Özbekistan’da büyük bir din ticareti bulunmaktadır. Her caminin veya türbenin bir bölümünde, devletin maaş verdiği imamlar sürekli Kuran okumaktadır. Özbek Türk halkı, bu türbe ve camilere yoğun bir şekilde ziyaret gerçekleştiriyor ve her beş metreye bir yerleştirilen büyük kumbaralara sürekli para atıyorlar. Orta Çağ Avrupa’sında da kiliseler, bu şekilde halktan para toplarmış. Her türbede yatan kişi için bir anlatı gelişmiş. Akla, mantığa ve bu güne uygun olmayan anlatılara Özbekistan’da yüksek bir inanış bulunmaktadır. Tabii ki Türkiye’de maalesef en yakınımızdaki insanların bile bu rivayetlere inandığına şahit oluyoruz.
İnanç iç ve dış turizminin bu keskinlikte ve yoğunlukta olduğu başka bir ülke var mıdır, bilmiyorum. Külliyeler sanki tek elden çıkmış gibi görünüyor. Avlular, iç mekanlar, mezarlıklar, her bahçedeki geniş kalın minaremsi kuleler, bahçeler, bahçe içindeki ağaç türleri, külliyeye girişleri, yerdeki mermerler bile tek elden çıkmış gibi görünüyor. Burada sanki devlet, böyle bir politika, böyle bir yapı politikası üretmiş ve bunları yapmış gibi görünüyor. Tüm duvarlarda buraya özgün bejimsi renkte bir ateş tuğlası örgüsü bulunmaktadır. Bu ateş tuğlası yoğun bir şekilde bina cephelerinde de kullanılmıştır. Kapı ahşap oyma işçiliği muhteşemdir. Tüm kapılar için geçerlidir. Ev kapıları, özellikle külliye kapıları, külliyelerinin bakımları devlet tarafından yapılıyor gibi görünmektedir. Sanki değil, öyle. O yüzden temiz, bakımlı ve çok insan çalıştırılıyor bu külliyelerde.
Özbekistan şehir yapılanması, şehir planlaması, şehirlerin temizliği, düzeni açısından Türkiye’deki şehirlerden çok öndedir. Belediyeler hiç olmamasına rağmen, sadece atanmış valilerin şehirlerin sosyal hayatına bu denli olumlu etkisinin olması, muhtemelen belediyelere ayrılacak bütçelerin tasarrufda kalması yönünden büyük kamu yararı sağlıyor. Tam bir tarım ülkesi olması gereken Özbekistan’da, umarım tarım alanları imara açılıp inşaatlarla dolmaz. Doğal çevreye müdahale olmaz, olmamalı da zaten ama biraz desteğe de ihtiyaçları var gibi görünüyor.
Özbekistan’da Buhara ile Hive arasında Kızılkum çölü bulunmaktadır. Çöl, araçla yaklaşık beş saatte geçiliyor. Zemin çöl gibi ama çölleşmiş step de denebilir. Özbekistan’ın büyük bir bölümünün tarih öncesi deniz olduğu yüksek bir görüş bende var ve bu görüşe katılıyorum. Çünkü toprağın bir metre altından su çıkıyor. Ölülerini defnetmek için bile mezarlıkta topraktan tümülüs benzeri bir toprak yığıntısı yapıyorlar ve ölülerini zeminden biraz yükseğe gömüyorlar. Sebebi ise, zemin altında su çok yüzeyde olduğundan, zemin altındaki suyu cesetlerin zehirleyeceği öngörülüyor.
Bu Kızılkum çölü veya çölleşmiş step arazisi demek ki sulanabilir bir arazi. Afrika çölleriyle hiçbir alakası yok. Özbekistan, bu çölleşmiş step arazisini tarımsal ekonomiye kazandırabilirse, dünyada tarım ekonomisi anlamında Hollanda’yı ona katlayabilir ve dünya ölçeğinde büyük bir zenginlik elde eder. Kızılkum çölünün ortasından bizim Ceyhun dediğimiz, Özbekistanlıların Amuderya dedikleri Adana’mızdaki Ceyhan nehrimizin kardeşi büyük ve uzun nehir bulunmaktadır. Onun sulamasından da faydalanılabilir.
Özbekistan’da bir şeyi tekrar anladık, doğuya doğru gidildikçe insani değerler artar, batıya doğru gidildikçe insani değerler azalır.