Sene 1979, Aylardan Temmuz,
Halep Üniversitesi koridorunda Hatay'ımızın Suriye toprağı olarak gösterildiği duvar boyu haritayı gördüğümde vurgun yemiştim. Baascı Arap öğrencilerle tartışmış, beladan Kerküklü bir arkadaşın yardımıyla kurtulmuştum...
Sene 2023, Aylardan Şubat,
Bu kez Atatürk'ün akl-i hediyesi Hatay'dayım, ciğerimizi yakan afet sonrası, viran olmuş Hatay'da gözlerim nemli, kalbim buruk, sol avucumun içi sancılı...
Dört arkadaş, Ankara’dan vardığımız Hatay yollarında ayakta bir fabrika görünce mesleki depreşmeyle oraya girdik. Üretim yok, trafo gitmiş, duvarlarda çatlak var, içeri girilemiyor. Dertleşirken, oradakilerden muhtemelen eğitimsiz ama sözleriyle irfan sahibiyim diyen bir vatandaş kendi aksanıyla;
“Abe vallahi biz uslanmayız, Allah bize dedi ki yahu tarlaya ev yapmayın, biz yaptık, o yıktı, biz inatlaştık yine yaptık, aha gördün mü bu sefer öyle bir yıktı ki viraneye döndü.” Sonra ekledi, “yahu heç Allah’la inatlaşılır mı? Bir şey diyem mi abe vallahi biz uslanmayız, yine yaparız. Ama devlet izin vermezse, ağır cezalar koyar ve zırt-pırt değiştirmezse, af çıkarmazsa işte o zaman yapmayız” dedi.
Ben de diyorum ki, Allah toprağı, dağı, taşı yarattı, suyu, okyanusları yarattı ve hepsine bir özellik verdi… Kayaya buğday ekilir mi? Hayır. Peki neden biz Amik ovasına, Türkiye’nin en verimli topraklarına taş-beton-demir yığınlarını diktik?
Görüyoruz ki afet büyükten de öte... Rahmet, şifa ve metanet için yakarıyoruz. Kime? Allah’a... Plan, proje, öngörü ve kalite kontrolünü ihmal ederek hem de Allah ile inatlaşarak ondan duaların kabulünü bekleyebilir miyiz? Bir arazi tarıma elverişli yaratmışsa, orada sadece tarım yapacağız, inatlaşmayacağız, haddimizi bileceğiz.
Halep Üniversitesi koridoruna o bayrağı astıranlar, Atatürk’e yenilmeyi bir türlü hazmedemeyen gerçek dış güçler halen tetikteler… Kilis’ten başlayıp Hatay’a kadar varan deprem sathında, özellikle de iki ilimiz için önerim var.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından belli ölçeğin üzerinde insan çalıştıran, vergi veren, ihracat yapan, katma değer üreten iş insanlarının bölgeyi terk etmeden işlerine devamı için, çok uzun vadeli ve düşük maliyetli teşviklerle mutlaka yerlerinde tutulması sağlanmalıdır. Bölgede uzunca bir süre tarımsal varlıkların ve sanayi kuruluşlarının (hülleye de dikkatle) yabancılara satışı yasaklanmalıdır.
Türk’üz çok şükür ama ırkçı değiliz zira biliriz ki kimse anasını babasını seçme hakkına sahip değildir. Müslümanız elhamdülillah ama dinci değiliz, çünkü “lekum dinukum veliye din (Kafirun S. Ayet 6)” diyoruz.
Bütün bunlara rağmen öküzün altında buzağı arayanlar olabilir. Varsın arasınlar. Eğer bulurlarsa, ben “Yem Uzmanıyım” buzağıyı birlikte yemleriz.
En çetrefilli işlerden birisi de kraldan fazla kralcılar. Güç zehirlenmesiyle şımarıp üst perdeden parmak sallayanlar… Bir de ironi yapalım, her vakitte sırasıyla 33'er kez “ehliyet, adalet ve meşveret” diyelim ki belki uyur numarasından kalkar ve haşa Allah’ın “aldatılamayacağını” anlarız.
Hiç düşündük mü? Cemre neden önce havaya, sonra suya, sonra da toprağa düşer? Sıralama tersinden olsaydı ne olurdu? Aman Allah’ım… Ders almalıyız, günlük kısır çekişmeleri bırakarak, insanımızı insanca yaşatmayı hedeflemeli ve hele bu zamanda takım tutmayı bırakmalıyız.