Adamın biri dört kişiye bir dirhem verdi. İçlerinden biri;

-Bu parayla engur alalım dedi.

Diğeri Arap’tı:

-Hayır, dedi ben inep isterim, engür değil. Üçüncüsü Türk’tü:

-Ne engür, ne inep, bununla üzüm alalım diye tutturdu. Dördüncüleri Rum’du, o da itiraz etti:

-Bırakın bu lafları bununla istafil alalım .

Derken kavgaya başladılar. Birbirlerini yumrukluyor, tokatlıyorlardı.

Pek çok dil bilen alim birisi onları gördü:

"Durun, dedi, hepinizin de istediği olacak." Parayı aldı onlara üzüm getirdi.

Çünkü hepsi de kendi dillerince üzüm istiyor, ötekinin dilini bilmediği için başka şey istediğini sanarak kavga ediyordu.

Mevlana’nın bu hikayesi ortak bir dile sahip olmamanın sonuçlarına işaret ediyor, bir arada yaşamanın ortak bir dile sahip olmakla mümkün olduğunu gösteriyor.

Bu hikâyeyi niye anlattım?

Şunun için: ABD Ortadoğu Enstitüsü Türkiye masası şefi Gönül Tol'un attığı X masajında, yeni çözüm süreci ile ilgili şu iddialarda bulunuyor:

1 - Erdoğan ve milliyetçi müttefiki yakın zamanda PKK'nin hapisteki lideri Öcalan ile görüşmelere başlamıştı. Kaynaklarıma göre Öcalan 15 Şubat'ta PKK'yi silah bırakmaya çağıracak.

2 - Karşılığında, Türk hükümeti af çıkarıp Kürtlere dil hakları gibi haklar tanıyacak ve buna bağlı olarak yeni bir anayasa yapılacak.

3 - Demirtaş gibi insanlar serbest bırakılacak. Ama bu ( tepkileri azaltmak için)zamana yayılarak yapılacak.

4 - Kuzey Suriye'de, PKK bağlantılı gruplar Barzani müttefiki KNC ile iktidarı paylaşacak ve askeri güçlerinin bir kısmını Suriye ordusuna entegre edecek. Bu özel yönetim modelinin detayları henüz net değil. Kandil'deki PKK kadroları da bunları kabul etti.

Bunların ne kadarı gerçek ne kadarı tevatür bilemiyoruz. Ancak bu iddialar içinde dil ile ilgili olanı büyük önem taşıyor. Dil parçalanması veya çift dillilik aslında o ülkenin parçalanmasıdır.

Çift dilli eğitim veren ülkelerde öteki dilin giderek konuşulmasının gereksiz görüldüğü - dil bölgeleri - oluşmakta, zaman içinde ortak iletişim dili gerileyerek toplumun birbirini anlaması zorlaşmaktadır.

Birbirini anlayamıyorsa bir topluluk nasıl millet olabilir?

Nasıl ortak duygular, ortak bir kültür ve irfan geliştirebilir. İspanya, Belçika ve Quebec örnekleri önümüzde iken çift dilliliğe cevaz vermek bölünmeye ruhsat vermekten farksızdır.

On yıl sonra ülkenin farklı dil konuşulan bir bölgesine gittiğinizi düşünün, tabelalara bakıyor bir şey anlamıyorsunuz. Yolculuk yapıyorsunuz yanınıza oturanla dil farkı yüzünden konuşamıyorsunuz. Böyle bir yerde kendinizi yabancı gibi hissetmez misiniz?

Kimse Türkçeden başka dil konuşmasın gibi faşist bir anlayışı savunmuyorum. Evde, sokakta, caddede herkes dilediği dili konuşabilir ama devletin dili tek olur, iki olduğunda zaman ve şartlar gittikçe ortak iletişim diline ihtiyacı ortadan kaldırır, aynı vatan coğrafyasında birbirini anlamayan topluluklar ortaya çıkar.

Bir adım sonrası, “zaten birbirimizi anlamıyoruz, dolayısıyla bir arada olmamız veya kalmamızın da bir anlamı yok."

Mevlâna anlaşabilmek için ortak dilin önemini asırlar önce tespit etmiş, ama her yıl Şen-i Aruz’a katılıp nutuk atanlar onu hiç anlayamamışlar.

İki dillilik devlet ve milletin ikiye bölündüğünün ilanıdır. Çünkü millet demek dil birliği demektir. Etnik bölücüler kendilerini dil farkı ile izah etmiyorlar mı ?

Umarım bu hataya düşmezler.