İnsanların Allah (cc) tarafından kendilerine gönderilen hidayet rehberi Kur’an’ı hakkıyla tanımadığı ve izini takip etmedikleri zaman kendilerine ya bir şeyh veya evliya bularak onlar vasıtasıyla kurtarılmak istediklerine şahit oluyoruz. Bugün inancı ne olursa olsun hangi tarikat veya cemaat ehline sorsanız mutlaka kendilerini kurtaracak olanın, “Şeyhleri, Velileri, Azizleri, Kutupları, Gavsları, Kainat imamları, Mehdileri veya Mesihleri olduğunu söylerler.
İnsanlardaki bu kurtarıcı lider/şeyh/ aziz vs. bekleme inancı veya alışkanlığı sadece günümüze ait bir istek veya yanılsama değil, aksine tarih boyunca insanlar ne zaman sıkıntıya düşse bir kurtarıcıya sarılma ihtiyacı hissetmiş ve kısa zamanda birilerine bu amaçla yapışarak onu kutsayarak putlaştırmışlardır.
Hz. Ömer’e atfedilen bir söz var:
“Biz önce helvadan put yapar sonra acıkınca onu yerdik.”
Bu zihniyet bugün de değişmedi, ruhlarındaki açlığı Allah’ın gönderdiği vahiy ile doldurmayanlar kendi elleri ve zihinleriyle kutsallaştırdıkları / putlaştırdıkları kişilere “Veli, Şeyh, Kutup, Gavs. Aziz, Kainat İmamı, Mehdi, Mesih, vs.” sıfatlar takarak kendilerini kurtaracaklarını zannetmektedirler.
Bu durum sadece kendilerine Müslüman diyen kişiler arasında değil, aksine Hıristiyan ve Yahudilerle birlikte diğer dinlerin mensupları arasında da oldukça yaygındır.
Veli kelimesi aslında Kur’an’da geçen Allah’ın isimlerinden biridir ve “Dost, emir sâhibi ve iyi insanların, mü’minlerin dostu olup onlara yardım ederek işlerini yöneten.” anlamlarına gelir. Allah (cc) inananların dostudur ve onları karanlıktan aydınlığa çıkarmak için vahiy denilen yol gösterici rehberi göndermiştir.
Kur´an-ı Kerim´de geçen veli / evliya kelimesinin yer aldığı toplam 87 ayetin 46´sında Allah´ın insanlara dostluğu, 2 ayette insanların Allah´a dostlukları, 10 ayette insanlarla şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluklar için kullanıldığı görülmektedir.
"Allah, iman etmiş olanların velisidir; onları karanlıktan nura çıkarır. Küfretmiş olanlara gelince, onların velileri de tağutlardır; onları nurdan karanlıklara götürürler." (Bakara, 257)
Allah’ın ipine yapışanlar nura çıkarken, şeytanın ipine yapışanların karanlıklarda boğulacağı ayette veciz biçimde aktarılmıştır. Ancak hidayet rehberi olarak gönderilen vahyi bağlamından koparıp başka anlamlar yükleyenler hep olmuş ve velilik / evliyalık gibi makamlar türetilmiştir. Türetilen bu makamlara kutsiyet atfedildiği için onların günahsız oldukları, Allah tarafından torpilli şekilde korundukları, geleceği ve gaybi bildikleri ve insanların akıllarından / kalplerinden geçenleri okudukları da iddia edilmiştir. Hatta bazıları bunu, haşa “Allah’ın ete kemiğe bürünerek kendi şeyhleri Mahmut diye göründüğünü” söyleyerek din dışına çıkmışlardır.
İnsanların kutsanarak tapınılması yeni bir hadise değildir. araştırmacılar, Kur’an’da adı put olarak geçen Lat, Menat ve Uzza’nın aslında daha önceki toplumların ileri gelenleri olduklarını ama toplumlarının kendilerini kutsayarak yüceltip putlaştırdıklarını söylemektedirler. Kur’an’dan uzak zihniyetlerin oluşturduğu veli kültü de bu çerçevede ortaya çıkmış ve bazı toplumlarda inanç haline gelmiştir.
