Bir televizyon sokak röportajı yapıyor.

Mikrofonda yaşlı,sakallı bir adam, CB Erdoğan'ı övüyor,"Tayyip geldi her şey düzeldi,"diyor. Muhabir ne düzeldi diye sorsa muhtemelen başörtü yasağının kaldırılmasından,dini hayat üzerindeki baskının kaldırılmasından söz edecek.

Gerçekten düzeldi.

28 Şubat'ın başlattığı akla ziyan başörtü yasağı Türk seçmenini AKP'nin kucağına savurdu. Ancak, bunları Erdoğan düzeltti demek bir milletin top yekün verdiği mücadeleye haksızlıktır. 28 Şubat'ta bu millet susmadı,paneller,mitingler,çeşitli etkinliklerle bu yasağı kabul etmediğini gösterdi. Bu satırların yazarı o dönem yaptığı konuşmalardan dolayı 11 defa yargılandı.

Başörtü yasağının kalkması Erdoğan'ın bir ianesi veya lütfu değil, Türk milletinin bu zulüm karşısında sessiz kalmamasının bir sonucudur. Erdoğan buna son noktayı koymuştur. Keza,15 Temmuz da öyledir, millet sokağa hakim oluncaya kadar hiç bir yetkili saklandığı yerden çıkıp da devleti sahiplenememiştir. Ancak,darbenin başarılı olamayacağı anlaşıldıktan sonra medya ile iletişim kurabilmişlerdir. Dolayısıyla darbeyi önlemenin şerefi şu veya bu siyasetçiye değil, millete aittir.

Asıl anlatmak istediğim bunlar değil, o yaşlı adamın sözlerinin anlatmak istediği gerçek;Tayyip geldi işler düzeldi diyor, düzeldi dediği şeyler kendi hayatı ve beklentileriyle ilgili şeyler. Bir başka ifadeyle siyaseti kendi beklentilerine göre yorumluyor.Başkalarının hayatında ne ve nelerin değiştiğine, onlar için bir düzelme olup olmadığına bakmıyor. Herkes siyasetin kendi hayatı ile ilgili veçhesi ile ilgileniyor. Benim hayatım düzeldi ama ya ötekilerin diye bir soru kimsenin kafasında yok. Ötekiler,bizim gibi düşünmeyenler, ilgi alanımızda yok. Herkes kendine Müslüman, kendine demokrat dediğimiz durum budur.

Kendi hayatımız düzelirken başkalarının hayatında ne gibi değişikliklerin olduğuna bakmıyoruz. Demokrasinin herkesin hayatına şamil bir sistem olduğunu gözden kaçırıyoruz. Daha kötüsü siyaseti milletin tamamını kapsayacak bir faaliyet olarak görmüyoruz. Bir başka ifadeyle eşya ve olaylara milli fayda düzeyinde bakmıyoruz. Grup,parti,mezhep veya etnik gözlüklerle bakıyoruz. Millet olmanın önündeki en önemli engellerden biri budur. Olayları milletin selameti üzerinden görmek ve yorumlamak yerine grup kimlikleri ve çıkarları üzerinden yorumluyoruz. O yaşlı kişi aslında şunu söylüyor, benim hayatım düzeldi, geriye kalanların canı çıkmış, beni ilgilendirmez.

Bu bakış tarzının bize nasıl bir Türkiye vaat ettiğini söylemeye gerek var mı? Kompartımanlara ayrılmış, grup kimliklerini üst kimlik haline getirmiş bir Türkiye. Kendi ötekisini ülke içinde arayan,kendi içinde kavgalı,ihtilaflı bir topluluk. Siyasetten sadece kendi beklentilerine cevap vermesini bekleyen,kendi dışında kalanların feryatlarına kulak tıkayan, İslam'ı bir kamplaşma ve hasımlaşma aracı gibi gören bir ülke. Böyle bir millet iflah olur mu? Halbuki, yaşadığımız acı tecrübeler kendi hukukumuz kadar başkalarının hukukuna da saygı göstermemiz gerektiğini bize öğretmiş olmalıydı. Yazık ki yaşadıklarımızdan hiç ders almıyoruz.