İktidar Partisi olduğu için hep göz önünde olması ve son yıllarda hata üstüne hata yapması, pek çok değerimizin içini boşaltması, eğitimi yaz – boz tahtasına çevirmesi, hak – hukuk – adalet kavramlarının yerle bir edilmesi, kul hakkının adeta kitaptan çıkarılması, lüks, israf ve şatafatın alıp başını gitmesi, yolsuzlukların ayyuka çıkması, adam kayırmacılığın tavan yapıp ehliyet ve liyakat kavramlarının unutturulması, Dış Politikada defalarca çuvallanması, ekonomide tökezlenmesi, tarım ve hayvancılığımızın yerlerde sürünmesi, bir yanda haksız kazançlar artarken öbür yanda sefaletin sürmesi, işsizliğin artması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tamamen siyasetin kontrolü altına alınması gibi pek çok sebepten dolayı yazılarımda ağırlıklı olarak AKP iktidarına dokundurmalar yaptığım doğrudur. Öyle ki, “Hiç mi iyi şeyler olmuyor, onları niye yazmıyorsun” diye ikaz edenler bile oldu. İyi de be güzel kardeşim; peş peşe hatalar yapılıyor ve haksızlıklar alıp başını gidiyorsa devletimizin, milletimizin yakın geçmişi ile bağları tamamen koparılmak isteniyorsa ben ne yapayım?
Başta CHP olmak üzere muhalefet için de oldukça sert yazılar yazmadım değil, yazdım tabii… “CHP Akıllanmaz, AKP İflah Olmaz ve Dahi “Yiğitler Silkinip Ata Binmezler İse Tünelin Ucu Görünmez”, “İmamoğlu ve Soyer Gökçekleşme Yolundalar mı” başlıklı yazılarım ilk aklıma gelenler. “Silkinip ata binmesi gereken yiğitler” elbette yıllardır saf, temiz, ulvi bir dava uğruna içlerinde bulunduğum ülkücülerdi. Türk Ülkücülerinin siyasi partisi olma özelliğini giderek kaybettiğini üzülerek gördüğüm MHP’nin adeta kendi fikriyatını inkâr edercesine kayıtsız şartsız AKP iktidarına destek olduğunu, İYİ Parti’nin bir türlü acemiliklerden kurtulamadığını da yazılarımda konu etmişliğim var. Yani atları nallayan nalbantlar ve en keskin kılıçları yapan demirciler gibi hem nalına hem mıhına vurmaktan çekinmedim, yine de çekinmem. Çünkü hakkın ve hakikatin, doğruların ve gerçeklerin peşindeyim. Bugünkü konumuz ise CHP ya da Ce Ha Pe!...
Evet… Bu CHP var ya bu CHP; gerçekten yola gelmeyecek ve milletimizi tanımadan, tanıyamadan, bazı gerçekleri görmeden, göremeden geçip gidecek. İktidarın verdiği o kadar çok ve o kadar büyük koz var ki, bunları değerlendiremeyen bir Ana Muhalefet Partisi’ne ben ne diyeyim? Bu kozlardan ve iktidarın falsolarından önemli bir bölümünü yazımın birinci paragrafında sıralamaya çalıştım. Bu sıkıntıları, iktidarın açmazlarını yalnızca Salı günleri yapılan grup toplantılarında anlatmak, zaman zaman da konulu çalıştaylar düzenleyerek dillendirmek yetmiyor. Yetse ve işte “CHP kendine gelmeye başladı; ayağa ha kalktı ha kalkacak” diye düşünmeye başlasak ve tam “İşte bu sefer oldu, olacak” desek bile bir CHP milletvekili, bir Belediye Başkanı, Bir İl ya da İlçe Başkanı, Meclis Üyesi ya da olmadı CHP ile özdeşleşen bir gazeteci, bir yazar, bir sanatçı öyle bir laf ediyor, olup bitenlere öyle bir yorum getiriyor ki, -tabirimi hoş görün- ayağa kalkmakta olan parti kıç üstü oturmak zorunda kalıveriyor. Birkaç örnek verecek olursak:
İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu Nisan ayı geldiğinde bir yarayı kaşıyıp Ermenilere selam çakmasa sanki ölecek! Yine Canan Hanım ve İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, “PKK bir terör örgütüdür” demeyen, diyemeyen HDP ile sosyal mesafeyi ihlal etmeseler sanki dünya başlarına yıkılacak? Oysa işte virüs salgını da gösterdi ki “Aman sosyal mesafeye dikkat!..”
İstanbul’dan başlamışken Büyükşehir Belediye Başkanı’na da bir çift söz etmesem olmaz. Be kardeşim, çok güzel bir performans sergileyip gönüllere girerek ve haksızlığa uğratılmana pirim vermeyen İstanbulluların teveccühleri ile seçimi kazandın, oldukça da büyük bir fark attın. Seçimi alın terinle kazandığını herkes biliyor ve takdir ediyorken üzerine vazife olmayan pek çok işe giriştin. Daha doğrusu belediyecilik dışındaki konularda da ahkâm kesmeye başladın. Onun için de “Gökçekleşmeye başladığını” yazmıştım. Oysa seçim kampanyan sırasında destek için geldiğinde, “Ankara’dan Abim geldi” diye takdim ettiğin Mansur Yavaş’ı örnek alsan eminim ki o sekiz yüz bin farkı bir milyon sekiz yüz bine çıkarır da geçersin bile. Bunda şüphe yok. Kısacası “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde!” Az konuş ve çok çalış, üzerine vazife olmayan konularda ahkâm kesmeyi bırak.
