Bundan tam elli yedi yıl önce bugünlerde İstanbul’da Sirkeci Garı’ndan kalkan tren, yüzyılın başlarında o zamanki vatan topraklarını savunmak için cepheden cepheye koşan ecdadımızın çocuklarını, torunlarını ekmek parası kazanabilmeleri için Almanya’ya götürüyor, göçürüyordu.

Aslında göç Türk Milleti’nin kaderi gibi bir şeydi doğrusu. Atalarımızın ne yazık ki bugün Ortaasya diye adlandırılan Büyük Türkistan’dan göç ettiğini bilmeyenimiz yok. Dünyada bizim gibi göçebe kültürüne sahip başka bir millet var mı bilmiyorum. Çünkü Uygur Türklerinden bize kalan; atların, kuşların, kuzuların bile “Gööç, gööç” diye dile geldikleri bir Göç Destanımız bile var ama o göçten sonra dünyanın ilk yerleşik medeniyetlerinden birini kuran da atalarımızdır. Büyük dava adamı Atsız’ın, “Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı/Biz Tufan’ı yarattık uyku uyurken batı” diye mısralara döktüğü Turfan, Beş Balıg gibi şehirler Türk ve dünya medeniyetinin temel taşlarıdır. O şehirler ve Turfan’da kurduğumuz büyük medeniyetin hâlâ ayakta duran eserleri ve onların mirasçısı olan kardeşlerimiz ne yazık ki bugün Çin’in esareti altında bulunuyor.

Yüzlerce, binlerce yıl önce dünyanın ilk yerleşik şehirlerini kuran atalarımızın arayışları bitmedi. Kimi zaman tabiat şartları, kimi zaman kardeş kavgaları, kimi zaman savaşlar onları göçe zorladı. Yeni yerler, yeni güzellikler peşindeydiler. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne her yere, her yana dağıldık zaman içinde.

Anadolu’da karar kılan bizler burada çok mesuttuk ama ekmek kavgasına düşenlerimiz için bundan tam elli yedi yıl önce Avrupa kapıları açıldı ve şair Ali Akbaş’ın Göç Şiiri’nde çok güzel anlatıldığı gibi Sirkeci Gar’ından trene bindirilen işçi kafileleri Almanya’nın yolunu tuttular:

Su serperler ya/Gidenlerin ardından

Dün askere /Hind'e Yemen'e

Bugün ekmeğe/Yaban ellere

Dönmezler de ondan/Yoksa niye serpsinler

Sirkeci'den tren gider/Ona binen verem gider…

Bir kampana çalar/Analar ağlar

“Oğuuuul/oğul”

Çocuklar öksüz/Gelinler dul;

Sirkeci'den tren gider/Evim barkım viran gider

Biz hep atla geçtik Tuna'dan/Böyle geçmedik

Avrat uşak/Biz hiç böyle geçmedik /Beyler utansın

Sirkeci'den tren gider/Varım yoğum törem gider

Tuna bizden utanır/Biz Tuna'dan

Yüzüne kapatır ellerini/Aldırma be Tuna'm/Yiğit çıplak doğar anadan/

Sirkeci'den tren gider/Erzurumlu Duran gider

Burada ezan var/Orada çan

“Uyaaaan/Uyaaaaan/Uyan! “

Sirkeci'den tren gider/Bir yaldızlı Kur'an gider.

Kolay değildi elbette; Türkiye’nin her bir köşesinden insanlar ekmek parası kazanmak için hiç bilmedikleri, dili, dini, yaşayışı bizden tamamen farklı olan bir ülkeye gidecekler ve her türlü çileye, derde, sıkıntıya, aşağılanmaya katlanacaklardı. Emeksiz yemek olmuyordu. Taşın sert olduğunu, karın doyurmanın yanında Almanya’nın insanımızın pek çok değerini alıp götürdüğünü fark eden Kemteri gibi âşıklar vurdular sazın teline de ikazlarını yaptılar…

Unutturdular sana ana dilini

Makinaya nikâhladık gelini

Çöktük aha bükecekler belini

Yurda dön hey bacım, yurda dön yurda!

