Bu makalemi babası şehit edildikten sonra Batı Trakya’dan Türkiye’ye göç eden rahmetli büyükbabam Mustafa Güler’e ve rahmetli büyükannem Emine Güler’e ithaf ediyorum…

Türk Milleti 20. yüzyılda çok sayıda lider yetiştirdi. Milletlerin varlığını koruması ve geliştirmesi için güçlü liderler elzemdir. Güçlü liderler bazen tek başlarına bir milletin ya da topluluğun kaderini değiştirebilir. 2. Dünya Savaşı bittiğinde İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya benzer durumdaydı. Hatta savaştan 1943 senesinde çekildiğinden İtalya’nın durumu nispeten diğerlerinden daha iyiydi. İklimi ılımandı, sahil şeridi uzundu. Coğrafi olarak diğerlerinden daha merkezi konumdaydı.

Katoliklerin dini lideri olan Papa Roma’daydı. Yani Roma Katoliklerin başkentiydi. Değerlendirebilse İtalya Papa üzerinden tüm Katolikleri etkileme gücüne sahipti. Özellikle Kuzey ve Güney Amerika’da kalabalık ve varlıklı İtalyan azınlıklar vardı. Fransa ve İngiltere gibi sömürgelerden çekilmekle uğraşmadılar. İngiltere ve Fransa cihan savaşından sonraki periyotta, müştereken Süveyş Kanalı Savaşına, ayrı ayrı Vietnam ve Falkland savaşlarına girdiler.

Fakat bütün bunlara rağmen İtalya bu ülkelerin en geri kalanı. Bunun başlıca nedeni lider kıtlığı. Bu süreçte İngiltere; Churchill, Thatcher ve Blair, Fransa; De Gaulle, Mitterand ve Chirac, Almanya; Adanauer, Brandt, Schmidt, Kohl ve Merkel gibi liderler çıkarırken İtalya bir tane bile bunlara yakın nitelikte, çaplı devlet adamı çıkaramadı. (Oysa 19. yüzyılda onlarca şehir devletinden oluşan, yarısı işgal altındaki İtalya’nın bağımsızlığını ve birleşmesini üç inanmış önder sağlamıştı: Garibaldi, Mazzini ve Kral Emanuele.)

‘’Türk milleti’’ derken kastımız sadece Türkiye Türkleri değil. İsa Yusuf Alptekin, Rauf Denktaş, Mustafa Cemil Kırımoğlu, Haydar Aliyev, Elçibey, Nazarbayev, İzzetbegoviç ve Sadık Ahmet, 20. asırda dış Türklerin sinesinden çıkmış büyük devlet adamlarımız. Bu kadar kısa sürede bu kadar çok lider yetiştiren başka millet hatırlamıyorum. Düşünün ki, Sibirya ve Türkistan Türklüğü Timur’dan sonra etap etap karanlığa gömüldü ve Osman Batur gibi bir iki istisna dışında, beş yüz yıldan uzun süre büyük lider çıkaramadı.

Osmanlı, Batı Trakya’yı Balkan Savaşlarında kaybetti. Pek bilinmez ama Enver Paşa, elde tutulamayacağı kesinleşince, Teşkilatı Mahsusa’ ya Batı Trakya Türk Cumhuriyetini kurdurdu. Bulgarların saldırılarına kahramanca direnen ilk bağımsız Türk devleti, emperyalist devletlerin Osmanlıya baskı yapması yüzünden varlığını sadece üç ay sürdürebildi. O tarihte Batı Trakya denilen, cumhuriyetin kurulduğu, Bulgaristan tarafından işgal edilen topraklar, bugün Batı Trakya dediğimizde akıllara gelen İskeçe ve Gümülcine’den beş kat daha genişti.

İşgal başladığında ahalinin %87’si Türk’tü. Bulgarlar, Rumlar, Ulahlar, Yahudiler ve Çingeneler başlıca azınlıklardı. Türk sınırında bu kadar yüksek oranda Türk olmasından rahatsız olan Bulgarlar, Türkleri, eziyet yaparak göç ettirme stratejisini benimsediler. Birinci Dünya Savaşında Osmanlılar gibi Bulgarlarda yenildi. Dolayısıyla Batı Trakya’nın güneyi (İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç, Dimetoka) Yunanistan’a verildi.

Yani Batı Trakya aynı Azerbaycan gibi kuzey ve güney olarak ikiye bölündü. Bu bölünme İngiltere’nin çok stratejik bir hamlesiydi. Zira Bulgaristan Ege kıyılarının tamamını kaybetti. Bulgaristan küçük ve güvenilmez bir devletti. Her an SSCB’nin kontrolüne girebilirdi. Bu düzenlemeyle, böyle bir gelişme olsa bile, Sovyetlerin sıcak denizlere ulaşması engellenmiş oldu.

Bulgarlardan eziyet gören Türkler, Yunan hakimiyetinden sonra Bulgarları hasretle arar hale geldiler. Yunanlar Türkleri sindirmek, asimile etmek için çok farklı stratejiler uyguladılar. Yüzlerce Türk köyünü askeri bölge ilan ederek, giriş çıkışı imkansız derecesinde zorlaştırdılar. Bu köylerde yaşayan Türkler şehirlerden, diğer Türklerden kısaca medeniyetten koptular, tamamen içlerine kapandılar. 

Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonraki ilk yıllarda, başta eski Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi olmak üzere Milli Mücadele karşıtları arkalarına Yunan devletini alarak, Batı Trakya’ya yerleştiler. Burada Türkiye aleyhtarı propagandalar yaptılar. Türklerin bir kısmı bu propagandaların etkisinde kalsa da büyük çoğunluk sığınmacıları dışladı. Atatürk’ün çıkardığı aflardan sonra sığınmacıların çoğu Türkiye’ye döndü. Geri kalanlarda Mısır, Suriye, Lübnan gibi memleketlere gittiler.

