Zincirsiz filmini seyretmediyseniz işinizi gücünüzü bırakıp hemen seyredin derim. Doğrusal olmayan hikâye akışı, dokunaklı dialoglar ve bol kanlı sahnelerle tipik bir Quentin Tarantino filmi. Kısaca konusunu yazayım:
Yıl 1858. Teksas'da bir yer. Kuzey-güney savaşının iki yıl öncesi. Eski bir dişçi olan Alman asıllı kelle avcısı Dr. King Schultz, peşinde olduğu Brittle kardeşleri tanıyan Django isimli köleyi, kendisine yardım karşılığında özgürlüğüne kavuşturur. İkili başarılı olunca başka suçluların da peşine düşerler. Django'nun köle tâcirlerinin eline düşen karısı Broomhildayı kurtarma isteği, Schultz'u çok etkiler ve ona yardım etmeye karar verir. Broomhilda'nın "Candyland" çiftliğinin sâhibi Calvin Candie'ye satıldığını öğrenirler ve kendilerini köle tâciri gibi tanıtarak Candie’ye yaklaşırlar.
Zincirsiz filminde, dört mühim karakter var. Zencilere zulmetmekle övünen beyaz adam Calvin Candie; özgür rûhuna asla zincir vurdurmayan zenci Django; zâlim beyaz adama hizmet etmeyi mârifet sanan çiftlik kahyâsı zenci Stephan ve köleliğe karşı olan Avrupalı beyaz adam Shultz.
Candie, beyaz yüzsüzlüğü; Django, siyah gururu; Stephan ise siyah gurursuzluğu temsil ediyor.
Filmin sonunda beyaz adamdan intikamını alan Django, saf değiştirmeye kalkan Stephan’ı, “Sen dur!” diyerek beyaz evde öldürüyor.
Bu filmi ilk seyrettiğimde Türkiye’ye uyarlamıştım. Beyaz adam, dindarları ezen CHP düzeniydi. Django, zincirlerini kırarak iktidara gelen dindarlardı. Stephan ise iktidara yaklaşınca nereden geldiğini unutup ezilenlere sırt çevirendi. Böylesine, her dönemde rastlanır. Her devrin adamıdır. Özgür gibi görünen zincirlidir. Güce tapar.
Ahmet Taşgetiren’in 28 Şubat ile günümüzü kıyaslayan ifâdeleri gündemde. En ilginç eleştiri, Sabah yazarı Hilâl Kaplan’dan geldi. Okurken Zincirsiz filmine gittim.
Kaplan, 28 Şubat zulmünü ti’ye alan Nevşin Mengü’yü “beyaz yüzsüz”; “12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerinde yazdım. Kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim.”diyen Taşgetiren’i ise “siyah gurursuz” olarak niteleyerek şöyle devam ediyor:
“Kendi geçmişini, içinden çıktığı cemiyetin çektiklerini, onu bugün 'kanaat önderi' mesabesine getirmiş, kitaplarını almış, konuşmalarına koşmuş insanların, işkencelerle, hapislerle, okuldan, ordudan veya memuriyetinden atılarak hayatına kast edilmiş 'mahallesi'nin geçmişini bir çırpıda silenler varken, Nevşin'in dedikleri sinek vızıltısı kalmaz mı?”
Taşgetiren’e bunları söyleyenin geçmişini hatırlayalım. Türkiye’nin en beyaz Türklerinden Ahmet Altan’ın saflarında FETÖ’cü Taraf gazetesinde yazıyordu. Altan için, “Türkiye’nin Emile Zola’sı” diyor; bizler için Django’yu temsil eden Erdoğan hakkında ağıza alınmadık laflar ediyordu.
Buna göre, mahallesinin acılarına sırtını dönüp beyaz adamla iş tutan Stephan, Taşgetiren’e mi benziyor Kaplan’a mı?
……
Kaplan, daha sonra iyice güçlenen iktidarın safına geçerek, Erdoğan’a “hukuku ve adâleti” hatırlatan insanları fetöcü ve Erdoğan düşmanı olmakla suçladı.
Zincirsiz filminin senaryosunu uzatarak günümüze uyarlamak istiyorum. Django, beyaz adamdan intikamını alırken “Ben de sizdenim” diyen siyah gurursuz Stephan’ı kabul etsin. Sonra birlikte Beyaz Ev’i yönetmeye başlasınlar. Zamanla güç zehirlenmesi yaşayıp adâletten uzaklaşsınlar. Beyaz Ev’in içindekileri mutlu; çiftlikte çalışanları mutsuz etsinler. Bu arada zâlim beyazlar, eski günleri unutup adâlet havâriliğine soyunsunlar.
Bir zamanlar beyaz adamın elinde inleyen zencilerin bir kısmı ise güce, paraya, makama zincirlenen zencilere karşı çıksınlar.
Şimdi bu zencilerin yaptığı, siyah gurursuzluk mudur yoksa vicdanlı olmak mıdır?
Şimdi bu zencilerin yaptığı, kalleşlik midir yoksa zincirsiz olmak mıdır?
Ne dersiniz, bu senaryoya göre “Sâdece âdil düzen istiyorum” diyen Ahmet Taşgetiren kime benziyor?
Derdim, Taşgetiren’i savunmak veya vicdanlı olduğunu ispat etmek değil. Buna ihtiyacı yok.
Zincirli Stephanların, gözümüzün içine baka baka geçmişi yok sayarak vicdan edebiyatı yapmalarına kahroluyorum. Taşgetiren’e bakınca “Neydi, ne oldu?” demiyorum ama Kaplan’a bakınca 27 Şubat 2008’e gidiyorum.
Bir vicdan manifestosu yayınlayarak, “Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir! Devletin zulmettiği toplumsal grupların hakları iâde edilmeden özgür olmayacağız!” diyen kalbi kırık üç başörtülü genç kızdan birisini görüyorum.
Ve dilime Türk filmlerinden bir cümle dolanıyor:
“Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç kız vardı.”