Siyasi himaye olmadan hiçbir cemaat veya tarikat devlet içinde ağırlık kazanamaz. Geçmişte ve halen bazı gruplar devlet içinde etkinlik kazanmışsa, bunun sorumlusu onları arkalayan, destekleyen siyasetçiler veya partilerdir.

Dini grupların siyasete karışmasını hep eleştiririz. Çünkü böylece genel olan(herkesin olan din) özel bir grubun malı olmakta, dinin gönülleri kuşatma alanı daralmaktadır. Camiye, kışlaya siyasetin karışmaması yönündeki duyarlılık bu hassasiyetten gelir. Bir din, siyasallaştığı zaman, herkese hitap etme imkanını kaybeder. Bir dönem şu veya bu partiye oy vermeyenlerin ‘patates dinine’ mensup sayılmaları bunun en açık örneklerinden biridir: Bana oy vermiyorsan Müslüman bile değilsin!

Devam eden bu hastalık, oradan kalmadır.

Cemaatleri siyasete iten sadece kendi hırsları, dünyaya meyilleri değil. Onların gücünden, oy potansiyelinden yararlanmak isteyen siyasetçiler de bu siyasallaşmadan en az onlar kadar sorumludur.

Cemaat ve tarikat kafası, bizden -ondan ayırımını sanıldığı gibi din farkı üzerinden yapmaz. Yani onun ötekisi bir gayrimüslimden çok kendi tarikat veya cemaatinden olmayanlardır. Böyle olunca da devlet gücünü kullandıklarında –farklı ekollere- mensup olanları ötekileştirir, etkili oldukları alanlara sokmamaya çalışırlar. Bir bakanlıkta etkili oldukları zaman orada sadece kendilerini ve kendinden olanları bırakırlar. Halbuki, Müslüman bir toplumda bizden/ondan ayırımı olmaz, herkes bizdendir. Bu ayrım, milletin devleti fikrine çok karşıt bir durumdur ve zaman içinde devlet kurumları içinde neredeyse özerk alanlar oluşur.

Bu gerçeği en son Fethullahçılar örneğinde görmüştük: Emniyet ve yargı neredeyse bu yapıya mensup olmayanlar için girilmez bir alan haline gelmişti. Şimdi aynı yerler için farklı cemaatler/tarikatlar güç mücadelesi veriyor. Bulundukları yeri, milletin malı olarak idare etmek, en güzel hizmeti vermek için kullanmak yerine, ele geçirmeye çalışıyorlar. Bunun için de kendi klanlarından olmayanlarla kıyasıya bir mücadele veriyorlar. Kuran;” Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin…” der. (Hucurat 9) AKP/ FETÖ’ kavgasında, dini cemaatlerin çoğu belki de hepsi bu kavgadan nasıl nemalanırız hesabı yaptı. Fethullahçıların tasfiye edilmesini, oluşacak boşluğu kendilerinin doldurmasını istediler. Düşmanlığın ölçüsü din farklılığı değil, grup çıkarı oldu.

Bu kafa fırkacı kafadır ve asla bir milleti bütünleştiremez. İşgal ettiği her yeri kendisine mal etmeye çalışır, Fethullahçılar da bunu yapmış neticede –diğer İslami grupların- düşmanlığını kazanmıştı. Ne yazık ki aynı hastalık devam ediyor.

15 Temmuz darbesinden sonra bu yapı –fiziki olarak- devletten temizlendi. Yönetimde en küçük bir etkisi yok. Ancak zihniyet olarak temizlenmedi. Aynı bakış tarzı diğer cemaat ve yapılar üzerinden sürüyor. Gerçek bu minvalde olmasına rağmen, iktidarın her yanlışı hala FETÖ’nün üzerine yıkılıyor. Bu bilinçli bir yönlendirme. Ekonomiyi batıran,  camileri miting alanına çeviren, dini siyasallaştıran, Suriye’ye girerek parçalayan, PKK’ya devlet olma kapısını açan Erdoğan ve iktidarı, ama suçlanan başkası. İktidara yönelmesi gereken eleştiriler ustaca FETÖ’ye yönlendiriliyor. Böylece ne yaparsa yapsın Erdoğan hiçbir yanlışın sorumlusu olmuyor. Elbette bu yapının masum olduğunu söylemiyorum:  geçmişte TSK’ya yapılan operasyonlar,  sınav skandalları, siyasete aşırı bulaşma ve ele geçirdiği kurumlarda izlediği dışlayıcı personel politikasının, bugün yaşadıklarımızda büyük etkisi vardır. Suç işleyeni cezalandırmak, işlemeyeni korumak devletin görevidir. Bunu yaparken adaletten ayrılmamak şarttır. FETÖ yargılamalarında bu ayrımın gözetilmediğini, kurunun yanında yaşın da yakıldığını söylemek bir vicdan borcudur.

Öyle veya böyle bugün artık tek güç merkezi Erdoğan’dır. Türkiye’yi o yönetiyor. Bugün yapılan veya dünden bugüne sürdürülen yanlışların sorumlusu da odur. Eleştirilerin de ona göre yapılması gerekir.  Tepkileri başka yere yönlendirmek, iktidarı savunmanın başka bir şeklidir ve sadece iktidarın ömrünü uzatmaya hizmet eder.

Hülasa; 15 Temmuz’a kadar FETÖ ile birlikte, 15 Temmuz’dan sonra ise özellikle CB sistemiyle birlikte Erdoğan tek başına sorumludur.