Yunan devleti Batı Trakya’ya Yunan kökenlileri yerleştirerek bölgenin demografisini değiştirme siyasetini ısrarla sürdürüyor. Lozan mübadilleriyle başladığı iskan siyasetini, SSCB yıkılınca eski Sovyetler Birliğinden gelen elli binden fazla Yunanlıyı Batı Trakya’ya yerleştirerek sürdürdü. DP iktidara gelip Yunan makamlarına baskı yapana yani Celal Bayar lisesinin açıldığı 1952 senesine kadar, Türklerin azınlık lisesi yoktu.

Türklerin önünde iki alternatif vardı. Ya çocuklarını Yunan okullarına göndermeyerek cahil bırakacaklardı ya da yatılı Yunan okullarında çocuklarının beyinlerinin yıkanmasına ve asimile olmalarına razı olacaklardı. Bu şekilde Yunan liselerinde ve üniversitelerinde eğitim görenlerin ekseriyeti Atina ve Selanik gibi metropollere yerleşerek Türk toplumundan uzaklaştı. Celal Bayar lisesi okumuşların asimilasyon sürecini kırarak büyük hizmet yaptı. Fakat bu sefer, Celal Bayar lisesini bitirenlerin yüksek öğrenim için Türkiye’ye gelme süreci başladı.

Yunanistan Türk üniversitelerinin denkliğini kabul etmediğinden eğitim amacıyla Türkiye’ye gelenlerin baskın çoğunluğu Batı Trakya’ya dönmedi. Dönenlerde ekseriyeti denklikleri kabul edilmediğinden bir süre mücadele ettikten sonra Avrupa’ya yönlendiler. Bu nedenle Batı Trakya’da ki Türk nüfusu hem azaldı hem de nitelik olarak zayıfladı. Eğitimli ve genç Türkler Türkiye ve Avrupa’ya gitti, yaşlılar ve eğitimsizler Batı Trakya’da kaldı. Ekseriyeti İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da on binlerce, Türkiye’de yarım milyonun üstünde Batı Trakya Türk’ü var. 

Yunan devleti, Türkleri önce Türk ve Pomak olarak bölmeye çalıştı. Bu politika başarılı olmayınca ‘’Siz Türk değilsiniz, Müslüman Yunanlısınız.’’ propagandası yapılmaya başlandı. Başta camiler, türbeler, hanlar, hamamlar ve kervansaraylar olmak üzere Osmanlı’dan kalan her şey çürümeye terkedildi. Türkçe şehir, köy, kasaba dağ, tepe isimleri yasaklandı. Binlerce Türk gayrimenkullerini ve tarlalarını satmaya zorlanarak memleketini terk etmek mecburiyetinde bırakıldı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı Batı Trakya Türklüğünü mahvetti. Yunan kontrolündeki Batı Trakya’ya önce İtalyanlar saldırdı. Sonra Almanlar işgal etti. Alman İşgalinde Bulgar güçleri de Almanlarla birlikteydi.

Alman işgali bitince önce Yunanlarla Bulgar çeteleri savaştı sonra Batı destekli milliyetçilerle SSCB destekli komünistler arasında iç savaş yaşandı. İç savaş, galibi 1949 senesinde netleşse de 1955 yılına kadar düşük yoğunlukta devam etti. Hem savaş hem de iç savaş nedeniyle canından bezen Türklerin yarısına yakını, mallarını yok pahasına devrederek 1950’li yıllarda Türkiye’ye göçtü. Merkezi ve yerel yönetimler her fırsat bulduklarında, bütçeleri el verdiğinde zorunlu kamulaştırmalar yaparak göçü hızlandırmayı hedeflediler.

İç savaş yıllarında, Türkler arasında kralcıları ve komünistleri destekleyen küçük gruplar oluşmuştu. İç savaş bittikten sonra başlayan demokratik dönemde Türk azınlığındaki sağ-sol bölünmesi derinleşti. Karamanlis ve Papandreu taraftarları çekişmeye başladı. Türk cemaati PASOK’ çular ve Yeni Demokrasiciler olarak ikiye bölündü. Türklerin bir kısmında parti aidiyeti, Türklük ve Müslümanlık kadar olmasa da, baskın bir kimlik bileşeni haline geldi. Türkler savaşın bitmesi ve demokratikleşmenin başlamasıyla beraber kısmen rahatlamışken aşırı sağcı albaylar darbe yaparak faşist bir rejim kurdular. Yüzbinlerce Yunanlı vatanını terk etti. Yedi yıl süren dikta rejiminde Türklerin ehliyet alması, gayrimenkul alması yasaklandı. Benzeri görülmemiş bir uygulamaya gidilerek, Yunan ırkından olmadıkları gerekçesiyle Batı Trakya’da yaklaşık elli bin, yurtdışında çalışmak ya da eğitim amacıyla bulunan yüz binden fazla Türk vatandaşlıktan çıkarıldı.

Bu uygulama aileleri parçaladı. Aile üyelerinin birbirleriyle görüşmelerini engelledi. Vatandaşlıktan çıkarma uygulaması, Türk azınlığın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi tutuldu. Türkler sindirildi. Zira vatandaşlık hakkını kaybedenler her şeylerini kaybediyordu. İşe giremiyorlar, eğitim alamıyorlardı. Yurtdışına çıkamıyor eğer yurtdışındaysalar bulundukları ülkeyi terk edemiyorlardı. Tapuları geçersiz oluyordu. Amaç kötü örnekler yaratarak, Türkleri faşist rejime sadık hale getirmekti.

(DEVAMI YARINKİ YAZIMDA)