Anadolu topraklarının Türk milletiyle tanışmasının, yaklaşık 4 bin yıl öncesine dayandığı, ön Türk tarihçileri tarafından yazılır. Rahmetli ön Türk tarihçisi Kazım Mirşan’ın Türklerin Anadolu’ya ve Avrupa’ya yerleşmeleri hakkında önemli araştırmaları , tezleri ,kitapları biraz aranmakla bulunabilir .
Fakat Türklerin Anadolu topraklarıyla bütünleşmesinin, Anadolu’yu kendilerine “Vatan” olarak kabul etmelerinin 1071 de sultan Alparslan’ın liderliğinde Bizans’la yapılan Malazgirt meydan savaşı olduğu bir vakadır.
En hafif tabirle Anadolu’nun yaklaşık 1000 yıldır Türk toprağı ve vatanı olduğunu tüm dünya bilir ve kabul eder.
Anadolu coğrafyası bir Türk vatanı olduğu için geçen bin yıl içinde çevresindeki tüm yönlerden dara düşmüş, ezilmiş, göçe zorlanmış Türklerin de sığınma alanı olmuştur.
Balkanlardan, Kafkasya’dan, mübadele yolu ile Yunanistan’dan gelen Türk göçleri bir örnek olarak kabul edilse de, Anadolu’ya göç hareketleri incelendiğinde, Balkanlardan gelen göçlerin zaten Türk devleti Osmanlının yerleştirme politikası sonucu Avrupa’ya göç ettirilip yerleştirilen Türk ailelerin nesli olduğu, Kafkaslardan , Karadeniz’in kuzeyinden Anadolu’ya gelen göçler ise zaten Orta Asya’dan batıya doğru olan göç yolu olduğu ve binlerce yıldır kah az kah yoğun olarak yaşanmakta olan Türk milletinin bir iç hareketi olarak görülebilir.
Tarihte, Anadolu’ya yapılan Türk göçlerinde her hangi bir dış etki, bir dış devlet yönlendirmesi yoktur, Anadolu’ya göç yolu ile dönen veya gelen Türklerin, dönüş veya gelişlerini bir yaşam zorunluluğu olarak kabul ediyoruz.
Yani eski Yugoslavya’dan, Bulgaristan’dan veya Yunanistan’dan geri dönen soydaşlarımız için o zamanın Anadolu’da yaşayan Türkleri hiçbir zaman “İstilacı" nitelemesi yapmamış. Gelenleri bağrına basmış. Ekmeğini, toprağını paylaşmıştı.
Kafkaslar üzerinden gelen eğitimli Türk insanı göçü ise Anadolu insanı tarafından baş üstünde kabul edilmiş.
İngilizler tarafından işgal edilen İstanbul, Atatürk’ün görevlendirdiği, daha çok yeni bir göçmen olan tarihçi, Türkçü Yusuf Akçura tarafından İngilizlerden teslim alınmıştı.
Kafkasya ve Rumeli’den Anadolu’ya göç eden insanlarımızda millet bilinci o derece yüksekti ki, işgal edilen başkentinin, istiklal savaşı sonucunda teslim alınma görevi daha 6 yıl önce Anadolu’ya gelmiş birine verilmiştir.
Geçen yüzyıllarda Anadolu’ya gelen veya dönenler zaten bizdik.
Peki son 20 yılda Anadolu’ya göç ettirilen 8 milyon insan için neden aynı duyguları taşıyamıyoruz.
Son 20 yıldır ülkemize göç ettirilen 8 milyon istilacının Anadolu insanını ekonomisinden götürdükleri ayrıca bir yazı konusudur.
Kısaca son 20 yılda coğrafyamızda yaşadığımız göç istilasının tüm ekonomimizden götürdüğü tüm toplamın yaklaşık yüzde 10’udur.
Şu anda göç istilası yüzünden yüzde 10 fakirleşiyor, işsizleşiyor, pahalılaşıyor, güvensizleşiyoruz.
Sokakta kendi halinde yaşayan toplumumuz belki pek farkında değil ama, göç istilası önümüzdeki çok uzun olmayan bir zamanda milletimizin önüne bir bağımsızlık meselesi olarak gelecek gibi görünüyor.
Ve tehlike git gide büyüyen bir tehlike olarak görülüyor.
Anadolu coğrafyasına gelen eski göçleri Türk milletinin bir iç hareketi olarak kabul etmiştik.
Fakat son 20 yılda coğrafyamızda yaşadığımız göç hareketleri devletimizin bağımsızlığına, milletimizin ekmeğine kast edilmiş bir “Emperyalist göç mühendisliği” olarak nitelenmelidir. Ve en az devletimizin, milletimizin düşmanı PKK/PYD kadar tehlikeli olarak kabul edilip, gereken tedbirler alınmalıdır.
Zafer Partisi genel başkanı Ümit Özdağ son yıllarda karşı karşıya kaldığımız bu emperyalist istilayı sürekli gündemde tutmaya çalışıyor.
Fakat emperyalizmin yerli aparatları, işbirlikçileri var olan gerçekleri toplumun gözünden kaçırmaya, milletimizi uyutmaya çalışıyorlar.
Osmanlı toplumu da içindeki İngiliz uşakları tarafından böyle uyutulmuştu.
O zamanın ruhunu 1912 yılında Fatih Kerimi’nin yazdığı “İstanbul mektupları” kitabında her arayan bulabilir.
Aynanın arkasına da bir bakalım, biraz diri bir toplum olalım, çocuklarımızın, torunlarımızın da bu topraklarda yaşayacaklarını düşünelim lütfen…