Ahmet Yaşar Ocak, “Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri” adlı eserinde veli kültü ve kaynağı hakkında şu bilgileri verir: “Veli kültünü, kısaca, fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olup Allah'a yakın kabul edilen bir şahsiyetin herhangi bir konuda -sağ veya ölü iken- yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin için belli yollara başvurulmasıdır, şeklinde tarif edebiliriz. Bu anlayış, velinin takdis olunmasıyla sonuçlanmaktadır.”
Bu veli / evliya inanışı ister Sünni ister Şii olsun bütün mezheplerde olduğu gibi Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da varlığını “Aziz veya Azize” olarak sürdürmüştür.
Azizlik inancı genel olarak Hristiyanlığın literatüründe yer alsa da kökleri Yahudilik geleneğine uzanır. Hindular ve Budistlerde de “Aziz” kavramı vardır.
Tasavvufçular ve Hıristiyanlar bazı kişileri kutsarken Yahudiler işi daha da ileri götürerek bütün Yahudilerin birer aziz olduklarına inanmış ve böylelikle bütün Yahudilerin üstün ırk oldukları fikrine saplanmışlardır.
Yahudilik, Hıristiyanlık, Hinduizm ve Budizm de var olan bu inanç Kur’an ve Resul’ün hayatında asla kabul görmemiştir. Ancak Vahiyden uzaklaşan zihniyetler tarih boyunca bu kutsallaştırmayı hayata geçirerek insanları aldatmaktan başka bir şey yapmamışlardır.
Veli / evliya kültü ne yazık ki tevhit dinine mensup kişiler arasında da zuhur etmiş ve tarih boyunca bu bela inananların yakasını hiç değiştirmemiştir. Özellikle tarikat ve tasavvuf kitaplarında veli olabilmenin temel şartı olarak dinin emirlerini yaşamak konusunda titizlik sergilemek olarak değerlendirilmiştir. Kur’an’ın takva sahipleri olarak vasıflandırdığı kişilere “Veli” sıfatı vererek kutsama yoluna gidilmiştir. Bunca kutsanan insanlara keramet yetkisi vermek de gecikmemiş ve böylece evliya kerametlerini anlatan yüzlerce cilt kitaplar yazılmıştır.
Bu anlamda veliliğe Resullük makamına paralel bir statü verilmiş ve hatta bazı tarikatların inancına göre kutsadıkları veli kişileri Resullerden de yukarı tırmandırmışlardır. “Resullük Allah tarafından verilen bir makamdır. Velilik ise kazanca dayalıdır. Vahye mazhar olmuş peygamberin şahsında velâyet nübüvvetin Hakk’a yönelik yüzü, nübüvvet velâyetin halka yönelik yüzüdür ve bu vesile ile velilik Nebilikten üstündür.” Diyecek kadar sapıtmışlardır.
“Üçler, yediler ve kırklar” Türkler arasında en çok bilinen varlığı iddia edilen veli / evliya gruplarıdır. Bunların ölmedikleri, tasarruflarının devam ettiği ve Allah adına kainatı idare ettiklerine inanılır. Aslında bu inanç eski Yunan’dan kalma bir felsefedir. Bu felsefeye göre, “İlk yaratılan varlık akıldır. Mutlak bilinç ve zeka olan bu ilk akıl her ne kadar bir ise de zatı itibariyle çokluk karakterine sahiptir. Bu nedenle ilk akıldan ikinci akıl, nefs(ruh) ve felek(tabiat) çıkar. Allah kainatı yarattıktan sonra detaya karışmadı ve evrene müdahale etmedi.” Safsatası ileri sürülmüştür. Halbuki Kur’an bize Allah’ın Ehad olduğunu ve yarattığı her bir zerreyi bile başıboş bırakmayarak “Her an işte” olduğunu açık biçimde anlatmaktadır. “Üçler, yediler ve kırklar” gibi veli kültlerinin Allah’ın kainatı yarattıktan sonra detaya karışmadığı bu Yunan felsefesinden kaynaklanmakta ve buna inanlar detaya karışmadığı için de bu velilerin Allah adına kainatta tasarruf ettiklerini iddia etmektedirler.
