Narin, Türkiye’nin vicdan davasıydı. O daha 8 yaşında küçücük bir çocuktu; saf, masum ve hayalleriyle doluydu. Belki bir gün iyi bir öğretmen olacak, bilgisiyle yeni nesilleri yetiştirecekti. Belki bir avukat olup adaletin yanında duracak, mazlumların sesi olacaktı. Belki cesur bir subay, sahnelerde ışıldayan bir tiyatrocu ya da şefkatli bir hemşire olacaktı. Belki bir doktor olup insan hayatını kurtaracak, vicdanı hür bir genç olarak topluma ilham verecek ve bir gün şefkatli bir anne olacaktı. Ancak Narin’in bu güzel hayalleri, birkaç vicdansızın karanlık dünyasında vahşice söndürüldü. Narin artık yok; ama onun yokluğu vicdanlarda büyük bir sızı bıraktı.
Narin’in anısı bir barış güvercini gibi kalbimizde yaşayacak. Onun masumiyeti nazlı bir gelincik çiçeği gibi baharlarımızı renklendirecek, sevgi dolu varlığı bir kelebek kadar hafif ve naif bir şekilde hep hatırlanacak. Fakat onun gidişiyle, bu ülkenin vicdanı bir kez daha derinden sarsıldı. Herkesin yüreğinde bir yara açıldı. Narin, sadece ailesinin değil, bu topraklarda yaşayan herkesin evladıydı. Onun masumiyeti ve hayalleri, onu koruyamayan bir toplumun aynası oldu.
Bu büyük acının ardından, halk gözyaşlarıyla Narin için üzüldü. Herkes, onun başına gelenlerin hesabının sorulmasını istedi. Ancak vicdanları yaralayan başka bir şey daha oldu: Faillerin ve onları koruyanların tutumu. Koca koca siyaset adamlarının failleri örtbas etmeye çalışmaları, mağdurun değil suçlunun yanında saf tutmaları, bu ülkenin adalet duygusuna bir kez daha darbe vurdu. Halkın vicdanı bu kadar taze bir yarayla sarsılmışken, failler onursuzca suçlarını inkâr etti. Hiçbir pişmanlık göstermediler, hiçbir sorumluluk almadılar.
Daha da acısı, faillerin avukatlarının tutumu oldu. Adaletin savunucusu olması gereken avukatlar, bu davada adaleti değil, suçu savunmayı tercih etti. Masum bir çocuğun hayallerini ellerinden alan bu failler için ceza indirimi almayı bir başarı gibi gördüler. Şımarıkça sosyal medya paylaşımlarıyla bu “başarılarını” kutladılar. Oysa gerçek bir avukat için başarı, suçluyu korumak değil, adaletin tecellisini sağlamaktır. Narin’in hayatını elinden alanların en ağır cezaları alması, adaletin en temel gereğiydi. Ama bu kişiler, hem mağdurun ailesine hem de topluma adeta meydan okurcasına, failler için az ceza almanın yollarını aradı.
Bu dava, sadece Narin’in değil, bir toplumun vicdanının sınandığı bir dava olarak tarihe geçecek. Adaletin araçsallaştırıldığı, suçun örtbas edilmeye çalışıldığı bu süreç, toplumun hafızasında derin bir yara olarak kalacak. Failleri koruyanlar, suçu küçümseyenler, ceza indirimlerini zafer gibi görenler, tarih önünde bir gün mutlaka sorgulanacak. Çünkü adalet gecikse de, bir gün mutlaka yerini bulur.
Narin’in anısı, adalet mücadelesinin simgesi olarak daima yaşayacak. O bir çocuktan çok daha fazlasıydı: Hayalleri olan, masumiyetiyle insanlara umut veren bir barış güverciniydi. Onun yokluğu, sadece ailesini değil, bu ülkenin vicdanını da kararttı. Faillerin bu onursuz suçlarını inkâr etmeleri, adaletin önünde eğilmeyi reddetmeleri, onların acizliğini ve vicdansızlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Onları savunan avukatların ise hukuk tarihine kara bir leke olarak geçeceği açıktır.
Narin’in kaybı, toplumun adalet duygusunu zedelemiş olabilir, ancak bu acı olay aynı zamanda herkese bir sorumluluk yüklemektedir. Gerçek adalet, bu davayı unutmamak ve bir daha böyle bir trajedinin yaşanmasına asla izin vermemekle sağlanabilir. Narin, hayalleri yarım kalan bir çocuk olarak vicdanlarda yaşayacak, ama onun anısı aynı zamanda bir uyanış çağrısı olacaktır. Narin için gözyaşı döken herkesin, bu davayı ve bu masumiyeti unutmadan, adaletin gerçekleşmesi için çabalamaya devam etmesi gerekmektedir. Adalet Narin için de, diğer masumlar için de bir gün mutlaka yerini bulacaktır.