Terörle mücadelede hükümet veya hükümetlere destek olmak bir vatan borcudur. Bir partiye muhalefet, her konuda karşıt olmayı gerektirmez. Muhalefet ya yanlış politikalara olur yahut ülke ve çağ gerçekleri ile bağdaşmayan zihniyet ve anlayışlara olur. Her şeye karşı olmak muhalefet değil, hastalıktır.
Ülkemizin birçok sorunu var, ama en önemlisi bu ülkenin bir ve bütün olmasına yönelik tehditlerdir. Demokrasi, özgürlük ve adalet vatan varsa vardır. Huzur ve kardeşlik birlik ve bütünlük varsa vardır.
Devlete sadakat, adalet varsa vardır. Çünkü devletin birinci görevi insanları güven ve huzur içinde yaşatmaktır.
Bütün bu varların olabilmesi, iç bünyemize yönelik tehditlere karşı doğru yöntemlerle mücadele edilmesine bağlıdır.
Mesele sadece terör örgütünü yenmek değil, aynı zamanda onu besleyen fikri zemini de kurutmaktır. Bugüne kadar asker görevini layıkıyla yaptı, ama aynı şeyi bölücülükle mücadele etmesi gereken organların yaptığını söylemek mümkün değil. Oysa en etkili mücadele, bölücü çevrelerin sav ve iddialarını çürütmek, bunların yanlışlığını anlatarak vatandaşı iğfal etmelerini önlemektir.
Ayrılıkçı fikirlere karşı bugüne kadar Planlı/ programlı cevaplar verilemedi. Sağda solda milli refleksleri ile hareket eden bir avuç milliyetçi aydın ve siyasetçiyi saymasak, resmi düzeyde bir çalışma yapıl-a-madı. Etnik bölücülük için hem bir beka meselesi denildi hem de bunu etkisizleştirmenin icapları yerine getirilmedi. Ziya Gökalp, tam yüz on beş yıl önce “Kürt Aşiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler“ isimli kitabında Diyarbakır’daki aşiretlerin yüzde 70’ten fazlasının Türk kökenli olduğunu, ancak bir kısmının Kürtleştiğini söyler. Kimsenin etnik kökeni, kimse için bir rahatsızlık konusu olamaz. Türkle Kürt tarih boyunca kendilerini birbirinden ayırmadılar. Önemli olan hangi kökenden olduğumuz değil köken ayrılıkçılığı yapıp yapmadığımızdır. Aynı vatana, aynı bayrağa, aynı devlet ve millete bağlılık şuuru taşıdıktan sonra köken farklılığı kimsenin idrakinde menfi çağrışımlar yapmaz. Keza, Yusuf Hallacoğlu’na göre;
16. yy. Osmanlı kayıtlarında adı Türkmen olarak geçmesine rağmen birçok aşiret kendini Kurmanç sanmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Barzani Aşireti
Hörmekli Aşireti
Karaballı Aşireti
Pınarlı Aşireti
Kubatlı Aşireti
Deli budak oymağı Aşireti
Kara güne Aşireti
Şeyhbizin Aşireti
Şarran Aşireti
Aygut oymağı Aşireti
Çemişgezeklü Aşireti
Kureyşan Aşireti
Beskan Aşireti
Milli Aşireti
Modanlı Aşireti
Burukan Aşireti
Şavak Aşireti
Abbasan Aşireti
Ağuçan Aşireti
Bekiran Aşireti
Zerikan Aşireti
Karakeçili aşireti
Avşarlar Aşireti
Begdili Aşireti
Hınıslu Aşireti
Küresinliler Aşireti
Lekler Aşireti
Batıkan Aşireti
Herkiler Aşireti
Kılıçlı Aşireti
Mukriler Aşireti
Türkan Aşireti
Şadıllı Aşireti
Çapanoğlu Aşireti
Ertuşiler Aşireti
Rişvanlar Aşireti
Brukan Aşireti
Babat Aşireti
Dersimli Aşireti
Karaçoban Aşireti
Tanas aşireti Aşireti
İzzeddinliler Aşireti.
Bunun ne önemi var, denilebilir? Bölücülükle mücadele kapsamında bu aşiretlere yönelik belgelere dayalı bir çalışma yapılabilirdi. Bunların birçoğu muhtemelen öze dönmüş olur, ayrılıkçı siyasetin etki ve insan devşirme alanı olmaktan çıkardı. Sorun etnik farklılığı istismar etmekten kaynaklandığına göre çözümünün bir kısmı da adresini şaşıranlara doğruyu göstermektir. Az buz değil, bu aşiretler birkaç milyonluk bir kitleyi temsil ediyorlar. Bu yapılmadığı gibi yapanlar da “hala orda mısınız” diye aşağılandı. Türkmen aşiretlerine hafıza tazelemesi yapmak ırkçılık olarak kodlandı. Türk’e Türk dememek demokrasinin bir rüknü gibi gösterildi. Bu ihmal milyonların kimliğini kaybetmesine, tarihin labirentlerinde kaybolmasına neden oldu. Hala da bu eriyiş ve kayboluşu durdurma istikametinde bir çaba yok.
Çaresiz değiliz. Devletin elinde büyük imkanlar var. Doğru bir planlama ile bazı şeyleri geri çevirmek, Kürt’le Türkün arasına girmek isteyenleri hayal kırıklığına uğratmak mümkündür. Şunu gözden uzak tutmamak lazım; bir futbol maçında taraftar sayısı ne kadar çok olursa takımın motivasyonu o kadar yüksek olur. Taraftar sayısı azaldıkça takımın ateşi de düşer. Her gün nutuk atarak görevini yaptığını sananlar, esas bu işe el atmalıdırlar. Bir hareketin cüssesi ne kadar küçülürse talep ve iddiaları da o kadar azalır.