Başı sonu belli olmayan, bilinmeyen ve bilinemeyecek olan dünya hayatında “Daha dün gibi” diyebileceğimiz kadar yakın olan 1940’lı yıllarda Asya’daki Büyük Türkistan Coğrafyası’nın Batı bölümü Sovyet Rusya, Doğu bölümü de Çin tarafından işgal edilmişti. Rus işgali altındaki kardeşlerimizin önemli bir bölümü 1991 yılında bağımsızlıklarına kavuştular ancak Doğu Türkistan’daki Çin işgali devam ediyor. Ekim ayı başlarında Çinliler aslında kendi devletlerinin değil, Türk yurdunu işgal edişlerinin 70. Yılını kutladılar. Bizde de bazı densizler bu “kutlamaya” nerede ise davul – zurna ile katıldılar. O günlerin Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, Çin Büyükelçisi’ni stada davet edip plâket bile verdi ama zulme uğrayan kardeşlerimizin ahı tuttu ve Başkanlığı bırakıp gitmek zorunda kaldı. Beşiktaş gibi bir güzide spor kulübümüzdeki son icraatı da sanırım bu oldu. Tarih onu artık, “Doğu Türkistan’da zulme uğrayan kardeşlerimize işkence yapanları onurlandıran kişi” olarak kaydedecek!
Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur, Kazak, Kırgız Türkü kardeşlerimizin çektiklerini bir Allah biliyor bir de kendileri. Onlara en çok el uzatması gereken Türkiye ise adeta sessiz ve nefessiz duruyor. Bu konuda hassasiyeti olan bizler de yazarak, konuşarak, söyleyerek onların dertlerini dile getirmeye çalışıyoruz ama o kadar!
Ne yazık ki konuyu asıl gündeme getirmesi gereken resmi kurumlarımız susuyorlar. Siyasetin doğru ya da yanlış karmaşık işleri olabilir ama onlardan bağımsız olarak hareket etmesi gereken Diyanet İşleri Başkanlığı ile din adamlarının yol göstericileri Kur’an ve Sünnettir, öyle olmalıdır. O halde ortada zulüm gören Müslümanlara yönelik insani bir trajedi varken Diyanet İşleri Başkanlığı niye susuyor acaba?
Camilerde ve özellikle Cuma ile Bayram namazlarında okunan hutbelerde, verilen vaazlarda Filistin, Myanmar, Arakan, Yemen, Somali ve benzeri yerlerin adı zikredilerek dualar ediliyor, yardımlar toplanıyor da Doğu Türkistan ya da Uygur Türkleri’nin adı niye geçmiyor? Afrika’da adını bile kimsenin duymadığı ülkelere ulaşıp “Kardeş Şehirler” ilan ederek hizmet götürme başarısını gösteren Diyanet mesela Urumçi ve Kaşgar’ı Kardeş Şehir yapmak için bir teşebbüste bulunmuş mudur? Kadim Türk medeniyetinin merkezi olan Turfan’da cami yapmaya ya da oralardaki Müslümanlara yardım ulaştırmaya teşebbüs etmiş midir, etmişse ne cevap alınmıştır çok merak ediyorum! Yoksa Diyanet’in Çin’le olan ilişkisi hacca ve umreye gidenlere dağıtılan çanta ve valizleri sipariş etmek için Pekin’e beşer altışar kişilik ticari/turistik heyetler göndermekle sınırlı mı kalmıştır?
Bu konuda gerçekten çok dertliyim ve dert adamı işte böyle söyletip yazdırıyor…
Ey Diyanet, ey din alimleri, ey sayılarını unuttuğum İlahiyat Fakülteleri!..
Çin askerlerinin evleri basıp Kur’an-ı Kerimleri ayaklar altına aldıkları, Iydgâh Camii’ne namaz kılmaya gidenleri dipçikleyip işkence kamplarına götürdükleri resimleri ve batı dünyasında yayınlanan zulüm görüntülerini hiç mi görmediniz? Kazak Türk’ü oldukları için Kazakistan Devleti’nin diplomatik başarısı ile işkence kamplarından kurtarılabilen bazı kadınların, gençlerin yürek burkan ifadelerini hiç mi dinlemediniz? Dinlediyseniz, seyrettiyseniz hiç mi vicdanınız sızlamadı? Kocaları, babaları işkence kamplarına götürülen kadınların, kızların evlerine Çinli polislerle askerlerin yatıya kalmasının hangi dinde yeri var? Bütün bunlara ses çıkarmamak için insanın “dilsiz şeytan” olması gerekmiyor mu?
