Ekim ayı içinde “Kader başka “Kadercilik” Başka Mütevekkil Başka “Müteekkil” Başka” ve “Kadere İnananlar Allah’a, Kaderciliğe İnananlar Efendilerine Kul Olurlar” başlıklarını taşıyan iki yazı yazmıştım. Şimdi Amasra’daki facia ile ilgili Bilirkişi Raporu yayınlanıp mahkemece tutuklananlar olduğuna göre yazı serimizi üçleyip tamamlamamız gerekiyor. Çünkü görüşlerimiz tescillenmiş, yaşananların kader değil, kadercilik kaynaklı olduğu belgelenmiş oldu.
“Şöyle demiştik, böyle yazmıştık” diye uzatmaya gerek yok. Yazdıklarımız zaten Ayet ve Hadislere, yaşanmışlıklara dayanıyordu. Dileyen o başlıkları girerek internetten bulup söz konusu yazılarımı da okuyabilir. Okumuş olanlar zaten hatırlayacaklardır.
İlk olarak artık gerçekten son olmasını dilediğimiz Bartın Amasra’daki Maden Ocağı’nda 14 Ekim 2022 günü meydana gelen facianın öncesine ve sonrasına gidip durum tespitimizi yapalım.
Amasra’daki maden ocağı ile ilgili olarak 2019 yılında yapılan Sayıştay incelemesinden sonra verilen raporda “Müessesenin dengelenmiş üretim derinliğinin artmasının kaza risklerini yükselttiği”, “Kritik arızalara zamanında müdahale edilememesi iş güvenliğini etkiliyor”, “Müessesede solunabilir ve patlayabilir tozla mücadele kapsamında alınan önlemlerde aksamalar olduğu”, “Tozların sürekli ortamda dolaşmaları infilak riskini artırmakta”, “Gündüz vardiyası dışındaki olası arızalara anında müdahale edilemediği” gibi ifadeler yer alıyor. Yani testi kırılmadan tam üç yıl önce yol gösterilmiş.
Sonra ise adım adım bilinen facia gelmiş ve 41 can gitmiş, ocaklar sönmüş. Ardından oluşturulan 7 kişilik Bilirkişi Heyeti’nin hazırladığı Ön İnceleme Raporu yayınlandı ve Amasra Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi, tutuklamalar oldu. Raporda, "İş kazası, -320 Kalın Damar Tavan Yolu'ndaki patlatma çalışması kaynaklı olarak meydana gelmiş, grizu ve kömür tozu patlamasını içeren bir patlamadır " ifadesi kullanılıyordu.
Raporun teknik detaylarına girecek değiliz ancak şu ifadelere dikkat eder misiniz?
“Havalandırma sistemi yeterli ve etkili olsaydı olayın meydana gelmesi önlenirdi." “Tozla mücadele etkin yapılsaydı meydana gelen kazanın etkisi daha az olabilirdi." “Metan drenajı uygulaması hayata geçirilmiş olsaydı kaza önlenebilirdi.” “Etkin bir denetleme sağlanamamıştır.” “İş güvenliği eğitimleri ve tatbikatlar konusunda görülen eksiklikler, kaza sırası ve sonrasında meydana gelen hataların kaynağını oluşturmaktadır."
Demek ki bu facia “İşin fıtratı” ile ilgili olmadığı gibi bir “Kader planına” göre de meydana gelmemiştir. Düpedüz ihmaller, kusurlar ve sorumsuzluklar zincirinin eseridir.
Şimdi de sekiz yıl geriye giderek 13Mayıs 2014'te meydana gelen ve 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan Türkiye'nin en büyük maden faciası için açıklanan Bilirkişi Raporuna göz atalım. Rapor, o büyük facianın aslında önlenebilecekken "Olumsuz ocak alt yap uygulamaları nedeniyle oluştuğunu” ortaya koyuyordu. “Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın ihmali ve kusuru olduğuna” da işaret edilen raporda Amasra’dakine benzer ihmaller ve daha fazlası madde madde sıralanıyor.
