücülerinin önemli bir özellikleri de muhabbet ve nefretlerinde eksen olarak adını “Türk-İslâm Ülküsü” koydukları davaları oldu. Haksızlık karşısında susmayı dilsiz şeytan olarak bildikleri için her zaman ve zeminde hakkın hatırını yüksek tutmayı bildiler. Bedeli ne olursa olsun, hak bildiklerini yüksek sesle söylemekten çekinmediler.
Aslında bin yıl İslam’a bayraktarlık yapmış Türkleri şanlı geçmişini daha mükemmel bir şekilde geleceğe bağlayacak olan bu nesildi. Bunun gerçekleşmemesi için şer güçler ellerinden geleni yaptılar. Her türlü zorluğu önlerine çıkardılar. Ama bu “Yitik Kuşak” “Yiğit bir kere ölür, korkak bin kere” anlayışı ile hareket etti ve zorlukları aşmasını bildiler.
Emperyalist güçler, kendi menfaatleri doğrultusunda oluşturdukları sistemi çok acımasız bir düzlem üzerine yerleştirmişlerdi. Bu düzlemde geçim derdi çeken ülkücüleri “kullanmaktan” (Bu kelimeyi kullanmak zorundayım; çünkü gerçeği başka türlü anlatmak zor) asla geri durmadı. Kan, gözyaşı, zulüm ve inkâr üzerine kurulu bu sistemin gözünde Ülkücüler adeta bir “Mayın Eşeği” muamelesi gördü. Devletin polisi, askeri, kolluk kuvvetleri vs. varken nerede bir hadise varsa “Ülkücüler nerde, vatan elden gidiyor” sloganları ile gaza getirdikleri ülkücüleri zalimce harcadılar.
Yıllarca meydanlarda “Kavgamız vurguncu düzenedir” diye haykıran bu yiğitler maalesef önlerine düşenlerin basiretsiz politikaları sebebiyle de her adımda bu vurguncu düzenin tuzağına düştü.
Allah’tan(cc) başkasına minnet etmeyecek bir karakterde olan bu “Yitik Kuşak” maalesef özellikle 12 Eylül kanlı darbesinden sonra çaresizliği, hüznü, çileyi, yalnızlığı ve ihaneti yaşadı ve her biri değişik ortamlara savruldu.
Geçmişte Türk’ün son kalesi olan Anadolu’nun yürekli sesleri olan bu başı dik, alnı ak, sevdası Hakk “Yitik Kuşak” şimdilerde her yere savrulmanın acısını yüreklerinde yaşadıkları için bir ve beraberlik adına neler yapılması gerektiği üzerinde kafa yoruyorlar. “Birlik ve dirlik için neler yapılabilir?” arayışı içine girdiler.
Başta meseleyi tartışmak için sorduğum soruyu bir kez daha hatırlayalım:
“Ülkücüler birlik olabilir mi?”
Bugün MHP’sinden, BBP’sine, İyi Parti’den CHP’ye ve hatta Doğu Perinçek’in Vatan partisinde bile varlığını sürdüren Ülkücüler bir araya gelebilirler mi?
Hayatın acımasız katmanları içinde ezilen, horlanan, sahipsiz bırakılan ve geçim derdi çeken ülkücülerin bu savruluşlarını ortadan kaldıracak sebepler nelerdir?
Aslında bütün ülkücülerin bugünlerde tek kafa yormaları gereken soru bu olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü bu kadar geniş yelpazede bulunan, farklı fikirler içinde kendine yer bulmaya çalışan ülkücüleri bir araya getirmek sebepler dairesinde gerçekten zor görünmektedir.
Evet, her ülkücü birlik ve beraberliğin adeta olmazsa olmaz bir şart olduğunu dile getiriyor; ama bu nasıl olacak?
Bugün MHP’li ülkücü İyi Partiliyi, İyi Partili MHP’yili, BBP’Li her ikisini beğenmeyip eleştiriyor. CHP’ye destek veren ülkücülerin bile kendilerine göre geçerli sebepleri var. Kimi geçim derdinde kimi sahipsiz bırakılmanın, yıllarca dışlanmanın intikamı peşinde.
Geçmişte Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış birinin üç bin Ülkücünün katili olarak bilinen CHP’nin genel başkanına “başkanım” diyerek içselleştirdiği bir ortamda iyi niyetle ortaya konan birlik fikrinin gerçekleşebilmesi için gerçekten adeta bir mucizeye ihtiyaç var.
Bugün gelinen noktada biraz da ironi yaparak değişik yerlere savrulan ülkücülerin onlarca çeşidi türedi. Herkes içinde bulunduğu ortama göre bir ülkücülük tarifi yapıyor. Bu hususta ülkücülerin başbuğu rahmetli Türkeş’in bile söylediklerini referans olarak kabul eden yok.
Türk İslam ülkücülüğünden, Atatürk ülkücülüğüne, kafatasçı ülkücülerden, AK ülkücülere, mafya babası ülkücülerden, hilafetçi ve tarikatçı ülkücülere, MHP’li ülkücülerden BBP’li ülkücülere, İYİ Partili ülkücülerden CHP’li demokrat ülkücülere, kadar onlarca ülkücü çeşidi türedi. Bu kadar çok çeşidi olan ve her birinin gerekçesi farklı olan ülkücüleri bir araya getirmek, aralarında birlik temin etmek için nasıl bir çözüm bulunabilir ki?
Geçmişte yaptıkları yeminde “Allah'a, Kur'an'a, vatana, bayrağa ve silaha" yemin eden ülkücüler ile girdiği partinin üç bin ülkücünün katili olduğunu unutan veya işine öyle geldiği için unutmuş gibi görünen birilerini hangi ortak payda da bir araya getirebiliriz?
Komünizme, Sosyalizme, Faşizme ve her türlü Emperyalizme karşı mücadele vereceğini ilke haline getiren ülkücüler ile bugün emperyalizmin maşası haline gelmiş olanlarla kol kola olan ülkücüleri nasıl bir düzlemde bir araya toplayabiliriz ki?
Gönlümüz elbette geçmişte şanlı bir mücadelenin parçası olan ülkücülerin tek yürek, tek bilek, tek yumruk olarak düşmanın başına inmesinden yanadır. Ama işte bazen insanın gönlünden geçen teorik fikirleri pratik hayatta gerçekleştirmek çok zor veya imkansız oluyor.
Bütün ülkücüleri tefekkür etmeye, bu hususta ayakları yere basan proje yapmaya davet ediyor ve makalemi şu çağrımla bitirmek istiyorum:
Bugün onlarca zemine savrulan ülkücüler nasıl birlik ve dirlik içinde aynı gayeye doğru koşabilirler?
Bu birliği gerçekleştirebilmek için nasıl bir fikri alt yapı kurulabilir?
Nasıl bir lider etrafında bir araya gelinebilir?