Peki ya İzmir? Allah şahit, “İzmir’de oy kullanacak olsam Tunç Soyer’e oy vermeyeceğimi” de yazmıştım. Çok aceleci, kabına sığmayan belki de bir şeyler, hatta çok şeyler yapmak isteyen bir yapısı var ama “Gökçekleşme” yolunda İmamoğlu’ndan da hızlı gittiği kesin. Eskiler “Bin düşün bir söyle” ya da “Söz gümüş ise sükût altındır” diye boş yere söylememişler. Yani boşboğazlık doğru değildir. Kıbrıs konusunda ettiği laf salatası ve en son “İzmir parası, İzmir bayrağı” gibi hemen gündeme oturuveren mini bir konuşması ve sonradan her iki konuda da “Öyle demedi de yanlış anlaşıldı” gibi bir sürü açıklama, bir sürü savunma. Şunu kabul edin ki ey CHP’liler, propaganda gücünüz yok. Karşınızda pireyi deve yapacak, “Reisimiz Merih’e dört şeritli yol yaptı” dese bile inandıracak ya da Emevi Halifesi Muaviye gibi erkek deveyi dişi, dişi deveyi erkek olarak kabul ettirecek güçte ve çoğunlukta bir medya ile bürokratlar ordusu, siyasi bir kadro var. Açıklamalarınızı bile çoğu zaman kendiniz söyleyip kendiniz dinliyorsunuz. İşte Tunç Soyer’in sözünü ettiği o para (İzcoin) konusunu sizden önce Konya’nın AKP’li Belediyesi ortaya atmış (Şehircoin) ve Başkan hem de Sözcü Gazetesi’ne detaylı bir açıklama yapmış imiş. Hiç gündem oldu mu? Hayır! Hiç konuşuldu mu? Hayır! O halde siz ağzınızdan çıkacak her lafı, hatta her kelimeyi ölçerek, tartarak çıkaracaksınız. Öyle dil sürçmesi, hatta vurgu hatası bile olmayacak. Nityekim sen o konuşman sırasında bayrak ve İzcoin konusunu anlatırken sözlerini şöyle bitiriyorsun: “Arkadaşlar uyardılar… Senin bir eyalet kurma çaban olduğu anlaşılır. Sonuçta İzmir’i bu memleketten kopartacak bir çalışma fikri olarak algılanır. Duralım, bunun ismini falan değiştirelim dediler” diyorsun. Nitekim durmuşsunuz belli ama kaşı tarafın propaganda ordusu “Eyalet kurma çaban olduğunu” haykırıp duruyor. Çünkü ağızlara sakız gibi oraya buraya uzatılabilecek bir laf verdin mi işin bitmiş demektir. Bilmiyorum, öğrencilik yıllarında konulu münazaralara katılmış mı idin? Öyle bir tecrüben olsa idi böyle laflar etmezdin!
“Tarzan zor durumda” misali, genelde hemen bütün sağ iktidarların yaptığı gibi AKP iktidarı da sonunda Ayasofya meselesini gündeme getirdi. Malum olduğu üzere yıllarca başörtüsü meselesini kullanmıştı, şimdi sıra Ayasofya’ya geldi dayandı. Buradan çıkış var mı yok mu bilmiyorum ama olmasa bile CHP’li biri, hem bir milletvekili, hem de bir profesör acilen ve hiç vakit kaybetmeden imdada yetişti. Hem öyle bir iş yaptı ki, “Yüzyılın siyasi gafı” mı denir, “AKP iktidarına uzatılan can simidi” mi denir bilemem. Dedi ki vatandaş, “Sultan Ahmet Camii de müze olmalı!..” Buyurun da buradan yakın bakalım; bu laftan sonra Ayasofya cami olmasa bile AKP’ye öyle güzel bir pas atıldı ki, kimseye çarpmadan yön değiştirdi, süzülerek gitti ve CHP’nin kendi kalesine gol oldu! Hem de ne gol! “Bu Ce Ha Pe var ya bu Ce Ha Pe!...” Gerisini doldur doldurabildiğin kadar…
Ben CHP’li miyim ki bu partinin ayağa kalkmasını istiyorum? Elbette hayır ama Türkiye tıkanmış durumda ve değişim şart. AKP 18 yıldır iş başında olup ununu elemiş eleğini de asmış olduğu için artık değişim şart. Getirilen ucube mi ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı” sistemi siyasi partileri ittifaklara zorluyor. MHP, bütün yanlışlara rağmen iktidara kayıtsız şartsız destek olmaya devam ediyor. Onun için çözüm konusunda ondan beklenti kalmadı. İYİ Parti’nin tam inisiyatif aldığı da söylenemez.
CHP Ana Muhalefet Partisi olduğu için bulunduğu ittifakta belirleyici olmak durumunda. Ancak yazımızın sınırları içinde bahsettiğimiz konular ve verdiğimiz örneklerden ders alınmazsa dağ fare doğurabilir. Onun için CHP yönetiminin radikal kararlar alması ve gerekirse her kademeden sorumlu kişilerine konuşma yasağı getirmesi ya da topyekûn bir “Hizmet içi Eğitime” alınmaları şart!