Veli /evliya inancı bazı durumlarda daha da ileri gitmiş ve hatta bazı tarikat mensupları Hz. Muhammed için kullanılan “Hatemu’l-Enbiya” makamına karşılık bir de “Hatemu’l-Evliya” makamı icat ederek meselenin adeta şirazesini kaydırmışlardır.
Velâyet makamının kutsallaştırılması Muhyiddin-i Arabî ile zirveye tırmandırılmış “Gavs, Kutup, Nüceba, Abdal, Evtad, Gayb İmam” gibi makamlara ayrılmıştır. Bu makamların en üstüne “Gavs” makamını yerleştirdikleri için bu makama oturan kişinin Allah adına bütün kainatı kendi emrindeki diğer velilerle idare ettiğine inanmaktadırlar. Bu sebeple Gavslar, Kutuplar, Şeyhler vs. kutsanmış / putlaştırılmışlar kendilerine bağlı müritleri almadan cennete gitmeyeceklerini söylemekte ve bunu kullanarak büyük dünyalıklar edinmektedirler.
Böyle bir inancın Kur’an ve Resulullah’tan referans alması elbette düşünülemez.
Bu türden kutsallaştırmalar Yahudi ve Hıristiyan inançlarında da vardır. Hıristiyanlıktaki “Aziz” anlayışı ile “Veli” anlayışı arasında neredeyse hiçbir fark yoktur. Azizler de tıpkı veliler gibi Allah dostu olarak bilinir. Bu sebeple tasavvuftaki gibi (Züht mesleği) onlar da dünyadan elini eteğini çekerler. Veliler keramet gösterdikleri gibi azizler de keramet sahibi olarak kabul edilir. Aslına bakarsanız Hıristiyanların ve Yahudilerin aziz anlayışı ile tasavvufçuların veli anlayışı tamamıyla paralel birer kavramdır ve üstlerine yüklenen misyonda aynıdır.
Yahudilik ve Hıristiyanlıkta azizlerin mezarları kutsandığı gibi tasavvuf anlayışında da velilerin mezarları kutsal sayılmıştır. Bu anlamda geçmişten günümüze kadar tarikat ve tasavvufun yaygın olduğu bütün topraklarda türbe kavramı ortaya çıkmış ve bu binalar adeta kutsanarak dini kisveye büründürülmüştür.
Veli / evliya anlayışı özellikle Türkler arasında çok yayılmış ve Anadolu’ya gelmiştir. Bugün bu türden türbeler Anadolu’nun birçok yerinde insanların orada yattıklarına inandıkları kişilerden medet ummakta, kendilerini kurtaracağını sanmakta ve buna karşı çıkanlara da “dinsiz” gözüyle bakılmaktadır. Hatta daha da ileri gidilerek o mezarlarda yatan velilerin, ulu kişilerin ölmediklerini, tasarruflarının devam ettiğine inanılmakta ve bu sebeple türbelere kurban bile kesilmektedir. Evlenemeyen kızlar koca istemekte, ev sahibi olamayanlar ev, iş sahibi olamayanlar iş ve herkes kendine göre bu türbelerden bir şeyler istemektedirler. Türbeler kutsandığı için çaput bağlama, mum yakma, türbede yatanlardan dünyalık veya ahretlik bir şey isteme inancı yerleşmiştir. Halbuki Kur’an oralarda yatanların da tıpkı diğer insanlar gibi öldüklerini, yeniden dirilişe kadar ölü olarak kalacaklarını ilan etmektedir.
