Bugün yazımı Elazığ Din Görevlileri ve Sendikası eski başkanı Hat sanatçısı, yurt içi ve dışında onlarca caminin yazı ve süslemelerini yapmış Nihat Oğuz'un anlattığı bir hikayeye ayırmak istiyorum. O da bu ülkenin her sorununu dert edinen, 12 Eylül kuşağından bir isim. Kuvvetler ayrılığı herhalde hiç bu kadar açık, net ve basit bir şekilde anlatılmamıştır.
Hikaye şu:
Eskiden insanlar mahrumiyet içerisinde yaşamışlar, en temel ihtiyaçlarına ulaşmak için bile büyük emek sarfetmek zorunda kalmışlar. Teknoloji geliştikçe hayat da kolaylaştı.
Ateş, insan hayatının en önemli ihtiyaçlarından biri, geçmişte ya tutuşmaya elverişli ağaç dallarını sürterek veya kıvılcım çıkarmaya müsait taşları çakıştırarak ateş elde etmişler.
Ateşi yakmak ne kadar zorsa, onu muhafaza etmek de o kadar zordu, yakın geçmişe kadar köz parçalarının üzeri küllerle örtülerek ateş muhafaza edilir, ihtiyaç olduğunda közler çıkarılıp ateş yakılırdı.
Günün birinde çakmak bulununca işler de kolaylaşmış, artık emek çekmeden ateş yakmak mümkün hale gelmiş. Köyün birine de bir çakmak getirmişler, çakmak o kadar kıymetli ki sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmamsı için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız, demişler.
Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi- olarak giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş. Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış. Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçicilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.
Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş. Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş;
-Sizde çakmak yok mu?
-Köylüler; var, demişler,
-Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?
-Köylüler; yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?
-Evet, muhtara verdik,
-Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?
-Siz öyle yapmadınız mı?
-Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik. Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.
-Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız.