Altmışlı yılların sonları ile yetmişli yıllarda Türkiye’de anarşinin kol gezdiği, büyük şehirlerde Sovyet Rusya’dan, hatta Amerika Birleşik Devletleri’nden destekli sosyalist, komünist örgütlerin “Kurtarılmış Bölgeler” oluşturdukları, Üniversitelerin işgal edildiği, yurt sathında işçilerin kışkırtıldığı bir dönem yaşanmıştı. O dönemde bir taraftan Tıp ve Mühendislik Fakülteleri gibi yükü çok, teori ile birlikte pratik de gerektiren okullarda kayıtlı iken diğer taraftan da o yıkıcı hareketlere karşı mücadele veren Ülkücü kuruluşlarda aktif görev alanların okullarında nasıl başarılı olup hayata atılabildiklerine hep hayret etmişimdir. Hayret ettiklerimden biri de Dr. İbrahim Doğan’dı. Biz de o yılları yaşamıştık ama öğrenim gördüğümüz bölümlerin yükü onlarınki kadar ağır değildi.
1965 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne giren İbrahim Doğan, Sol örgütler üniversitelerde örgütlenmeye başlayınca, 1968 yılında Tıp Fakültesi Ülkü Ocağı’nı kurmuştu. 1969 yılında oluşturulan Ülkü Ocakları Birliği’nin ilk Genel Kurulu’nda da Genel Başkanlığa seçildi. 1970 yılında Tıp Fakültesi’nde cereyan eden silahlı çatışmalarda bir doktorun ölmesi üzerine, son yıllarda da örneğine çok rastladığımız gibi ortada delil olmamasına, kurşunun başka silahtan çıkmış olduğunun tespit edilmesine rağmen haksız yere dört yıldan fazla tutuklu kaldı. O sırada Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi idi ve tek dersten bütünlemeye kalmıştı.
Tıp Öğrenimini tamamlayamamıştı ama bir fakülte öğrenimi süresince kaldığı Cezaevi hayatı O’nun için tam bir Üniversite olmuştu. Çünkü orada hem kendisi gibi Ülkücü tutuklulara ağabeylik ve rehberlik ediyor, hem de hırsızlık, cinayet, uyuşturuculuk ve başka suçlardan gelenlerle, “Mafya” tabir edilen yer altı dünyasının adamlarıyla bir arada oldukları için onları dinliyor, nasihatler ediyor, öğretirken de başka bilgiler öğreniyordu. Değerlendirmesini bilene, eski yıllardaki Asker Ocağı gibi Cezaevleri de bir okuldan farksızdı. İbrahim Doğan, moralini bozup kendini koyuvermek yerine tabir yerinde ise o hayatı da fırsata çevirmeyi başardı. Cezaevinden çıktıktan sonra kaldığı yerden fakültesine devam etti ve çok ama çok çalışarak geçen zamanı telafi etmekle kalmayıp 1979 yılında Uzman Tıp Doktoru ve KBB mütehassısı olarak hayata atıldı. Hastanelerde, resmi kurumlarda doktorluk ve yöneticilik yaptı. TBMM’’nde ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hac Organizasyonlarında Başhekim olarak görev aldı. Bir zamanlar “Terzi Fikri” adında bir komünistin önderliğinde “Kurtarılmış Bölge” haline getirilen Fatsa’da görevlendirilince orada geçmişin izlerini silmeyi başardı. Ayrılırken Fatsa halkı O’nu göz yaşları ile yolcu ediyordu.
Ülkü mücadelesini tıpkı altmışlı yıllarda olduğu gibi kesintisiz devam ettirdi. İdealist insanlarda “Emeklilik” olmazdı ve İbrahim Bey’de de olmadı. Şimdi, her anı ibretlerle dolu yaşanmışlıkları kaleme alıp gelecek nesillere aktarma zamanı idi. “Akıldan Kaleme” adını verdiği kitabını yazarak özellikle 1960 – 1980 yılları arasında ülkemizde yaşanan olayların kendi hayatı ile ülkemize etkilerini yazıya döktü.
İbrahim Doğan, kitabının Önsözünde, “Bugün dünü hatırlamayan, hatta hiç bilmeyen bir nesil yetişmiş durumda. İşte bu nesle o dönemi hatırlatmak ve onların biraz olsun düşünmelerini sağlamak amacıyla bir altmış yılı bulacaksınız bu kitapta” diyor.
“Yalnızca yaşanmışlıkların kaleme alındığı” bu kitabı baştan sona okudum. İlkokulu Yozgat Akdağmadeni’ne bağlı Akçakışla Köyü’nde, Ortaokulu Kayseri ve Yozgat’ta, Liseyi de Ankara’da okuyan İbrahim Doğan, zamanın şartları gereği Üniversite hayatına gelinceye kadar zaten yokluk, yoksulluk, çile, kavga, iş derken hayatın her türlü zahmetini çeke çeke büyümüştü. Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde Askerlik ya da Milli Güvenlik Dersi’ne giren Binbaşı’nın Milliyetçilik ve Vatan Sevgisi’ni işleyen konuşmaları, o yıllarda başlayan Kıbrıs olaylarının milli ruhu uyandırması, ardından Türk Ocakları Genel Merkezi’nde katıldığı konferanslar ve bu arada eline geçen Orkun Dergisi’nde okuduğu Alparslan Türkeş’in yazısı ufkunu açmış, yolunu çizmiştir artık. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdiğinde şuurlu bir Türk Milliyetçisi olarak Ülkücü arkadaşları ile birlikte hareket eder. O yıllarda üniversitelerin çoğunda sol grupların hakimiyeti olduğu için işleri zordur ama Ülkücülük de zoru başarmak değil midir?
