Erdoğan iktidarının bu milletin başına açtığı en büyük belalardan biri Suriyeli sığınmacılar meselesidir.
Dünyada hiç bir ülke sınır şehirlerini sığınmacılarla doldurmaz. Hele sınır ötesinde akrabaları ve devleti varsa hiç doldurmaz.
Hükümet hiç bir milli kaygı ve endişe duymadan bunu yaptı. Şimdi deprem sonrası Hatay'ın ne olacağını konuşuyoruz. Evi yıkılanlar başka bölgelere göç ediyor. Hatay giderek Türksüzleşerek bir sığınmacı şehri haline geliyor.
Olaya ensar/muhacirin zihniyetiyle bakanların bundan rahatsızlık duyacaklarını sanmıyorum. Bu anlayışa göre Türkiye Türklerin değil, tüm ümmetin. Dolayısıyla bu ülkeyi kanıyla, canıyla vatanlaştıranların bir sahiplik veya öncelik iddiasında bulunmaları mümkün değil.
Mesele sadece bu bakış tarzıyla bitmiyor, olayın bir de proje yanı var. Kuzey Suriye sistemli olarak boşaltılarak PKK'ya muhalif unsurlar Türkiye'ye itildi. Bunların büyük kısmı ihvanın Selefi fikirlerinden etkilenen yahut hiç bir davası, hassasiyeti olmayan insanlar. Elbette içlerinde işinde gücünde geldikleri yere adapte olmaya çalışanlar da var. Ancak bunlar büyük bir yekün oluşturmuyor. Deprem bölgesinde yağmaya, çapula karışanların kimliği bu insan transferinin ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor.
Erdoğan, bugüne kadar bu meselede tutarlı bir politika izlemedi. Tepki arttığında göndereceğiz dedi, tepkiler tavsadığında kalacaklar dedi.
Bu sığınmacı ithalinin bir başka sonucu da ulus/millet tahripçiliğidir. Millet içinde azınlık bir ulus yaratma ihtimalidir. Bu, bugün artık ihtimal olmaktan çıkıp bir gerçek halini almıştır. Şehirlerde sığınmacı mahallelerinin oluşması, ilişkilerin kapalı cemaat ilişkileri şeklinde seyretmesi etkileşimi azaltmakta sığınmacıların bulundukları topluma adaptasyonlarını zorlaştırmaktadır. İktidarın ulus-devlet karşıtlığı bu kabileleşmeye cevaz vermesine hatta teşvik etmesine neden olmuştur.Hala sığınmacılara sağlık ve eğitim gibi alanlarda sağlanan avantaj, bu akımı artırmakta, ülkeyi sığınmacılar açısından cazip hale getirmektedir.
Deprem sonrası bölgede görev yapanlardan dinlediğim bir çok vaka var. Bölgede en organize, en planlı ekip her zaman olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri. Depremin üzerinden 2 hafta geçmesine rağmen başta AFAD olmak üzere öteki resmi kuruluların aynı ölçü ve disiplinde organize olduklarını söylemek çok zor.
Bazı gazetelerde yazılanların aksine Hataylılar dalgalar halinde şehri terk ediyor. Bunda vatandaşın ihtiyaçlarının zamanında karşılanmamasının, depreme geç müdahale edilmesinin de etkisi büyük. Bu göçü mutlaka durdurmak gerekiyor. Bölgeye ziyaretinde sayın Akşener, yabancılara mülk satışının yasaklanmasın istedi. Bu doğru bir talepti. Ancak Erdoğan iktidarının muhalefetin dediklerinin tersini yapmak gibi bir özelliği var, onun için Akşener'in sözleri çok dikkate alınmadı. Evet yabancıya mülk satışı yasak ama bu, kanun arkadan dolanılarak, şirketler veya TC vatandaşları üzerinden kolayca yapılabiliyor. Gerekirse satılan veya mülkünü satmak zorunda kalan vatandaşların mülkleri bir fon ayrılarak devlet tarafından alınmalıdır.
Hatay'da karakolların da bir çoğu yıkıldı. Onun için depremde çapul yapanların bir kısmı gözaltına alınıp nezarete atılamadı. Vatandaş tarafından dövülüp, darp edilerek bırakıldı. Yıkılan karakolların enkazı altında silahlara ne olduğu ise şimdilik bilinmiyor. Silahların akibeti ile ilgili resmi bir açıklama da yapılmadı.
Hülasa Hatay'da depremin can kabı dışında da ağır sonuçları oldu.İleride kötü sürprizlerle karşılaşmamak için sınır kentleri sığınmacılardan temizlenmeli, Hataylının Hatay'da kalması için ciddi tedbirler alınmalıdır.