Belki dönenler de oldu ama gidenlerin ardı arkası kesilmedi. Uyum sağlansa da sağlanmasa da katlanılacaktı. Katlanılacaktı ama atalarının “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen” gittikleri ülkelere “işçi” olarak gitmek ve oralarda horlanmak, itilip kakılmak zorlarına gitti. Rüya ile gerçek arasında bir hal içindeydiler ve dertlerini mısralara döküyor, türkü yakıp dillendiriyorlardı:

İçmeden olmuşum içimde sarhoş

Rüya mısın, serap mısın söyle Almanya

İnsanlıktan yana içerin bomboş;

Senin merhametin yok mu Almanya?

Yakınmaların ardı arkası kesilmiyordu ama uğradıkları değişim ve dönüşüm de giderek kendini gösteriyordu. Yıllık izinlerini kullanmak için memlekete geldiklerinde başlarına taktıkları fötr şapkaları, bisikletlerinin, motosikletlerinin bir aksesuarı gibi sarkıtıp son sesle dinleyip köylerinin kasabalarının sokaklarında caka sattıkları radyo – teypleriyle dikkat çekmeye başladılar. Gurbetçilerimiz, geçen süreç içerisinde havalı otomobilleriyle de aynı işi yapmaya başladılar.

Onlara “Alamancı” deniyordu artık ve tıpkı Almanya’da olduğu gibi kendi ülkelerinde de göze batan yanları vardı. Ünlü yazar Yağmur Atsız’ın naklettiği şu dörtlük tam da onların durumunu anlatıyordu:

Bir adımız Alamanya beyleri

Bir adımız Anadolu yabanı

Döner şeritlere döner çark olduk;

Daha bırakmadan kara sabanı…

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir süre sonra Almanya’da ırkçılık yeniden hortladı ve “Dazlaklar” adı verilen gruplar “Auslander raus, auslander raus!” diye ortalığı inletmeye başladılar. “Yabancılar dışarı” demek olan bu söz sanki “Türkler dışarı” anlamına kullanılıyor ve kardeşlerimize ait evler, iş yerleri ateşe veriliyordu. Irkçı dazlakları “çocuklar” olarak niteleyip tedbir almayanların çıkardıkları “Yabancılar Kanunu” da bazı haklarını ellerinden alınca Almanya’da yaşayan Türklerin şiirleri, türküleri bu defa geçmişe göndermeler yaparak Alman hükümetine yöneldi:

Fırınlar yaktığın çağa doğru mu

Yolculuk nereye Alman Efendi?

Kasaplık yaptığın çağa doğru mu

Yolculuk nereye Alman Efendi?

Hitler de küçüktü sonra büyüdü

Kurdu orduları aldı yürüdü

İnsanlık üstünde kurşun eridi

Yolculuk nereye Alman Efendi?

Senin tarihinde kara leke var

Silmeye çalıştın bugüne kadar

İster misin Nazizm dirilsin tekrar

Yolculuk nereye Alman Efendi?

Tabii, o kadar da karamsar olmaya gerek yok. Başta Almanya olmak üzere yurt dışında çalışan işçi kardeşlerimizin önemli bir kısmı bütün bu sıkıntılara rağmen kendilerini kabul ettirerek milletçe gurur duyacağımız başarılara imza attılar. Geçen zaman içinde kimi çalıştığı işyerini satın alarak ya da yeni işyerleri açarak işinin patronu oldu, kimi orada kazandığı sermaye ve bilgi birikimini yurdumuza getirerek ülke kalkınmasına katkıda bulundu. Oralarda doğup büyüyen ya da yükseköğrenim için giden gençlerimiz ilim adamı, sanatçı, yazar ve şair kimlikleriyle önemli işlere imza attılar, atmaya devam ediyorlar. Halen oralarda çalışan, emekli olup yurdumuzla da bağlarını koparmadan hayatlarını devam ettiren kardeşlerimize başarılar ve sağlıklı ömürler diliyorum.

Yine dilerim ki Türkiye bir türlü gerekli atılımları yapamadığı tarım ve sanayi hamlelerini başararak işsizliği sonlandırır ve gidenleri geri çektiği gibi yurtdışından kalifiye elemanlar da getirip çalıştıracak seviyelere gelir.

Sirkeci Garı'ndan yolcu edilen işiçilerimiz

Almanya'da karşılanmaları