Hiç bir terör örgütü ne yaptığını bilen bir devletle mücadele edemez. Vurur, vurulur, tahrip eder ama sonunda ağır bedeller ödeyerek kaybolup gider.
Bunun istisnası belki PKK'dır. PKK da kendi gücü ile değil, Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak, enerjisini içeride tüketmek isteyen dış güçlerin yardımı ile ayakta duruyor. Öcalan yakalandığında, hangi devletlerin PKK'ya destek verdiğini tek tek anlatmıştı. İşin Türkçesi, Türkiye PKK kisvesine bürünmüş bir sürü dış düşmanla mücadele ediyor. Mesela ABD'nin desteği olmasaydı YPG Suriye'de var olabilir miydi?
Ancak bu tip meseleleri hep dış güçlere ihale edip, içeride hiç bir hata ve yanlışın olmadığını söylemek sorumluluktan kaçmaktır. Örgüt üniforması giyip bir ülkeye savaş açan dış güçler de -içeride büyük hatalar yapılmadığı müddetçe-başarılı olamaz.
Aslolan sizin ne yaptığınız, terör ve bölücülükle nasıl mücadele ettiğinizdir. Her şeyi dış güçlerin tesiri ile izah etmek içerideki hataları görmemek, dolayısıyla bunları kalıcı hale getirmek gibi bir sonuç doğurur.
Parçalanmanın eşiğinde olan ülkelere bakınız, hemen hepsinin ortak noktası milletleşememektir. Arap kabileciliği bir Arap milleti oluşmasını engellemiştir.Suriye'de, Yemen'de,Libya'da olanlar parçalı toplum yapısının birer tezahürüdür. Türkiye'de uç veren terörün arkasında da şu veya bu sebeple milletleşme sürecinin akamete uğratılması vardır. Bu, ya din faktörünün bağlamından koparılarak kullanılması, yahut milletle etnik aidiyetin bilinçli olarak karıştırılması sonucu oluşturulmuş bir durumdur. Kabileciliğe karşı çıkmayıp, milletleşmeye karşı çıkan bir ümmet anlayışı bu mantığın bir sonucudur.Küçük parçalara ayrılmaya evet deyip, o parçaları birleştirmeye hayır demenin İslam'la telif edilir bir tarafı yoktur.Mümkün olan en büyük birliği kurmaya teşvik eden bir dinin, mümkün olan en küçük birimlere parçalanmaya hoş bakmayacağı bir gerçektir. Üstelik böyle bir bölünme Müslümanların maslahatına da aykırıdır. Çünkü bu gücün ve güçle elde edilebilecek imkanların yitirilmesi demektir.
Bu gerçeğe rağmen, bazı siyasetçilerin daha hala Güneydoğu'ya gittiklerinde ana dilde eğitim, eşit vatandaşlık gibi etnik vaatlerde bulunmaları son derece yanlıştır. Etnik vaatçiliğin etnik milliyetçiliği gevşettiği herhangi bir örnek görülmemiştir. Tam aksine etnik vaatler etnik milliyetçiliği kışkırtmakta geleceğe dair tasavvurlarını bir gün gerçekleştirebileceklerine dair inancı güçlendirmekte, bu amaçla ortaya çıkan örgütlerin direncini artırmaktadır. Bu tip lafları kullanmadan önce dünyada benzer örneklere bakmakta fayda var. Ana dilde eğitim mesela, Kuzey Irak'ın ayrılma taleplerini durdurmuş mudur? Geçen yıl ayrılma referandumu yapan Katalonya'da eğitim Katalanca'dır, bu neyi değiştirdi?
Dil talepleri sanıldığı kadar masum değildir. Dil, milliyetçiliğin en etkili vasıtasıdır. Bugün uluslar diller üzerinden inşa ediliyor, sınırlar dillere göre çiziliyor. Dili ortaklaştırmak millet olmaktır. İnsanlar ana dillerini istedikleri gibi konuşabilirler, konuşmalılar da. Ancak eğitimde dillerin çiftleşmesi iki milletli bir toplumun inşasına kendi elimizle zemin sunulması demektir. İletişim dilini iyi öğrenemeyen bir vatandaş o dili iyi bilenlerle rekabet edemez. Zamanla aynı coğrafyada birbirini anlamayan dil sınırları ortaya çıkar. Etnik milliyetçilik, ana dilde eğitimi, Kürtçeyi standartlaştırmak, farklı diyalektlerin neden olduğu iletişim zaafını ortadan kaldırmak, ulus inşa etmek için ister. HDP'nin iki de bir bu talebi gündeme getirmesinin arkasında bu gerçek vardır. Peki diğerleri niçin istiyor? Bu, bazı siyaset adamlarının hala bu konunun vahametini kavrayamadıklarını, söz ve vaatlerinin nereye gideceğini göremediklerini gösterir. İşte ülkeler asıl bu siyasi körlük yüzünden zaafa düşerler. Milli devlet, tek dile sahip olduğu ve eğitim tekelini elinde tuttuğu için üniter yapısını korur. Bu tekeli kaybettiği gün milli bütünlüğünü de tedrici olarak kaybetmeye başlar. Afganistan'da, Pakistan'da kapı altı eğitimi veren, resmi eğitime dahil olmayan grupların varlığı zamanla Taliban, El kaide gibi örgütleri ortaya çıkarmış, İslam dünyası etnik atışmalardan sonra bir de meşrep çatışmaları ile tanışmıştır. Benzer sıkıntılar yaşamamak için benzer yanlışlara imza atmamak gerekir. Bu kadar şehit, bu kadar acı, bu kadar göz yaşı, bu kadar maliyet küçük politikalar uğruna harcanmamalıdır. Ne yazık ki siyasetçilerimizin bir çoğu hala ne yaptığını bilmiyor.