Liderliklerini Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin yaptığı Arap ülkeleri barış istiyor. Savaşsız bir ortamda yaralarını sarmak, iç barışlarını sağlamak ve birbirleriyle ticaret yaparak zenginleşmenin peşindeler. Bütçelerinin çoğunu silahlanmaya, paralı ordulara ve yurtdışında kurdukları örgütlere aktarmaktan yorgunlar. Paralı ordularla ve destekledikleri cihatçı(!) örgütler vasıtasıyla Libya, Yemen, Sudan, Irak, Lübnan ve Suriye gibi ülkelere hakim olmaya çalıştılar ama başaramadılar.

Hem kendilerinin hem de bölgenin kan kaybettiğini, mevcut yaklaşımlarıyla sorunların çözümünün imkansız olduğunu görünce hem Katar ve Türkiye ile normalleşme sürecini başlattılar hem de Trump’ın İbrahim anlaşmaları teklifini kabul ederek İsrail’le ilişkilerini iyileştirmeyi hedeflediler. İsrail’den geçmesi planlanan Hindistan Koridorunun ve Türkiye ile geliştirilen Kalkınma Yolunun hedefi aynı: Bölge ülkeleri birbirlerine entegre olsunlar ve ticari hacimler artsın. Körfez ülkeleri ekonomilerini petrol ve gaza bağımlı olmaktan kurtarmak için büyük gayret içindeler.

Rusya, kendisinin ve İran’ın kazanımlarının korunması şartıyla bölgenin sakinleşmesinden yana. Rusya için Suriye ve Libya’daki varlığının devamı hayati derecede önemli. Çin, enerji ihtiyacının çoğunu temin ettiği Orta Doğu’yla daha yoğun ticaret yapmak istediğinden sulh istiyor. Hatta istemekle kalmıyor, inisiyatif alıyor ve hamle yapıyor. Suudi Arabistan ile İran’ın, Çin’in organize ettiği sürecin sonunda yeniden diplomatik ilişki tesis ederek anlaşma imzalamaları ve 14 Filistinli grubun Pekin’de bir araya gelerek birlikte hareket etme kararını açıklamaları son yıllarda Orta Doğu’da meydana gelen önemli gelişmeler.

Bazı stratejistler, Çin’in, ABD’yi meşgul edeceği için, Orta Doğu’nun kargaşa içinde olmasını tercih edeceğini iddia ediyorlar. Oysa Pekin, savaşsız bir ortamda, ekonomik büyümesini aynı tempoda sürdürmek istiyor. Ukrayna savaşına dahi, Rusya’dan gaz ve petrolü daha ucuza satın almasını mümkün kılmasına rağmen karşı çıktı. Orta Doğu’da bölgesel bir savaş hatta düşük ölçekli çatışmalar, Çin’in enerji maliyetlerinin artması ve ihracat hacimlerinin düşmesi demek. Çin’in, başlıca satış ve tedarik pazarları olan Avrupa ve Afrika’ya ulaşmasının zorlaşması ve pahalanması ise cabası.

AB’de barıştan yana. Savaş demek milyonlarca mülteci demek. Avrupalılar Ukrayna savaşından sonra çok yükselen enerji maliyetlerinden, Çin’in yabancı yatırımcılara getirdiği kısıtlamalardan rahatsızlar. Orta Asya ve Orta Doğu’nun petrol ve gazını, nakil hatlarıyla Avrupa’ya akıtmayı planlıyorlar. Doğu Akdeniz’deki rezervlerin bir an önce aktife edilmesini istiyorlar. Savaş olursa bunların hiçbiri olmaz.

Beyaz Saray’da savaşa karşı. Orta Doğu’da barış iklimini tesis edip Pasifiğe yönelmeyi planlıyordu Amerikalılar. Irak ve Afganistan işgallerini bu yüzden bitirdiler. İbrahim anlaşmalarını bu nedenle önerdiler. Orta Doğu’da ABD’nin süper güç pozisyonunu tehdit eden bir ülke yok. ABD, Arap Baharında demokrasi şampiyonluğu yaptığı için pişman. ABD’nin hedefi Arap ülkeleri, İsrail ve Türkiye’nin anlaşmasını sağlayıp bölgedeki varlığını minimize etmekti.