Arada bir de Ermenek’te 8 insanımızın kaybedildiği maden ocağı faciası var. Maden ya da kömür ocaklarında son sekiz yılda 351, toplamda ise üç binden fazla insanımızı kaybettik. Bizden daha çok kömür çıkaran Almanya, Fransa, Avusturya, Japonya ve Çin gibi ülkelerde maden ocaklarındaki can kayıpları adeta yok denecek kadar az. Bizdeki gibi toplu kayıplar zaten yaşanmıyor. Çünkü oralarda tedbir, teknoloji, eğitim ön planda. Onlar kadere inanıyorlar ama kaderci anlayışa karşılar. Bunlar birer gerçek olarak karşımızda duruyor da biz gerçekleri görmemek için ısrar ediyoruz. Onun için felaketlerin önü arkası kesilmiyor. Dolayısıyla dünyamızı kararttığımız gibi Ahiretimizi de mahvediyoruz.
İşte Ayet:
“Her kim dünyada gerçeklere karşı kör ise Ahirette de kördür, Cennet yüzü görmeyecektir. Üstelik o, yol bulma konusunda körden daha şaşkın bir halde olacaktır.” (İsra Suresi, Ayet 72)
Bu dünyada kör olmadıkları için gerçekleri gören ve tedbirlerini ona göre alan ülkelere ve oralarda yaşayan insanlara gıpta etmemek mümkün değil. Yine bir Ayet: “De ki: Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” (En’am Suresi, Ayet 50)
Bu konuda yazdığım ilk yazıda şöyle bir ifade kullanmıştım: “Kadere inanmakta azim, gayret, çalışma, samimiyet, ihlas, ahlak, namus, dürüstlük gibi erdemler, kadercilikte ise saldım çayıra Mevla kayıra; iyi olursa benden, kötü olursa -haşa- Allah’tan anlayışı vardır. Kısacası kadercilikte tam bir sallapatilik ve inançsızlık, hatta Allah’a isyan söz konusudur.” Hal böyle olunca, kişilerin ya da kurum ve kuruluşların, hatta ülkeyi yönetenlerin kusurlarından dolayı meydana gelen kazaları ve ölümle sonuçlanan olayları, felaketleri “Kader” diye geçiştirmek doğru değildir. Kader, tedbiri elden bırakmayan, iş neyi gerektiriyorsa onu eksiksiz yerine getiren sorumluluk sahibi insanların inancıdır. Çünkü Yaratan Allah şöyle buyurur: “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet Suresi, Ayet 36)
Millet olarak bizim ve “İslam ülkesi” olarak nitelendirilen diğer ülkelerdeki felaketlerle can kayıplarının başta gelen sebeplerinden biri tedbiri elden bırakıp kadercilik anlayışına teslim olmaktır. Bu anlayışın yerleşip kökleşmesinde en büyük pay da siyasilerle din görevlisi ya da tarikat ve cemaatlerdir. Asıl olan ise kadercilik anlayışına değil her türlü tedbiri alarak kadere teslim olmaktır.
Trafik kurallarına uyulmadığı için meydana gelen kazalar ve ölümlerle tedbir alınmadığı için meydana gelen ölümlü maden kazaları arasında hiçbir fark yoktur. Kırmızı ışık yanarken son sürat kavşağa dalınınca kaza kaçınılmazdır ama bu sorumsuzluğu yapanın uğradığı hasar ve can kaybı artık bir kader değil sorumsuzluktur, cinayettir. Kaza ve kadere inanmak başka o kaza ve kazaya giden yolu aklımızı kullanmadan kendi ellerimizle ve düşüncesizliğimizle çizmek başkadır. Müslümanlar kaza, kader ve kadercilik arasındaki farkı kavrayamadıkları müddetçe başlarına gelenlerin ve geleceklerin hesabını veremezler.
Sonuç olarak, yaşanan bunca felaketten ve tecrübeden ders alınmadığına göre Müslümanlar kader ve kadercilik arasındaki hassas noktayı kavrayamamışlar, dolayısıyla imtihanı en baştan kaybetmişlerdir. Dilerim geç de olsa bu hatadan dönülür.