Bahçeli’nin, Apo’yu meclise daveti, bölücülerin cüretini o kadar artırdı ki - hemen tehdit diline- döndüler. DEM parti eş başkanı Tuncer Bakırhan, Mardin’de yaptığı bir konuşmada; “ Şeyh Sait ne yaptıysa, Seyit Rıza ne yaptıysa, Sakineler, Denizler ne yaptıysa Kürt halkı da onu yapacaktır” dedi. Sayılan isimlerin çoğu devlete isyan etmiş, yüzlerce insanın kanının dökülmesine neden olmuş isimler. Belki Deniz Geçmiş’i bunlardan ayırmak, farklı bir kategoriye koymak gerekir.
Yine Mardin’de belediye önünde toplanan kalabalıktan bazı kişiler, güvenlik görevlilerine ”burada ne işiniz var, burası bizim vatanımız” diye sözlü tacizde bulundular. "Yani Burası Türkiye’nin bir parçası değil, ayrı bir ülke, defolun gidin” demek istediler.
Bütün bunlar ve daha nice benzerleri Bahçeli’nin Apo’yu davetinden sonra oldu. Atılan her yanlış adım, söylenen her yanlış söz bölücülerin cüretini biraz daha artırır, hedefine biraz daha yaklaştırır. Mağlup ve mahkûm gibi davranmak terör örgütüne oksijen olur. Bahçeli’nin üslubu PKK ve uzantıları tarafından öyle algılandı ve hep birlikte üstenci, didaktik bir dil kullanmaya başladılar.
Bu ülkede Kürt’le Türk arasında hiçbir zaman bir mesele olmadı. Türkler Osmanlı imparatorluğu döneminde Arap ve Arnavut Müslümanlarla da birlikte yaşadılar ama Kürtler dışında hiçbir topluluğa Türklüğü nispet etmediler. Bu Kürtlerle kendilerini tek bir beden, tek bir ruh, tek bir topluluk görmenin sonucuydu. Türk, Kürdü hep kendinden bildi, onunla kendini özdeşleştirdi, onu kendisi gibi Türk olarak kodladı. Ancak emperyalizmin ufalayarak yutma stratejisi burada da hükmünü icra etti, toplumun önünde giden bazı devşirmeler vasıtasıyla - etnikçilik- mikrobu enjekte edildi. Bazı kesimlerde farklı tasavvurlar oluşturulmasına rağmen yine de iki toplum arasında en küçük bir husumet oluşturulamadı.
Türkle Kürdü bir bütünün parçaları olarak görmek sadece Türk’e mahsus bir durum değildi, zamanında birçok Kürt aydını da benzer düşüncelere sahipti. Lozan görüşmeleri esnasında Lord Curzon’un Kürtleri aşağılayan ifadelerine en büyük tepki meclisteki Doğu kökenli milletvekillerinden gelecekti. Muş Milletvekili Hacı İlyas Sami Efendi,” … bu İngilizler Türk, Kürt ve çeşitli namlar altında birleşip birlik olmuş, bir toplumun, tek bir milletin bulunduğunu çok iyi bildikleri için bunları ayrılığa, anlaşmazlığa, ayaklanmaya yöneltmek istiyorlar,” diyordu. Hakkari milletvekili Mazhar Müfit;” Kürtlerin aslında Turanlı yani Türklerin amca çocukları olduğunu” söylüyordu. Erzurum mebusu Hüseyin Avni bey ile Diyarbakır mebusu Fevzi Pirinçioğlu, Türkler ve Kürtler için “ iki kardeş” tabirini kullanıyorlardı. Bugün bile kardeşlik çizgisini muhafaza eden büyük bir kitle var. Ancak yanlış hamlelerle Örgüte itibar kazandırıldıkça bu kitleler bölgedeki siyasi kompozisyonun değişeceği korkusuyla göçmekle, PKK ile uzlaşmak arasında sıkışıp kalıyor. Düne kadar ayrılıkçılar için en ağır ifadeleri kullanan biri, keskin bir dönüşle tam tersini söylediğinde bölgede yaşayıp ülkenin birliğinden yana olanlar üzerinde korkunç bir etki ve mental çöküş yaratıyor. Devletin attığı her geri adım bölücülüğün biraz daha büyümesi, yayılması ve bölgedeki varlığını derinleştirmeye yarar.
Etnik bölücülükle mücadele zordur ama imkânsız değildir. Bunun için akıl, bilgi, kararlılık ve cesaret gerekir. En kararlı görünenin bile döndüğünü, fikir değiştirdiğini gören bir örgüt kolay kolay barışa yanaşmaz. Şartlarını daha da ağırlaştırır, elinizi değil gövdenizi ister. Son hamleler tam da buna hizmet etmiştir.