Paris Yaz Olimpiyatları, göz alıcı törenlerle başladı. Bu 33. Olimpiyat. Her olimpiyat aynı zamanda ev sahibi ülkenin kültürünü, tarihini tanıttığı bir görsel şölene dönüşüyor.

Bu defa da öyle oldu, ama bir farkla, Fransa, izleyicilere sadece bir tarih yolculuğu yaptırmadı, uluslararası topluma vermek istediği mesajları da açılış törenindeki gösteriler üzerinden empoze etti.

Kafileler,  teknelerle geçerken araya serpiştirilmiş, dans, müzik gibi etkinliklerin aktörlerinin neredeyse tamamı eşcinsellerden oluşuyordu. Açılışın hakim teması, LGBT’nin meşrulaştırılması, hatta özendirilmesiydi.

Bugün dünya ciddi bir ahlak krizi yaşıyor. Bazı ülkelerde radikal sağın yükselişinin nedenlerinden biri liberalizm adı altında hiçbir ahlaki sınırın tanınmamasıdır. Kitleler bu yozlaşmaya tepkilerini radikal sağ partilere kayarak gösteriyorlar. Oysa liberalizm, serbest piyasayı, ekonomik ve sivil özgürlükleri savunan bir projedir. Ahlakta liberalizm olmaz.

Allah insanı, bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Üçüncü bir cins yoktur. Kadın/erkek ilişkilerinin dışına taşan her türlü ilişki sapkınlıktır. Aileyi, toplumu, nesilleri tehdit eden bir sapkınlık özgürlük çerçevesinde değerlendirilemez. Devletin aileyi, bireyi, toplumsal ahlakı korumak gibi bir görevi vardır. Kamuoyunun en azından bu çirkinliğe karşı uyarılması, teşvik edici yayınların önünün alınması gerekir.

Sapkınlığa teşvik,  bu olimpiyatla  sınırlı değil, son yıllarda yaygınlaşan ve bedenin tüm hatlarını ortaya çıkaran giyim tarzı da aynı eşcinselliğe teşvik mantığı taşıyor. Gizli/açık öyle bir kampanya yürütülüyor ki, dün utanç vesilesi olan şeyler bugün normal ve medenileşmenin bir gereği olarak kabul ediliyor.

Görülüyor ki, Batı, kilise ile yollarını ayırırken Hz. İsa ve  Allah ile  de yollarını ayırmış. Medeniyet tasavvurunu bütün ahlaki değerleri çöpe atmak üzerine kurmuş. Din, medeniyetin merkez kolonu olmaktan çıkarıldığında, o medeniyet  hem değerlerini hem yolunu kaybeder. Batı, için Hıristiyanlık artık sadece kendini ötekinden ayırmak için kullandığı bir markadır,  bir hayat tarzı asla değil. Bir yaşam biçimi olsaydı, daha farklı bir olimpiyat açılışı seyredebilirdik. Her türlü dini, la dini sapkınlığa karşı toplumu eğitmek, farkındalık yaratmak ülkeyi yönetenlerin, anne babaların ve toplumun görevidir. Böyle sus-pus olmak, en küçük bir tepki kırıntısı göstermemek  insanlığın onurunu, şerefini, ahlakını ve aileyi hedef alanların ekmeğine yağ sürmektir.

BELEDİYELERE VERGİ KUŞATMASI

CB Erdoğan, belediyelerin biriken SGK borçlarını ödemelerini aksi takdirde icra yoluna gidileceğini  söyledi.

Bu borçlar yeni değil, neredeyse hepsi AKP’li belediyelerin arkasına hükümeti alarak ödemediği borçlar. Seçim kaybedinceye kadar bu borçlar hiç gündeme gelmedi, borç ödememek adeta AKP’li belediyelerin rutin bir uygulaması haline geldi.

Kamuyu düşünen bir iktidarın bu borçları çok önceden tahsil etmesi gerekirdi. Ama devlet partileşince belediyeler de aynı partiden olunca kimse böyle bir teşebbüste bulunmadı.

CB’nin açıklaması karşısında ana muhalefet partisi tam bir şaşkınlık yaşıyor. Halbuki, siyasette yumuşama başlamıştı değil mi? Bu şaşkınlık muhalefetin Erdoğan’ı hiç tanımadığını gösteriyor. Bütün himmetini ölünceye kadar iktidarda kalma üzerine kuran, bunun için her fırsat ve imkanı kullanan bir siyasetçi ile normalleşme olmaz. Erdoğan, kendi başarısından çok muhalefetin başarısızlığından beslenen bir siyasetçi. Kesinlikle devlet aklı ve devlet adamı kumaşına sahip değil. Son, güya Filistin’e destek için söylediği, “bir gece ansızın İsrail’e girebiliriz” sözü bunun en bariz ve en yakın göstergesi. Bu laf ulu orta söylenmez, savaş lafla değil silahlarla olur. Bunu söyleyen bir devlet adamı, sözünün gereğini yapmıyorsa bütün caydırıcılık ve inandırıcılığını kaybeder. Bu sözler, zevahiri kurtarma maksadına matuf olsa da yansımaları Türkiye’nin aleyhine olacaktır. Aylarca İsrail’i besleyip şimdi de savaşla tehdit ediyor gibi yapmak riya siyasetidir. Bu kadar savruk, bu kadar başarısız ve tarih perspektifinden mahrum bir siyaset karşısında, ana muhalefet daha hala tozu dumana katmıyorsa yirmi iki yılı hiç anlayamamış demektir. Yumuşama veya normalleşme ancak iktidar değişimi ile olur.