Türkiye’de iktidar, görünüşe göre dini hassasiyeti olan bir siyasi partinin elinde.  Yine görünüşe göre milli hassasiyetleri ile tanınan bir siyasi parti de onu kayıtsız şartsız destekliyor. Desteklemese iktidar hemen düşecek; öylesine hassas bir durum var.

            Gelin görün ki her iki siyasi parti de oldukça pervasız. Öyle olmasının sebebi, “Partili Cumhurbaşkanlığı” adı verilen bir ucube sistem. Bu sistemin devletimize, milletimize, geleceğimize verdiği, vereceği zararlar, sakıncalar artık açık seçik ortaya çıkmış olmasına rağmen iktidardakilerin işine yaradığı için inadım inat politikası ile devam ettiriliyor.

            Madem dini ve milli hassasiyetleri ile bilinen siyasi patilerin iktidarı var, o halde soralım:

            İslamiyet’te israf haram mı? Haram!

            Lüks içinde yaşamak, şatafattan taviz vermemek, adam kayırmak, liyakate önem vermemek yasak mı? Yasak!

            Ne getirip götüreceği hesaplanmadan lüzumsuz yatırımlar yaparak milletin parasını boşa harcamak yanlış mı? Yanlış!

            Milletten, belediyelerden ve başka kurumlardan tasarruf etmeleri için genelge yayınlanırken mesela Almanya’da maç seyretmek için milletin vergilerinden toplanan paralarla bir bile değil, iki uçakla bilmem kaç yüz kişiyi götürmek etik midir? Değildir!

            ABD’deki NATO toplantısına bir değil, iki değil, üç değil, dört de değil; beş uçak götürmek doğru mudur? Değildir!

            Peki, bizim gibi tasarruf genelgesi yayınlamaya ihtiyaç duymayan, ekonomik güç olarak bizi fersah fersah geride bırakan ülkeler aynı durumda ne yaptılar ne yapıyorlar? Almanya’da maç seyretmek için bizden başka Cumhurbaşkanı, Başbakanı uçak kaldıran ülke var mı acaba? İngiltere, Fransa, İspanya Futbol Federasyonları sembolik olarak 100, 200, bilemediniz 300 misafir götürürken TFF’nin 700 küsur, Cumhurbaşkanlığı’nın da bir o kadar daha misafir götürmesi doğru mudur?

            Daha pek çok soru sorabilirim de bu kadarı yeter de artar bile, öyle değil mi?

            Şimdi, ekonomileri bizden çok çok iyi durumda olan ve “Tasarruf Genelgeleri” yayınlama ihtiyacı duymayan üç ülkeden resimli/belgeli üç örnek vereceğim.

1-     2015 yılından bir gazete haberi: “Bir dizi ziyaret ve temas için Türkiye’ye gelen ve mütevazı kişiliğiyle bilinen Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, uçağın business bölümünde uçtu ancak zaman zaman ekonomi sınıfına geçerek gazetecilerle sohbet etti. Bu sırada çekilen bir fotoğraf, dün sosyal medyada yayıldı. Finlandiya Cumhurbaşkanlığı yetkililerinin, Türkiye seyahati öncesinde THY ile temasa geçtiği ve 30 kişilik ekip için uçak bileti satın aldığı öğrenildi.” (Ekim 2015) (Bu haberin fotoğrafı yazımızın içinde yer alıyor)

2-     2018 yılından bir gazete haberi: “Merkel ve beraberindeki heyet, İspanya hava yollarına ait tarifeli uçakla Buenos Aires’e doğru hareket ederken, Almanya Başbakanı’nı karşısında gören yolcular şaşkınlıklarını gizleyemedi.

Başbakan Merkel, yardımcısı Olaf Scholz ve beraberindeki heyetle tarifeli uçağa binerek yolculuğa devam ederken Merkel’in yanındaki koltukta oturan bir iş adamı, “Dünyanın en güçlü kadının yanında 13 saatlik yolculuk yapmak beklemediğim bir şeydi” dedi.” (Aralık 2018) (Haberle ilgili resim yazımızın içinde yer alıyor)(Merkel İspanya aktarmalı bir tarifeli uçakla sade bir insan gibi giderken aynı toplantıya Türkiye’den Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank özel uçakla gitmişti.)

3-     Yıl 2024: Temmuz ayı başında ABD’de yapılan NATO toplantısına, NATO’nun yeni üyeleri olan İsveç ve Finlandiya Başbakanları küçük bir uçakla birlikte gittiler. (İlgili resim yazımızın içinde yer alıyor)

4-     Ve Yıl yine 2024: Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO toplantısına 5 uçakla gitti!

Bu konuda çok haber yapıldı, eleştirildi, uçakların ABD’deki havaalanında çekilmiş resimleri de yayınlandı. (Aynı resim yazımızın içinde de görülebilir.)

