Normal şartlarda hiç tartışılmaması gereken Diyanet, son yıllarda nerde ise tartışmaların merkezine oturmuş/oturtulmuş durumda.
Gün geçmiyor ki önceden ya da güncel verilmiş bir fetva, okunan bir hutbe, yapılan bir vaaz, tahsis edilen bütçe, çıkılan bir seyahat, düzenlenen bir toplantı ve benzeri konularla gündeme gelmesin!
Türkiye’miz, “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırılan düzene geçtikten sonra pek çok anlayış değişti, pek çok kurum ne yapacağını şaşırdı, akıl almaz işler olmaya başladı. Bütün bu işlerin dışında kalması/tutulması gereken Diyanet ise neredeyse asli işini bir kenara bırakıp siyaset kurumunun emrine girmiş durumda. Haliyle ilgisi ve bilgisi olan da olmayan da Diyanet’e söyleyip eleştirecek bir konu bulabiliyor. Zamanında Diyanet’i pek çok konuda eleştirdim. “Kellim kellim la yenfa/Söyle söyle faydasız” düşüncesiyle bir daha eleştirmek istemesem de, itibar ettiğim hocalardan, “Haklısın ama kendini yorma, dinletemez, anlatamazsın” uyarılarını alsam da Diyanet beni mecbur bırakıyor. Şöyle ki:
Son haftalarda virüs salgınının yeniden artış göstermesi haklı olarak bizleri endişelendiriyor. Ancak yetkili merciler tarafından maske uyarısı bile yapılmıyor. Üstüne üstlük, “Turizm gelirlerimiz artıyor” diye tedbirlerin açıkça göz ardı edildiği anlaşılıyor.
Salgının başladığı 2019 yılında cami minarelerindeki hoparlörlere vererek dualar okuyup salavatlar getiren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da sessiz kalması oldukça düşündürücü. Özellikle kalabalık cemaatlerle kılınan Cuma namazlarında insanın tedirgin olmaması mümkün değil. Sanki salgının ilk yıllarında Peygamberimizin Veba Hadisi diye bilinen buyrukları gerekçe gösterilerek camiler kapatılmamış, sonra da seyrek saf düzenine geçilmemiş gibi İmam Efendiler “Safları sık tutalım, boşlukları dolduralım” ikazlarına başladılar. Öyle ki gittiğim bir camide İmam Efendi “Bakın hala boşluklar var. Saflar tamamen düzene girmeyince namaza başlamıyorum” diye öfkelenmiş, olmayınca da “Bunlar hocayı da TAKMIYORLAR!” dedikten sonra “kerhen” tekbir getirip namaza başlamıştı. Tabii böyle bir durumda kılınan ve kıldırılan namazın hayrı ne oldu, ne olur bilemiyorum. İslamiyet, tehlikeli bir durum olduğunda başlanan namazdan çıkılabileceğini ya da halk söyleyişi ile namazın bozulabileceğini caiz görürken virüs tehlikesinden endişe ederek safları sıklaştırmayanları “Bunlar hocayı da takmıyorlar” diye azarlamak ne kadar doğrudur?
Şahsen ben sakin, cemaati az camileri tercih ederek Cuma namazlarına devam ediyor, bahçede kılmayı tercih ediyorum. Ancak vakalar arttıkça ve eş – dost çevremizde her zamankinden çok vaka haberi duymaya başlayınca tedirginliğim arttı. Yetkililer tarafından bir uyarı yapılmıyor, cemaat de vurdumduymazlığa devam ediyor. Hele de camide aksıran, öksüren olunca endişeye kapılmamak elde değil. Bu tedirginlikle ve tamamen iyi niyetle Diyanet İşleri Başkanlığı’nı arayıp bu konularla ilgili birimi bağlattıktan sonra çıkan yetkiliye gerekçelerini anlatıp en azından maske konusunda uyarı yapılmasını söylemiştim ki dersimi aldım!