Türkiye, Orta Doğu’da istikrarı en çok isteyen ülke. Arap Baharından en çok zarar gören devletlerden biri olan Türkiye’nin Katar dışındaki ülkelerin hepsiyle ilişkileri bozuldu. Ticaret hacimleri düştü, turizm ve yurtdışı müteahhitlik gelirleri azaldı. Irak ve Suriye’deki boşluktan istifade eden PKK güçlendi. Son altı yıldır bozulan ilişkileri iyileştirmekle ve PKK’yı zayıflatmakla meşgul olan Ankara, konjonktüründe etkisiyle ve art arta yaptığı doğru hamleler sayesinde son derece başarılı oldu.

Körfez savaşından önce izole durumda olan İran, son yirmi yılı çok iyi değerlendirdi. Bugün Irak fiilen Tahran’ın kontrolünde. İkiye bölünen Yemen’in en stratejik bölgeleri Tahran’la iş birliği yapan Husilerin denetiminde. İran, Suriye’de bizzat, Lübnan ve Filistin’de HAMAS ve Hizbullah vasıtasıyla faaliyet gösteriyor. İran’ın hedefi, kazanımlarını muhafaza ederek bazen rekabet ettiği bazen vesayet savaşları yürüttüğü ülkelerle ilişkilerini normalleştirmekti. Bu nedenle Suudi Arabistan’la ilişkilerini yeniden tesis etti ve ABD ile nükleer silahlarla ilgili anlaşmayı yaptı. Normalleşme en çok İran’a yarayacaktı.

Ekonomik olarak çöken ve bu yüzden rejimin zayıfladığı İran’ın, bugünkünün üç katı kadar petrol ihraç edebilecek kapasitesi var. Normalleşme olabilseydi İran’ın gelirleri artacak müttefiklerine göndereceği yardım tutarları azalacaktı. Dolayısıyla halk zenginleşecek ve rejimin zayıflama süreci duracaktı.

İsrail’in yönetiminde olan aşırılar hiçbir zaman gerçekten barış hedeflemediler. Fakat halkın sürekli hale gelen çatışmalardan ve gerilimlerden yorulması ve ABD ile AB’nin baskıları İsrail’i sınırlıyordu. Savaş çıkarmaması şartıyla her isteği yerine getiriliyordu. Para, teknoloji… her ne isterse. ABD, Golon tepelerinin ilhakını ve Kudüs’ün başkent olmasını aynı nedenle, İsrail’i teskin etmek için destekledi.

Peki, bütün ülkeler barış, istikrar ve normalleşme isterken neden bugünlere gelindi? Öncelikle ABD, Arap devletleri ve İsrail, HAMAS’ ı ve Gazze halkını yok farz ettiler. Bu aktörlerin ortak yanı, HAMAS’ tan nefret etmeleri. Planlarının tıkır tıkır yürüyeceğini, bölgede meydana gelecek olan zenginleşme ve kalkınmanın Filistin’e de yansıyacağını ve bu gelişmenin HAMAS’ ın toplumsal tabanını zayıflatacağını ön gördüler. Onlara göre HAMAS uslu uslu kaçınılmaz sonunu bekleyecek ve vakti geldiğinde aynı FKÖ gibi silahlarını bırakacaktı.

İkinci olarak İsrail’i yöneten aşırıların gerçek arzusu barış ve istikrar değildi. Normalleşme sürecini mecburen kabul etmişlerdi. HAMAS düğmeye basınca, başta süper güçler olmak üzere neredeyse bütün aktörlerin karşı olduğu savaşın eşiğine gelindi. Bugün itibariyle, HAMAS’ ta dahil olmak üzere İsrail dışındaki bütün aktörler Gazze katliamının durmasını ve bölgede meydana gelen çatışmaların sonlanmasını istiyor.

İsrail ise ABD’nin kendisin yardım etmek zorunda olduğundan emin olarak savaşı yaymak niyetinde. Amacı kendisi için tehdit olarak gördüğü İran’ı, müttefikleriyle birlikte, aynı Suriye ve Irak gibi zayıflatmak. Mümkünse bölüp parçalamak. İsrail’i yöneten aşırı unsurlar; güneylerindeki HAMAS, doğularındaki yani Suriye’deki İran ve kuzeylerindeki Hizbullah tarafından kuşatıldıklarını ve İsrail topraklarındaki (Gazze ve Batı Şeria’daki beş milyon Arap dışında) üç milyonu aşkın Arap’ın baskın çoğunluğunun ajan olduğunu düşünüyor. Hedefleri fırsattan istifade bu tabloyu değiştirmek.