1970'li yıllar, Köln Ford işletmelerinde çalışıyorum.

İşçi sayımız 45 bin, 12 bine yakın Türk çalışan emekçimiz var.

Gurbetçilerin kahır ekseriyeti genç, aileleri Türkiye'de.

Tabii o tarihlerde iletişim mektup ile sağlanırken, acil durumlarda telgraf çekiliyor.

Ailede bir ölüm, hasta falan olunca telgraf ile, iki cümle “annen hasta, baban vefat etti acil gel” diye haber gönderiliyor.

Bu telgrafı fabrikadaki, amire, kısım şefine ibraz edilince 2 - 3 hafta izin veriliyor.

O yıllar Almanya'da işçiye çok ihtiyaç olduğu için, emekçinin değeri biliniyor, hiç bir çalışanı kayıp etmek istemedikleri için esnek davranıyorlar.

Emekçinin biri şark kurnazlığı yaparak durumdan kendine pay çıkarıyor.

Almanya'dan eşi Emine'ye mektup yazıyor, sık sık gelmemi istiyorsan bana telgraf çek “baban acil hasta gel” yaz diyor.

Emine'de, ailede hasta, vefat, düğün, tarlada hasat kalkacağı zaman, çocukların sorunu olduğu zaman, bazen de özlem çekince soluğu doğru PTT'de Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi'nde alıyor.

Telgraf eline geçen Ahmet nefesi amirinin önünde alıyor.

Ahmet 2 - 3 hafta izini koparıp ilk uçakla ver elini memleket.

Bizim gurbetçi Ahmet köye gidiyor, emmi, dayı, eş dost hasret gideriyor, varsa hasta ile ilgileniyor, sonra iş hayatına Almanya’ya geri dönüyor.

İnsan kaynakları (Personal Büro) telgrafı dosyaya ekliyor, tozlu raflara kaldırıyorlar.

Emine'den Ahmet'e 6 ay sonra yine bir telgraf “baban ağır hasta acil gel.”

Bu böyle 1990'lı yıllarda insan kaynakları tozlu raflardaki (Personal Büro) çalışanların dosyalarını arşivden çıkarıp bilgisayara geçene kadar devam ediyor.

Bilgiler bilgisayara aktarılınca kısım müdürü işçilerin yıllık izinlerini planlarken, bizim Ahmet'in 13 defa baban hasta acil gel, 4 kerede baban öldü gel diye telgraf kayıtlarını ekranda görünce olay ortaya çıkıyor.

Bunun üzerine işçi temsilciliği, tercüman eşliğinde Ahmet ile işletme müdürü, insan kaynakları arasında şu görüşme oluyor;

Alman müdür, Ahmet'e hal hatır sorduktan sonra, ne kadar izini olduğunu sorar ve döner Ahmet'e.

“ Ahmet Bey, sizin kaç babanız var? ” diye soruyor!

Ahmet şiddetli bir şekilde “Bu ne hadsizlik, edepsizlik, küstahlık”diye bağırmaya başlayınca,

Müdür ne yaptığının şaşkınlığı içinde oturduğu sandalyede küçüldükçe küçülüyor.

Daha sonra İnsan kaynakları ofisi “Ahmet bey elimizde telgraflar var, 4 kere baban vefat etti acil gel ” diye, biz bunu öğrenmek istiyoruz deyince, Ahmet durumu bildiği için rahatlar.

Araya işçi temsilcisi ve tercümanın girmesiyle kavga önlenir, Ahmet'ten defalarca “özür” dilenerek sakinleştirilir.

Ahmet'in yaptığı şark kurnazlığı, köy uyanıklığı tatlı bir tebessüm ile kapatılır.

Burada işletmenin ihmali olduğu için, olay kapanır, Ahmet'e işine devam edebileceği ifade edilir.

Bu nereden aklıma geldi?

Salgın Pandemi sürecinde, bol bol televizyon seyretme fırsatım oldu.

Ulusal televizyonlarda Fatih'in İstanbul'u feth ettiği yaştaki delikanlıları, gençleri DNA testi ile ebeveynlerini aradıklarını görünce.!

Aklıma bizim işçi Ahmet geldi.

Ne hallere düştük, 15. DNA testi ile babalarını bulamayan bir kuşak.

Dizilerdeki bu çarpık aile ilişkileri, ebeveynlerin evde eşi, iş yerinde dostu, dışarıda metrisi, yetmedi kızının arkadaşına aşık olması, belki yapım şirketine, Ülkeye para kazandırıyor olabilir, lakin para ile alamayacağımız değerlerimizi kayıp ettiğimizin bilincinde miyiz?

Biz sıcak evimizde ailemiz ile bu görüntüleri seyrederken kendi toplumsal ahlak çöküşümüzü seyrediyoruz bilin istedim.

Kalın sağlıcakla