Türkiye, dünyada en çok göçmen barındıran ülkedir. 2011 yılında Suriye'de baş gösteren iç karışıklıklar ve Afganistan'ın Taliban'ın eline geçmesiyle ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi sonucunda Türkiye'nin uyguladığı açık kapı göç politikası ülkemizi kitlesel göçle karşı karşıya bırakmıştır. Birleşmiş Milletlere kayıtlı 193 ülkede bulunan toplam göçmen sayısının %20'si ülkemizde bulunmaktadır. Bu uygulanan açık kapı göç politikası ülkemizin beka meselesi halini almıştır.

Avrupa Birliği ile yapılan Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye, topraklarında göçmen barındırma karşılığında, Avrupa Birliğinden Türkiye'ye maddi yardım yapılacağı, Türk vatandaşlarına Avrupa Birliği ülkelerinde vizesiz, serbest dolaşım hakkı tanınacağı karara bağlanmış, ekonomisi kötüye giden Türkiye bu anlaşma ile ülkesindeki göçmenlerin Avrupa Birliği ülkelerine gitmelerine mani olarak, geri kabul anlaşmasının şartlarını yerine getirmekle beraber, Avrupa Birliğinden anlaşma gereği yapılması gereken maddi yardım zamanında gelememiş, gelen miktar ise geri kabul anlaşmasında belirtilen miktarda olmamıştır. Türk vatandaşlarına verilmesi gereken Avrupa Birliği ülkelerinde vizesiz serbest dolaşım hakkı ise hiç söz konusu olmadığı gibi günümüzde Türk vatandaşlarına vize vermemekte direnmektedirler.

Emperyalist ABD'nin dış politikaları belirli enstitülerce hazırlanıp, doktrin haline getirilmek suretiyle uygulamaya konulmaktadır. Göç konusu da bu politikalardan biridir. Gerek Suriye'den gerekse Afganistan'dan, Türkiye'ye bu kitlesel göç hareketlerinin başlaması, emperyal ABD göç idaresinin politikalarının bir sonucudur. Gerek emperyal ABD gerekse sömürgeci Avrupa Birliği göçü bir savaş aracı görmekte, işgal edilmesi, istikrarsızlaştırılması, rejimlerinin değiştirilmesi istenilen ülkeleri, göç marifetiyle kısa vadede silahsız işgal ettirmektedirler. Silahsız işgalin arkasından ülkede asayiş sorunu, uyuşturucu, ardından ekonomisinin yavaş yavaş çökertilip, yüksek enflasyon bununla birlikte göçmenlere sağlanan yardımlarla yabancıların ucuz iş gücü olarak kullandırılmak suretiyle, ülke insanları işsiz bırakılması hedeflenmektedir. Ülke yavaş yavaş istikrarsızlığa sürüklenerek, tersine bir göç dediğimiz, ülkedeki hayat şartlarının ağırlaşması ücretlerdeki yetersizlik, beyin göçünü doğurmaktadır. Ülkedeki kaliteli elemanların, bilgili insanların ilim adamlarının hekimlerin ülkeyi terketmesi ise, birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Maalesef yukarıda zikredilen konular birer birer ülkemizde kısa vadede gerçekleştirilen hususlardır.

Ülkemiz vatandaşlarının hastanelerden zamanında randevu almamaları, sağlık hizmetlerinde verim düşüklüğü ve yeterli hizmeti zamanında alamamaları, bahsedilen beyin göçü denilen hekimlerin hayat şartlarının ağırlaşması neticesinde hekimlerin ülkeden göç etmesinin ürünüdür. Bununla birlikte, kendi vatandaşına yetecek, yeterli konut stoğuna sahip olmayan Türkiye, açık kapı göç politikası sonucu kitlesel göç akını ile karşı karşıya kalmış, insanları kiralık ev bulmada zorlanmış ve kira fiyatlarının astronomik rakamlara çıkmasını doğurmuştur.

Yukarıda bahsedilen ve benzeri sorunlar ülkemizde kısa vadede ortaya çıkan sonuçlardır. En büyük tehlike ise orta ve uzun vadede baş göstereceği de açıktır.

Orta vadede ise ülkemizde bulunan göçmen diye adlandırılan bu geçici sığınmacılar, vatandaşlık mevzuatımızca isteyenlerin vatandaş olabilmeleri mümkündür. Ülkemizde, sığınmacı, geçici sığınmacı, mülteci, göçmen, kaçak göçmen her ne statüde olursa olsun 5 yıl ikamet ettiklerini ispatlamaları halinde vatandaşlık elde etmektedirler. Vatandaşlık elde eden bu insanlar uzun vadede teşkilatlanmak suretiyle ülkemizin 2003 yılında TBMM tarafından kabul edilen ikiz yasalar gereği, referanduma gitmek suretiyle "ikiz yasalar, halkların kendi kendini yönetme hakkı" ikiz yasaların verdiği hakkı kullanmak suretiyle ülkemiz içinde özerklik isteme veya ayrılıp bağımsız devlet kurmaya kalkışmaları olasıdır. Sonradan vatandaşlık hakkı kazanan bu etnik grup, başta

 ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin teşvikleri, yardımları, kışkırtmalara ve destekleri neticesinde, ülkenin bölünmesi söz konusu ihtimal dahilindedir. Bunlar olmasa bile uzun vadede Türk nüfusun da doğurganlık oranının azalması, göçmenlerdeki doğurganlık oranının bu süratle devam etmesi halinde, Türk nüfusunun azınlığa düşeceği, yönetimin yabancıların eline geçeceği Türk Devlet varlığının tartışma konusu olacağı da bir vakıadır.

Bunların yanında gözardı edilen insanımızın dikkatinden kaçan bir başka yabancılar ise, nüfusu bir milyonu aşan öğrencilerdir. Ülkemizin Afrika'daki yumuşak politikası neticesinde de, Afrikalı öğrencilere burs vermeleri, burs alan bu geri kalmış ülkelerden gelen öğrenciler için Türkiye Cazibe Merkezi olmaktadır. Bunların yanında ülkemizde hayat standartlarının kendi ülkelerinden yüksek olması, kolay iş bulma imkanları, Türkiye'den batıya daha rahat gidebilecekleri düşüncesi ülkemizi yabancı öğrenciler için cazibe merkezi haline getirmiştir.

Gerek sığınmacı, geçici sığınmacı, mülteci, kaçak göçmen, göçmen herhangi bir statüde olan ve yabancı öğrencileri de dahil edersek, ülkemizdeki yabancı insan sayısı ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Sayı itibariyle bu kadar kalabalık bir toplumu ülkemize entegre etmek, özellikle de hakim kültüre sahip Arapları asimile etmek hiç mümkün olmayacaktır. Bu bahsedilen ve benzeri konular dolayısıyla göç, ülkemiz için beka sorunu haline gelmiş, gelecekte Türk Devletinin ve Türk varlığının var olma ya da yok olma ile karşı karşıya kalacağı da, aklı selim her Türk vatandaşının düşünmesi gereken bir husustur. Göç konusunda her Türk vatandaşının gereken duyarlılığı göstermesi milli bir görevdir.