Kaderin cilvesine bakın ki, Osmanlı’nın son dönemlerinde yayınladıkları bildiri ile Milli şahlanışın başlamasına ve Türk Ocakları’nın kurulmasına vesile olan Askeri Tıbbiye’nin 1970’li yıllar ve öncesindeki temsilcileri bazı sol örgütlerle bölücü gruplarla işbirliği halindedirler ve Ülkücülerle çatışmaktadırlar. Nitekim İbrahim Doğan’ın haksız yere hapse girip öğrenim hayatının tehlikeye girmesine de sebep oldular.
Dr. İbrahim Doğan, toplam 471 sayfa tutan “Akıldan Kaleme” isimli eserinde hemen bütün hayatını, çektiği çileleri, inandığı ve yaşadığı davası uğrunda katlanmak zorunda kaldığı sıkıntıları, başarılarını, hatta yaptığı/yapılan yanlışları oldukça samimi bir dille yazıya dökmüş. Kitabının başına aldığı Teşekkür yazısında da zaten, “Bu, yaşanmışlıkların kaleme alındığı bir kitaptır. Araştırma veya roman niteliğinde değildir, konuşma ve sohbet havasında yazılmıştır” ifadesi var. Onun için kitabı eline alan herkes sıkılmadan, rahatlıkla okuyabilir. Ben okurken, yaşımız icabı bir kısmına şahit olduğumuz, bir kısmını duyduğumuz ve az çok bilgi sahibi olduğumuz olayları hatırladım ve adeta tekrar yaşadım. “Hakikaten bunlar olmuştu” ya da “Ben başka türlü biliyordum, demek ki aslı başka imiş” dediğim konular oldu. Elli – altmış yıl önce yaşanan olayları “Akıldan Kaleme” geçirmek elbette zordur. Onun için eser hazırlanırken bazı kaynaklara da başvurulmuş, ilgili kişilerle de görüşülmüş. Böyle bir çalışmada olaylar doğru olsa da yer, zaman ve şahıslar konusunda bazı yanılmaların olması çok normaldir. Buna rağmen bu konuda mümkün olduğunca hassas davranıldığı da anlaşılıyor.
Hemen bütün Ülkücüler ve Ülkücü kuruluşlar bu kitabı mutlaka alıp okumalı ki, geçmişte verilen mücadele ve yapılan fedakarlıklar anlaşılabilsin. Ayrıca, özellikle Tıp Fakültesi öğrencileri alıp okumalı ki, “İmkansız” ya da “Zor” diye bir anlayış içine girmesinler ve seçtikleri branşı daha çok sevsinler.
Bu arada bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Son yıllarda ülkemizde pek çok Üniversite kuruldu, pek çok bölüm açıldı. Bu ise göz göre göre ya da bile bile kaliteyi, seviyeyi düşürmekti. Ancak siyasi irade bu konuda ısrarcı oldu.
İbrahim Doğan zor şartlarda okumasına, talihsiz bir olay ve atılan bir iftira sonunda tıp gibi zor ve meşakkatli bir dalda başladığı öğrenimin yarısına geldiği sırada nerede ise beş yıl ara vermek zorunda kalmasına rağmen azmi ve Ankara’da işin ehli hocaların yanında çalışıp ihtisasını yaparak başarılı bir Kulak Boğaz Uzmanı olmayı başardı. Daha “Uzmanlık” kadrosunu almadan kendi branşı ile ilgili bütün ameliyatları yapabiliyordu. Oysa o yıllarda bir taşra üniversitesinde uzmanlık alarak Ankara’da İbrahim Doğan’ın görevli olduğu hastaneye tayin olan doktor basit bir iki ameliyattan başka ameliyata girmemiş. Kaldı ki geldiği Üniversite de şimdi yeni açılanlara göre daha eski, daha köklü. Onun için devletimizin ve siyasi iradenin üniversite politikasını gözden geçirmesi ve facialara yol açılmadan gerekli tedbirlerin alınması gerekiyor.
“Cezaevi hayatı İbrahim Doğan için bir Üniversite öğrenimi oldu” demiştik. Kitabında, “Elli sekiz yıllık mücadeleden sonra bugünün” bir muhasebesini yaparken, “Cezaevi yıllarımı arkadaşlarımla birlikte bir Üniversiteye dönüştürdüm. Kendi içimizde çok faydalı bir eğitim dönemi geçirmiş olduk” diyor. Çünkü bol bol okuma fırsatı bulmuşlar, dışarıda günlük mücadelenin şartlarına göre değişen okuma ve uygulamalardan sıyrılıp derinlemesine araştırma ve düşünme imkanına kavuşmuşlardı.
Dile kolay; bir dava uğruna altmış yılını veren ve hiç yılgınlığa düşmeyen, kimseye darılıp gücenmeyen ve kendisi için kimseden bir şey istemeyen, mevki makam peşinde koşmayan Dr. İbrahim Doğan, haklı olarak bu kadar emek verdiği hareketin bugün içinde bulunduğu dağınıklığa da üzülüyor ama ümidini kaybetmiyor:
“Bu dağınıklık çabuk biter ve toparlanma, birlikte hareket etme dönemine gireriz diye düşünüyorum. Böyle dönemler gelip geçicidir. İnsanların hayat süresi içinde çok uzun gelebilir ama milletlerin hayatında çok kısa süredir. Umutsuzluğa yer vermemek, aramızdaki bağı, sevgi ve saygı ile güçlendirmemiz gerekiyor.”
Dr. İbrahim Doğan sonra “Neden Olmasın” diye soruyor ve sözlerini “Ne Mutlu Türküm Diyene” sloganı ile bitiriyor.
Panama Yayıncılık’ın ([email protected]) tescilli markası Armada logosu ile çıkan kitap seçkin kitapçılardan ve internet üzerinden temin edilebilir.