Peki bu durum nedir ve nasıl, ne ile izah edilecek? Milletten kaşıkla toplanan vergilerin kepçe ile savurulması desem az gelir herhalde. Bütçe gelirleri bizdeki Kızılırmağın suyu misali toplanırken dünyanın en büyük nehirlerinden Amazon’un suyu misali boşa akıtılırsa biz nasıl kalkınacak ve dünya devleri ile nasıl rekabet edeceğiz?

Derdimiz yalnız bunlar da değil; piyasa alev almış yanıyor, paramız gittikçe eriyor. Buna herkes şahit ama hala işin farkına varmayanlar ve olup bitenlerde keramet arayanlar var. Onun için paramızın nasıl eridiğini belgelemek için yine yaşanmış bir örnek vereyim ki daha iyi anlaşılsın.

Azerbacan’a ilk defa 2004 yılında gitmiştim. O tarihlerde 100 dolar bozdurunca verilen manatları ceplerimize sığdıramıyorduk.  23 – 30 Haziran 2024 tarihleri arasında yaptığımız Azerbaycan seyahati sırasında 100 dolar bozdurunca yalnızca 170 manat verdiler. Bizim para ile 1700 Tl civarında bir para. Gezimiz devam ederken bir hafta içinde bir Manat 19 – 20 TL’ye kadar çıktı. Aradan 20 yıl geçmiş, bu 20 yıl boyunca Türkiye’de iktidarda yalnızca AKP var. Demek ki ters giden bir şeyler, uygulanan yanlış ekonomi politikaları ve üstüne üstlük yanlışta ısrar edişler var.

Üstelik Türk Lirası yalnızca Dolar, Euro, Manat ve Dinar karşısında erimiyor ki! Bu yazıyı hazırlarken yanlış yapmamak için bu konuda uzman olan bir arkadaşımı arayıp sordum. “Bir dokun bin ah işit kâse-i fağfurdan” misali o benden de dertli imiş. Yalnızca söylediği bir cümleyi aktarayım: “Şu anda dünyada parası en kötü seyir takip eden beş ülkeden biriyiz!”

Azerbaycan örneğinden hareket ederek, geçen 20 yıl içinde, ceplerimizden taşan 100 Dolar karşılığı Manattan iki kâğıt para ile ifade edilen Manat seviyesine gerilemişiz. Bir başka deyişle 2000’li yılların başından bu yana Manat, TL karşısında 20 kata yakın bir değer kazanmış.

Gezimiz boyunca beş ayrı şehirde beş ayrı otelde kalmıştık. Otellerden birindeki resepsiyon görevlisi, “Ağabey hoş geldiniz de, memleketi ne yaptınız öyle” demesin mi? Şaşırdım tabii.  Ne yapmıştık acaba?

Sonra merakımı giderdi: “İstanbul’a her gidişimde dövizin yükseldiğini, Türk lirasının eridiğini görüyorum. Ben buraya çalışmaya geldiğimde şu kadardı, şimdi nereye fırlamış?”

Ne diyebilirdim ki?

Ne diyebileceğimi, aynı otelin hediyelik eşya satan birimine uğrayınca anladım… Torunuma küçük bir hediye almak istemiştim. Baktım, 20 Manat yazıyor. Oh! İlk bakışta çok cazip; Azerbaycan parası ile yalnızca 20 lira! 100 doları bozdurduk ve manatlar cebimizde duruyor ya, hemen 20 Manatı ödeyip aldım. Ödedikten sonra bir hesap yaptık ki, 20 çarpı 17, eşittir 340 TL. İyi mi?

Hani, Almanya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerden tatil için Türkiye’ye gelen gurbetçilerimiz, “Neresi pahalı, her şey çok ucuz” diyorlar ya; işte onun gibi bir şey. Dolarla, avro ile, dinarla ve artık leva ve manatla maaş alanlar için Türkiye’de hayat ucuz! Bırakın Avrupa’yı, Amerika’yı, komşularımız Bulgaristan’a, Gürcistan’a ve Türk Cumhuriyetlerinden herhangi birine gidince de bize her şey pahalı!

Millet bu durumda ama gelişmiş ülkelerin tutum ve davranışlarından ders almayan yöneticilerimiz dinimizin emri olan “İsraf Haramdır” prensibini de dinlemeyerek har vurup harman savurmaya devam ediyorlar.

Şu iddiamı öncelerden de yazdım, yine tekrar ediyorum: Devletimizi yönetenler ve bütün devlet kurumları kendi israflarını önlerlerse Türkiye’nin ekonomik gücü en az ikiye katlanır. Bu gerçekleşirse bazı vergilere gerek kalmaz ve ürünlere zam üstüne zam yapılmaz. Bu kadar basit!

1

2

3

4