Halbuki Kur’an bize bilerek veya bilmeyerek Resul ve Nebiler de dahil Allah'ın kul olarak tanımladığı herhangi bir insanı, kutsamayı yasaklamış ve bunun şirk olduğunu söylemiştir. Kelime-i Şahadette öncelikle “Kul” vurgusundan sonra Resul olduğunun anlatılmasında bu incelik vardır. Kur’an kavramı olarak veli Batılılardaki “Süpermen, Batman, Demir Adam” gibi özel yetkilerle donatılmış süper kahraman değil, aksine Allah'a inanmış kişiler için kullanıldığı karşımıza çıkarmaktadır. Yani gerçek anlamda bütün Müslümanlar Allah’ın dostudur. Zaten haşa Allah’a düşman birinin Allah dostu yani veli olması elbette düşünülemez.
Veli anlayışı Türklerin Müslüman olmadan önceki hayatlarında da karşımıza çıkmaktadır. O dönemlerdeki Türk töresinde yarı ilah gibi kabul edilen; Gök Tanrı ile insanlar arasında iletişimi sağlayan imtiyazlı kimselere “Baba, Dede, Kam vs.” gibi sıfatlar verilerek kutsanmıştır. Zaten bu işi araştıranlar veli kültünün Türklerin eski dinleri olan Şamanizm´deki kişi kültü, menkıbe, yatır, türbe, ziyaretgâh anlayışının tasavvuf marifeti ile kamufle edilip Müslümanlığa taşınmasından başka bir şey olmadığının altını kalınca çizmektedirler. Zaten Kur’an’ın bize öğrettiği Tevhit inancına göre Allah´ı veli edinip, başka hiçbir şeyi veya kimseyi veli edinmemek esas ilkemizdir.
Mü´minlerin birbirlerini veli edinmelerinin manası ise Tevbe suresi 71 ayette açık biçimde şöyle ortaya konmuştur.
"Mü´min erkekler ve mü´min kadınlar, birbirlerinin velileridirler; iyiliği emrederler, kötülüklerden sakındırırlar; namazı kılarlar, zekâtı verirler ve Allah´a ve Resul’üne itaat ederler."
Bugün Anadolu’da yaygın olan tarikat ve tasavvuf erbabı kişilerin inançlarına göre veli olan bir şeyhe bağlanmak, ona iradesini tamamen teslim etmek ve onun hem dünyadaki hem de ahiretteki tasarrufuna inanmak esastır. Bunun için böylelerinden “Himmet ve keramet” beklenir. Bu kişilerin ahirette kendilerini cübbelerinin altına saklayarak cennete götüreceğine inanılır. Hatta bazıları şeyhlerinin bütün müritlerini alarak cennete götüreceğine dair Allah ile pazarlık yaparak senet aldığına bile inanılmaktadır.
“Bu velilerin kabirleri/türbelerini ziyaret edip onlara adaklar adamak, Kur´an okuyup hediye etmekle onların şefaatine mazhar olmayı umuyoruz.” Denilerek “Şefaat” hakkının bu kişilerde olduğunu, Allah kulunu cehennemde yakmak isterken bunların gelip müritlerini Allah’ın elinden kurtararak cennete götüreceklerine inanç temel olarak kabul edilmektedir.
Aslında özet olarak söylediğimiz bütün bu inanç iddiaları yani sapkın veli/evliya anlayışı Kur´an ve sünnetten asla referans alamazlar. Böyle inançlara birçok ayetle de sabit olduğu gibi müşriklerin inançlarıyla birebir örtüşmektedir.
Türbe, yatır ve evliya kabristanı denilen yerlerin içerisinde ölü olarak yatanlar için değil, aksine diri olan ziyaretçiler için ibret yerleri olmalıdır. Bu tür yerler veya kabirler ancak ahireti hatırlamak, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmek için ziyaret edilir. Buralarda İslâm’ın tevhit anlayışına ters düşen zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. "Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkânlar, özellikler bahşetmiştir, bizler günahkâr olduğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder," şeklindeki inançlar Kur’an dışıdır ve şirktir.
Makalemizi şu muhteşem Kur’an ayetiyle bitirelim:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır." (Nisâ, 116)