Son yıllarda kurban bayramlarını Suriye’nin kuzeyinde geçirdim. İlaveten her fırsat doğduğunda koşarak giderim Türkmen kardeşlerimizin yanına. Benim ve ağabeyimin ülkücü olmamıza vesile olan aile büyüğümüz, önceki askeri operasyonların hepsine katıldı. Şu anda da orada ama SMO artık gerçekten ordu olduğundan cepheye gidemedi. Türkiye’nin kontrolündeki bölge ile İdlib’i iyi bildiğimi düşünüyorum.

HTŞ bir çatı örgüt. Altında onlarca farklı görüşü benimseyen örgüt var altında. 300 mensubu olana örgütte var 15 000 mensubu olanda. Türkler, Araplardan sonra en kalabalık millet HTŞ’ de. Türkler ve Araplar dışında kayda değer sayıda Hintli (Hindistan, Pakistan ve Bangladeş) var. Sırasıyla Uygurlar, Özbekler, Çeçenler, Tatarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Türkiye Türkleri ve Türkmenler en kalabalık Türk grupları. Türkiye’den gidenlerin çoğu Kürt. Yine sırasıyla Suriyeliler, Mısırlılar, Suudiler, Iraklılar, Tunuslular ve Cezayirliler en kalabalık Arap grupları.

HTŞ’ nin kurucuları DEAŞ ya da El Kaide kökenliler. Bir kısmı bu örgütlerdeki yanlışları görmüş, itiraz etmiş ve sonuç alamayınca kopmuş. Bir kısmı El Kaide ve DEAŞ başarısız olunca, başarısızlığın nedenlerini sorgulamış. Aynı ideolojik çizgiyi muhafaza etmekle birlikte strateji değişikliğine gitmiş. Bir kısmı bu örgütler kaybettikten sonra arayışa girmişler ve yeniden yapılanmışlar.

HTŞ çatısı altında toplanan örgütlerin önceki cihatçı örgütlerden en temel farkları; tekfiri reddetmeleri, ehli kitap nazariyesini değiştirmeleri, cihadı Suriye ile sınırlamaları, terör saldırılarına karşı olmaları, kategorik batı karşıtlığını reddetmeleri ve halkı dönüştürmek yerine halka uyum sağlamayı benimsemeleri. Bu farkların oluşumunda geçmişten yaşanan tecrübelerin yanında Londra ve Ankara’da muhakkak etkili olmuştur.

Selefilerin en belirgin özellikleri, neredeyse kendilerinden başka herkesi İslam dışı ve/veya sorunlu, özürlü Müslümanlar olarak görmeleridir. Bırakın kendi haline Müslümanları, örgütlerinden ayrılanları dahi tekfir ederler yani küfürle suçlarlar. HTŞ’ de bu yaklaşım terkedildiğinden çatı örgütün bünyesinde tasavvufa inanan, tarikat mensuplarından oluşan ve Şafii-Eşari mezheplerinin fetvalarını esas alan örgütler var. Arap HTŞ mensuplarının çoğu Şafii-Eşari. Türklerin çoğu Selefiliğe daha yakın.

DEAŞ, Selefi anlayışı açıktan reddeden herkesi tekfir ettiğinden, insanları katledebiliyor, sürebiliyor ve köleleştirebiliyordu. HTŞ’ de tekfir olmadığından bunlarda olmuyor. İdlib’te Dürziler ve Nusayriler, HTŞ idaresinde en ufak sorun yaşamadılar. Hatta belediye hizmetlerinde öncelikli oldular. DEAŞ ehli kitap tanımını çok sınırlandırdığından bu tanıma uymayanlara da yukarıdaki muameleleri yapıyordu. Irak’ta 1300 yıldan uzun süredir Müslümanlarla birlikte yaşayan Yezidiler köleleştirildiler, alınıp, satıldılar. Hıristiyanların kelleleri kesildi. HTŞ’ de bu anlayışta yok.

‘’Cihadı Suriye ile sınırlama’’ çok stratejik bir hamle. Bu hamle sayesinde Batılıların yanında çevredeki ülkelerde HTŞ’ yi tehdit olarak görmüyor. Oysa DEAŞ ve El Kaide en yoğun tepkiyi, rejimlerini tehdit altında hisseden Arap devletlerinden görüyorlardı. ‘’Cihadı Suriye ile sınırlama’’, tasavvufa düşmanlık etmeme ve Eşari- Şafii yorumlarını kabullenme, HTŞ’ yi yerlileştiren, Suriye halkıyla bütünleştiren hamleler.

El Kaide ve DEAŞ bir fetvayla egemenlikleri altındaki kitleleri dönüştürebileceklerini düşünüyor, daha doğrusu dönüştürmeye çalışıyorlardı. Oysa HTŞ halka uyum sağlamaya çalışıyor. İnsanlara yardım ediyor, ikna etmeye çalışıyor. İdlib’te kılık kıyafete karışılmıyor, namaz vakti dükkanlar kapatılmıyor, sokaklar boşaltılmıyor. İsteyen namaza gidiyor, istemeyen gitmiyor.

HTŞ uzun yıllardır, Suriye’nin en dezavantajlı yerlerinin başında gelen İdlib’i başarıyla idare etti. İdlib en dezavantajlı yerdi zira; 400 000 kişilik bir kente 4,5 milyon kişi doluşmuştu, kentin üç tarafı ve kırsalı Rus ve rejim askerlerince kuşatılmıştı yani tarım yapma imkanı yoktu, su kaynağı düşmanın uhdesindeydi. Şehre gelenler rejim güçlerinden kaçan muhaliflerdi, çok büyük kısmı ihtiyaç sahibiydi.

Rejimin devrilmesinden önceki güne baktığımızda Suriye’de 24 saat elektrik ve temiz su verilen, eğitimin kesintisiz devam ettiği ve temel belediye hizmetlerinin sağlandığı iki bölge vardı: Türkiye’nin kontrol ettiği yerler ve İdlib. ‘’Bu başarıda İngiltere, Katar ve Türkiye’nin katkısı var’’ dediğinizi duyar gibiyim. Var elbette ama aynı başarıyı elindeki petrol ve gaz sahalarına, yurtdışından gelen milyar dolardan fazla yardıma, Suriye’nin en büyük barajlarını ve tarımsal sahaların 2/3’ünü kontrol etmesine ve sınırsız ABD desteğine rağmen PYD başaramadı. Zaten HTŞ’ yi önceki cihatçı örgütlerden ve PYD’ den ayrıştıran özellik iş birliğine, değişime ve öğrenmeye açık olması.

HTŞ kısa sürede ummadığı bir başarı kazandı. Hedefleri Halep’i almakken bütün Suriye’yi aldılar. İdlib’te başarılıydılar ama devlet yönetmek şehir yönetmekten çok farklıdır. İdlib nüfusunun %95’i homojendi: Dindar, Sünni ve muhalif Araplar. Suriye nüfusu çok daha heterojen. Sünni Araplar mevcut nüfusun sadece yarısı. Onlarında 1/3’ü laiklikten yana.

Siyasal İslamcılar bugüne kadar devlet yönetiminde hep başarısız oldular. Muhafazakar demokrasiyi içselleştiren geleneksel İslamcı hareketlerden, Ak Parti gibi başarılı olan istisnai örneklerde oldu, olamayanlarda. Bakalım HTŞ hangi İslamcı anlayışa daha yakın olacak ve daha da önemlisi başarılı olabilecek mi? Bakalım HTŞ liderleri silahla bu kadar yıl geçirdikten sonra sivil hayata uyum sağlayabilecek mi?