“Yetkili” kişi bana, "AVM'lerde dolaşıyorsunuz da camiye gelince konuşuyorsunuz" demesin mi? Yani açıktan açığa suizanda bulundu ve beni öfkelendirdi. Galiba suizanda bulunmanın günah olduğunu bilmiyordu. Ben de, “Tavrınız bir din görevlisine yakışmıyor” diyerek telefonu yüzüne kapatıverdim. O kişi galiba Hucurat Suresi’nin 12. Ayetinden habersizdi. Haberi olsa idi en azından benim AVM’ye gidip gitmediğimi bilmeden öyle bir laf etmezdi:
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun…”
Bu konuda bir de paylaşım yapmıştım. Tam da o günlerde virüse yakalanan ve oldukça da ağır geçirmekte olan cami imamlarından biri de paylaşımımı görmüş ya da kendisine göstermişler. O haliyle beni aradı ve “Çok haklısınız. Uyarı da yapılmıyor, cemaat de duyarsız davranıyor” dedi. Haliyle Diyanet’e Secde Suresi’nin dördüncü ayeti ile sormadan edemiyorum: “Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
İş yalnızca Diyanet’le sınırlı değil tabii. Çeşitli vesilelerle gündeme gelen pek çok dernek, vakıf, cemaat, tarikat, grup, her grubun, her cemaatin de ayrı camisi, mescidi, dergâhı var. Bağlum gibi küçük bir yerde tespit edebildiğim 4 ayrı grup Cuma ve vakit namazlarını kendi mekânlarında kılıyorlar. Diyanet’e bağlı camileri de eklediğimizde Cuma günleri Bağlum’da beş ayrı hutbe okunuyor, beş ve daha çok vaaz veriliyor. Bunları dile getirince bazı arkadaşlar sitem ediyor, bazıları “Boş yere kendini yorup durma, düzeltemezsin” diyor, bazıları “Kızım sana söylüyorum ama gelinim sen işit” kabilinden laf çarpıtıyor, bazıları da işin boyutunu bilmeden yapılan uyarıları, tenkitleri “Diyanet’i yıpratmak” olarak algılayıp kızıyor.
Oysa Diyanet ve iktidarın tutumu konusunda yazılanlara kızanlar, sitem edenler şunu çok iyi bilsinler ki iş çok kötü yerlere gidiyor. Mesele yalnızca Diyanetin hutbe ve vaaz konuları, fetvaları ile sınırlı değil ki!
Bağlum'dan örnek vereyim. Burada Mahmut Efendi Külliyesi, İhlasçıların bir Vakfı, bir başka dini grup/cemaat, Erzurumlu vatandaşlarımızdan oluşan bir başka grup ve Diyanet camileri olmak üzere Cuma ve vakit namazlarını her grup kendi yerlerinde kılıyor. "Bunda ne var" denilebilir. Yalnız iş o kadar masum değil. Görülen ya da söz konusu edilen Diyanetin hutbeleri ve fetvaları ama mesela burada diğer 4 grup kendi hutbesini kendi hazırlıyor, fetvasını kendi veriyor. Türkiye sathına yayarsak böyle yüzlerce grup olduğu aşikâr. Mesela dün (12 Ağustos) Mahmut Efendi Külliyesi'nde hutbe ve ibadethane adabına yakışmayacak şekilde bazı ilahiyatçılara ve üniversite öğretim üyelerine isim de verilerek veryansın edilmiş. Bizzat orada Cuma namazı kılan arkadaşım tesadüfen anlattı. Bunun önü alınamaz. Tıpkı doktorlarımıza, sağlık çalışanlarımıza yapılan saldırılar diğer alanlara da yansıtılırsa bunun vebalini kim çekecek?
Maalesef iktidar oy deposu olarak gördüğü bu gruplara ses çıkarmıyor, üstelik alan bırakıyor, destek oluyor. Devran böyle dönmeye devam eder ve yol yakınken tedbir alınmazsa yakın geçmişte yaşanan Fetö belasından daha beterleri ile karşılaşabiliriz. Bilgilerinize…”