Müslümanların birbirlerini sevmeleri ve ayırım yapmamaları şarttır, ben öyle biliyorum. Peygamber Efendimiz, “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” diye buyurmamış mı? “Birbirimizi sevmemiz” Çin’deki kardeşlerimiz için geçerli değil mi? Yine Peygamber Efendimiz, “Müslüman‘ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” buyuruyor malum; peki Çin zulmü altında inim inim inleyen kardeşlerimizin derdi niye dert edilmiyor? Oradaki kardeşlerimizle bugün ilgilenmeyeceksek mahşerde nasıl hesap vereceğiz? İşte bir Hadis-i Şerif daha:
“Faydalı işleri görmekte acele ediniz, ertelemeyiniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O gün geldiğinde insan mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar; dînini küçük bir dünyalığa satar!”
Günümüzde Müslüman geçinenlerin ve kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncelikli konularından biri de Doğu Türkistan’daki zulmü dile getirip her daim gündemde tutmak olmalıdır. Bunun ertelemeye tahammülü yoktur. Çünkü orada bütün dünyanın ve tabii ki özellikle İslam âleminin gözleri önünde vahşice bir soykırım uygulanmaktadır.
Çin zulmü altındaki kardeşlerimiz zayıf, çaresiz ve kimsesizler. Dünya kimseye baki değil. Yarın hepimiz Allah’ın huzuruna çıkacağız, çıkarılacağız. İşte Kur’an-ı Kerim, işte Cenabı Allah’ın buyruğu… İbrahim Suresi 21. Ayet:
“Hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; zayıflar, büyüklük taslamış olanlara diyecekler ki: "Biz size uymuştuk, şimdi siz Allah’ın azabından küçücük bir şeyi bizden savabilir misiniz?" Büyüklük taslayanlar şöyle cevap verecekler: "Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da fark etmez. Bizim için artık sığınacak bir yer yok!"
Sahi, bu durumda erk sahipleri ve ayette geçen “Büyüklük taslayanlar” tanımına uyan herkes nasıl hesap verecek, nereye nasıl sığınacak? Bir başka Ayet-i Kerime’ye dönelim:
“Size ne oluyor da, erkek, kadın ve çocuklardan ezilen ve çaresiz bırakılan insanları kurtarmak için Allah yolunda savaşmıyorsunuz? Öyle ki bu insanlar; ‘Ey Rabbimiz! Bizi bu ülkedeki zalimlerin elinden kurtar da kendi katından bize sahip çıkıp haklarımızı koruyacak ve bize yardım edecek birini gönder’ diye yakarıp duruyorlar.” (Nisa, 75)
Fert fert bizler ya da bir kurum olarak Diyanet Çin’de ve başka yerlerde “Çaresiz bırakılan insanlar için Allah yolunda” ne yapabiliriz? Savaşamayacağımıza göre elbette elimizden geldiğince bir yol bulup onlara yardım edeceğiz. Oralarda bulunan kötülüğü elimizle önleyemiyorsak dilimizle önlemeye çalışacağız. Yoksa imanın en zayıf şubesine sığınıp “buğz” etmeye devam mı edeceğiz? Buğz etmek bir dini kuruma yakışır mı? Dua dille yapılmıyor mu? Sahi, yoksa dua için de bir yerlerden vize almak gerekiyor da haberimiz mi yok? Camilerde topluca yapılacak olan duanın, Çin’den kaçıp kurtularak dünyanın çeşitli yerlerine dağılan mazlumlara bir moral olacağını, onlara bir heyecan, bir ümit vereceğini de mi akletmiyorsunuz, edemiyorsunuz?
Çin zulmediyor ve maalesef ekonomik gücünden dolayı olsa gerek ses çıkarılmadığı gibi “70. Yıl kutlaması” göstermeliğinde adeta şakşakçılık yapılıyor. Oysa Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
“ Sakın zulmedenlere yakınlık göstermeyin, yoksa Cehennem’in ateşi sizi de yakar. Sizin Allah'tan başka sığınacağınız, sahibiniz yoktur ve başka yardım da gelmeyecektir.” (Hud, 113)
Yazımızı, Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistanlı kardeşlerimizle ilgili gerçeklerin artık görülmesi ve hiç değilse hutbelere ve dualara konu olması dileğiyle ve Allah kelamı ile bitirelim:
“Her kim bu dünyada gerçeklere karşı kör ise ahirette de kördür ve Cennet yüzü görmeyecektir. Üstelik o, yol bulma konusunda körden daha şaşkın bir halde olacaktır.” (İsra, 72)