Yazacak pek çok konu var; dolayısıyla günlük köşe yazısı yazsak bile sıkıntı çekilecek bir durum yok. Bir türlü önü alınamayan, hatta alınmayan kadın cinayetleri, kadınlara ve çocuklara yapılan tacizler, Kaz Dağları ve benzeri çevre konuları, “Büyük devlet” olmakla övünmemize rağmen madenlerimizi yabancı şirketlere vermemiz, baş edilemeyen orman yangınları, “Ayranı yok içmeye” misali mesela Trabzon’da meydana gelen sel felaketi üzerine üç ayrı Bakan devlet kesesinden üç ayrı özel uçak kiralayarak giderlerken orman yangınlarına müdahale edecek uçak bulunamaması, biz hem ABD hem de Rusya ile “Dost” ve “Stratejik ortaklık”tan söz ederken o iki süper gücün adeta bizimle dalga geçerek “Tavşana kaç tazıya tut” politikası ile devletimizi oyalaması, peş peşe gelen şehitler ve dahi Egemen Bağış vak’ası! Hangisini yazsak kelimelerle ifade edilemeyecek derinlikleri var. Mesela şu Egemen efendi!

Sen, “Her Cuma bir ayet sallıyorum; Bakara makara, takara tukara” diye Kur’an-ı Kerim’le dalga geç, meşhur rüşvetçi Rıza Zarraf’ın listesinde baş sıralarda olup hasbel kader getirildiğin Bakanlıktan ayrılmak zorunda kal ve iş soğuyup unutulmuştur mantığıyla hoop diye Avrupa’nın göbeğine Büyükelçi ol! Doğrusu benim içime sinmiyor. Öyle inanıyorum ki bu atama halk söyleyişi ile “Allah’ın gücüne gitmiştir” ve Allah Kelamı Kur’an-ı Kerim Ahiret günlerinde bu durumdan şikâyetçi olacaktır.

Böyle bir girişten sonra gelelim yazımızın asıl konusuna…

Siyasetçilerle ucundan kıyısından o vadiye girenler gerçekten tuhaf insanlar. Herhangi bir siyasi parti içinde bulunup önemli görev alanlarla hele de onların Milletvekili ve Bakan olanları, kendilerine verilen bu görev devam ettiği sürece tabir yerinde ise burunlarından kıl aldırmıyorlar; bırakın küçük dağları, büyük dağları bile “Biz yarattık” dercesine bir tavır takınıyorlar ama başarılı olsalar da olmasalar da görevden ayrılınca ya da başarısızlıklarını perdeleyip siyasi manevra yapma durumu ortaya çıkınca başlıyorlar konuşmaya: “Bildiklerimi söylersem!..”

Kısacası o süre zarfında çekilen sıkıntılar, parti içindeki baskılar, içlerine sinmeyen uygulamalar, istenmeye istenmeye kaldırılan parmaklar ve bütün bunlara rağmen “kol kırılır yen içinde” mantığıyla sus pus oluşlar bitince “bildiklerimi söylersem” edebiyatı başlıyor. Öyle olunca iktidar farklı, muhalefet farklı beklentiler içine giriyor ve “tuzu kuruların” sen – ben kavgası milletin fertleri olarak bizleri oyalamaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü her nedense o “bilinenler” bir türlü söylenmiyor. Keşke söyleseler şu bildiklerini de kendileri de rahatlasa biz de rahatlasak ama söylemiyorlar işte! Örnek çok da, birkaçını hatırlamakta fayda var:

Bir önceki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Hanım şunları söylemişti: “Bizi çok üzdüler. İnsan kendisini zor tutuyor. Bizi hiçbir şey görmüyor, bilmiyor, farkında değiliz mi sanıyorlar? Her şeyin farkındayız. Şimdi susuyorum ama fazla susmayacağım!”

Hayrunnisa Hanım bu sözleri yaklaşık beş yıl önce söylemişti ama “farkında” olduklarını bugüne kadar söylediğini en azından ben duymadım, bilmiyorum.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bir vesile ile “Fetö ile mücadele konusunda bildiklerimizi bilseniz gece sabaha kadar uyuyamazsınız” demişlerdi. Sayın Bakan “Millet uykusuz kalmasın” diye bildiklerini bir türlü söylemedi ama sanırım bu konuda kendileri de bizim bildiklerimizi bilmiyor. Öyle ya, artık koktukça kokan “Siyasi ayak” konusuna bir türlü girmiyor. Bu hain ve zalimlerin asıl siyasi ayağının AKP içinde olduğunu herkes biliyor da onlar bir türlü çözemiyorlar!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sondan bir önceki Başbakanı Ahmet Davutoğlu son günlerde bir hayli faal. Eteğindeki taşları ha döktü ha dökecek diye bekleniyor ama “Bildiklerimi söylersem” babında, “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa birçok kişi insan yüzüne bakamaz” deyince anladım ki o defterleri açmayacak!

Yalnız, haksızlık etmeyelim; AKP’nin Ankara milletvekillerinden olup özellikle Başbakanlığı döneminde yıllarca Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını yazdığı bilinen Aydın Ünal, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Recep Tayyip Erdoğan’ın birbirlerine kavgada bile söylenmeyecek sözler sarfettikleri dönemde, Ağustos 2015’te birkaç tweet atmış ve demişti ki: “Ağzından köpükler saçarak konuşan siyasetin zavallısı Devlet Bahçeli için, bütün o köpükleri itinayla yalayacağı yeni bir süreç başlıyor!”

Olayların gelişmesine bakılırsa o “süreç” gerçekten başlamış ve söylenenler, havada uçuşan hakaretler unutulup can – ciğer kuzu sarması olunuvermişti. Bunu hepimiz görüyor ve biliyoruz da o “bilinenler” yine söylenmedi, yine söylenmiyor. Her iki lidere de o en ağır sözleri unutturan sır nedir? Aydın Ünal o tweetleri atarken herhalde yaklaşık dört yıl sonra yapılacak olan 31 Mart mahalli seçimlerine malzeme olup 24 Haziran’da yenilenen İstanbul seçimleri sırasında unutulan “Beka” meselesini aklına bile getirmemişti.

Kısacası “Bilinenler” mutlaka söylenmeli ve sağa sola çekiştirilip komplo teorileri oluşturulmasına, dedikoduların ayyuka çıkarak günaha girilmesine sebep olunmamalıdır. Çünkü laf ağızdan bir kere çıkmışsa geri dönüşü yoktur. Eğer ortada ciddi bir “Devlet sırrı” varsa da zaten “Bildiklerimi söylersem” diye ortaya çıkıp mide bulandırmak ihanet gibi bir şeydir.

Unutulmasın ki, her haksızlığı sineye çekip her söylenene inanan ve politikacıların elinde oyuncak olan bu mazlum milletin de bildikleri vardır. Millet, “Bildiklerimi söylersem” diye blöf yapmaz ve söyleyiverir. Buna meydan verip mahcup olmamak için politikacılar da -hele öyle bir söz söyledikten sonra- bildiklerini mezara götürmemelidirler. Çünkü meşhur meseldir ki bu tür lafların “Şuyuu vukuundan daha beterdir!” Yani ki söylentisinin yayılması olmasından daha fena bir durumdur ki; Türkiyemizde yaşanan tam da budur.