Nerede namuslu bir siyasetçi veya devlet adamı varsa onu lekeleyen, itibarsızlaştırmaya çalışan bir mekanizma var. Amaç, toplumla yönetenler arasında telafisi imkansız bir güvensizlik yaratmak. Ama tek sebep bu değil, esas hedef hırsızlığı, yolsuzluğu meşrulaştırmak. Toplum, herkesin çaldığına inandırılırsa artık dürüst siyasetçi yok en az çalanı seçelim diyecek.
Oysa her zaman namuskar siyasetçiler, yöneticiler vardır. Onlar da - şüpheli- hale getirilince vatandaş namuslu olanı aramayı bırakıyor.
Bugün geldiğimiz/ getirildiğimiz nokta budur!
Toplum biraz daha yozlaştırılır biraz daha çürütülürse hırsızlar arasında en kanaatkarını aramayı bırakıp en mahirini bulup seçecek. O hale getirildik.
Bu hale getirilmiş bir toplum, kendi kendini tahrip eden bir aygıta dönüşür. Çünkü bir toplum, ancak kendini yönetenlerden ahlaklı ise onları sorgulayabilir, değilse sorgulayamaz. Bugün her ahlaksızlığın, hukuksuzluğun tepki görmemesinin tam aksine alkış ve takdirle karşılanması bundandır.
Hangi toplum, “Ben BOP eş başkanıyım” sözünü alkışlar? Hangi toplum, Apo’yu meclise davet edenleri desteklemeye devam eder? Hangi toplum, kendini sefalete düşürenlerin peşinden gitmeyi sürdürür? Bir toplum kıblesini kaybetmeye görsün. Gerisi savrulmak, futbol topu gibi oradan buraya gidip gelmektir.
Muhsin Yazıcıoğlu ahlaklı bir siyasetçiydi, imanı, inançları her şeyin önündeydi. N'oldu? Ahlak nutuğu atanlar ona yüzde bir oyu bile çok gördüler.
İttihatçılar için şöyle böyle denilir. Yanlışı olmayan insan, hele siyasetçi yoktur. İttihatçılar için de şu veya böyle denilebilir. Ama yönetenleri, önde olanları ahlaklı adamlardı, eskilerin deyimi ile hırs-ı cah (makam koltuk tutkusu) taşımazlardı.
Talat ve Enver paşalar yurt dışına çıkacakları zaman İttihat Terakki Cemiyeti, yurt dışına çıkacaklara sadece 2500 lira harcırah takdir etmiş, bu para ile yurt dışına çıkmışlardı.
Hüseyin Cahit Yalçın Talat Paşa’nın karakterini anlatırken şunları söyler: “Umumi Harp’te millet süpürge tohumu ekmek yerken Talat da evine vesika ile aynı ekmeği alıyordu. Bir gün askeri Levazımat-ı umumiye reisi Topal İsmail Hakkı Paşa evlerine gelmişti. Sadrazamın evinde bu çamur gibi ekmeğin yendiğini görünce Talat paşanın şoförünü yanına çağırmış, ertesi gün gelip kendisini görmesini tembih etmişti. Ertesi gün kendisini ziyaret eden şoföre bir torba beyaz ekmek verip Talat Paşa’nın evine gönderdi. Talat Paşa’nın refikası, doksan yaşındaki ihtiyar annesi Levazım reisinin bu hediyesine son derece memnun olmuşlardı. Fakat akşamüzeri eve gelip sofraya oturduğu vakit bu beyaz ekmekleri gören Talat Paşa en küçük dilimlerini bile toplattı ve şoförünü çağırarak şu emri verdi: Bunları İsmail Hakkı Paşa’ya götür ve selam söyle. Biz her gün vesika ile ekmeğimizi mahallemizin furunundan alıyoruz, bu ekmeğe ihtiyacımız yok.”
Namuslu, ahlaklı siyaset ve siyasetçiyi görüyor musunuz?
Bu ülkede Dışişleri bakanlığı, Başbakanlık yapmış biri kendine vatandaşından gayrı bir ayrıcalık tanımıyor. Talat Paşa Sadrazam olduğunda da ona ve ailesine ayrılan konuta - lükse alışmamak için- taşınmamış, mütevazi evinde kalmaya devam etmişti. Bir de bugün siyaset yapanlara bakın, sofralarında ejder meyvesinden manda yoğurduna kadar her şey var. Servetlerinin haddi hesabı yok. Oysa bazı çevreler tarafından( özellikle Türklüğe dönüşleri yüzünden) yerden yere vurulan Talat Paşa, 15 Mart 1921’de Berlin’de şehit edildiğinde cebinde sadece 10 mark vardı. Onun için ittihatçılar icraatlarından dolayı eleştirilebilir ama kimse Talat ve Enver Paşa gibi liderlere ahlaksızlık, namussuzluk veya hainlik isnat edemez! Ziya Gökalp, İttihat Terakki için; “Türk milletinin ruhundan doğmuş bir mefkure hamlesi” derken işte bu ahlak yapısını ve idealizmi kastediyordu.
Türkiye’nin en az terör ve bölücülük kadar ağır bir sorunu da ahlaki çürümedir.
Siyasete ahlak getirilmedikçe ülkenin kaynakları rüşvet bedeli de eklenmiş ihalelerle haramzadelerin cebine akmaya devam edecektir. Bunun yolu, ahlakı sadece kişinin inisiyatifine, iradesine bırakmak değil, hukukla kişisel zaaf ve hırsların önünü almak, yani hukukun üstünlüğünü sağlamaktır.
Unutmayalım ki düzeltecek olan millettir, dolayısıyla millet düzelmedikçe hiçbir şey düzelmez!