Son zamanlarda iktidar çevrelerinden, “18 yılda tam 585 baraj yaptık” diye bir cümle duymaya başladık. Gerçekten de kulağa hoş gelen, insanları heyecanlandırıp yandaşlara malzeme veren bir cümle. Ben de, “Böyle eserler yapılmış da niye haberimiz yok” diye merak edip araştırmaya başladım. Öyle ya, büyük bir tesis açılsa, Keban gibi, Atatürk, Karakaya, Hirfanlı gibi barajlar yapılsa mutlaka haberimiz olurdu.

Önce sosyal medyada sorarak, bu barajlar hakkında bilgisi olanlardan cevap bekledim. Bir kesin inançlı arkadaşın dışında eleştiren çıkmadı. Genel kanaat, “Gölet”, “Bend” “Sel Kapanı” ya da “Taşkın Kontrolü” amacı ile yapılan ve baraj tanımına uymayan yapıların da bu sayıya dâhil edilmiş olması idi. Cevapların çoğu aslında DSİ’de, Toprak – Su işlerinde görev almış olup bu işi fiilen bilenlerden ve ziraat mühendislerinden gelmişti.

DSİ’den emekli bir arkadaş hani ne derler, ironi yapıyordu: “Osman Bey; Karakaya, Atatürk, Karkamış, Hirfanlı, Hasan Uğurlu, Oymapınar, Gökçekaya, Seyhan, Demirköprü… Hepsi de 2003’ten sonra yapıldı; haberiniz yok mu?”

Bu ifadeler bana, “Bizden önce Karabük’te Üniversite yoktu, biz yaptık biz!” ve “Bizden önce Isparta’da üniversite yoktu; biz yaptık biz” sözlerini hatırlattığı için acı acı gülümserken arkadaş bir yorum daha gönderdi:

“Yıl 2007… Veysel Eroğlu henüz DSİ Genel Müdürü idi sanırım. SKY TV’de Özge Özsağman’ın programına çıkmıştı. Veysel Bey, 1 – 2 Mw’lık bentleri, 5 – 10 metrelik taş tahkimatları sanki 300 – 500 Mw baraj yapmış gibi anlatıyordu. Sunucu, ‘Sayın Demirel Barajlar Kralı olarak biliniyor. Bu durumda size ne demek lazım’ deyince Veysel Eroğlu, ‘Takdir halkımızındır’ demesin mi? Ne diyeceğimi bilememiştim!”

Ziraatçi bir Profesör Ağabeyimin cevabı: “Söz konusu edilenler sizin bildiğiniz barajlar değil; köylerde yapılan göletler!”

Eskişehir’den bir arkadaşımın yorumu: “Yapılan birtakım su bentleri ve göletler var. Onların da su kanalı gibi altyapıları olmadığı için işlemiyor. Daha önce yapılan kanallar da bakımsızlıktan dolayı kullanılamaz haldeler.”

Toprak – Su’dan emekli olan ve görevi sırasında pek çok projeye imza atmanın yanında halen mesleki çalışmalarını sürdüren bir arkadaşım, “Ben o barajları biliyorum; Aslıyok Yaylası’ndalar” diye yazdıktan sonra pek çok örnek ve teknik bilgi gönderdi. “Hükümetin Bin Köye Bin Gölet” diye bir projesi vardı. Eğirdir bölgesinde yapılan bir gölet su tutmayınca bizden yardım istediler. Gidip inceleyince anlaşıldı ki, toprak sıkıştırması yapılmamış, dünyanın parasını harcadıkları riprap kaplamayı görünce zaten ne diyeceğimizi şaşırdık. Maalesef yapılan işlerin çoğu da böyle. Toprak ve yer analizleri doğru dürüst yapılmamış, maliyet arttıkça artmış.”

Kaldı ki, bu konuda önümüzde devasa bir örnek var: Melen Barajı!.. İstanbul’un su ihtiyacını karşılayacağı söylenen bu baraj taahhüt edilen zamanın üzerinden yıllar geçmesine rağmen bir türlü tamamlanamadı ve su tutması sağlanamadı. DSİ’den daha birkaç yıl önce emekli olup ayrılan ve pek çok projede imzası olan mühendis, 585 baraj lafını duyunca şaşırdı ve hemen, “Hiç mümkün değil” diyerek ilave etti: “Eğer 18 yıl içerisinde gerçek baraj hüviyetinde bu kadar baraj yapılmış olsa uçmak şöyle dursun, Türkiye göklerden hiç inmez!”

Sonra o da bilgiler verdi, ben de araştırdım. Varılan sonuç şu: Tespit edebildiğimize göre Türkiye’de şu anda “baraj” adı altında toplam 504 tesis görünüyor. Bunlardan 203’ü gerçek Baraj hüviyetinde, 301’i de gölet durumunda. Üstelik bu sayının önemli bir bölümünü 2002 yılından önce yapılan barajlar oluşturuyor. 585’e ulaşmak için kalan 81 rakamı da herhalde Taşkın Önleme Setleri’nden oluşsa gerek. Üstelik bir de listelerde görüldüğü halde iptal edilen ve artık kullanılmayan “barajcıklar” var. Mesela memleketimde olduğu için ikisini çok iyi biliyorum: Kızılsu ve Onaç I barajları. Herkes kendi bölgesindeki durumu bilir nasıl olsa…

Sulardaki barajlarımız konusunda durum bu. Anlaşılan bir yerlerde yanlış yapılıyor ve siyasiler de yanıltılıyor!

Geçelim Ağızlardaki Barajlara…

Öyle ileri geri konuşanlar için bizim memlekette “Ağzının harımı yok” derler. “Harım”, çit, duvar ya da konumuza uygun olarak “baraj” anlamında bir kelime. O halde su barajlarından yola çıkarak “Ağız barajları” konusuna geçebiliriz.

“Prof.” titri taşıyan Ebubekir Sofuoğlu isimli bir “akademisyen”, televizyon kanallarından birinde, diğer konukların ve programı seyredenlerin gözlerinin içine baka baka “Üniversiteler fuhuş yuvası” demesin mi? Sonra çağrışım yaptı tabii, aynı kişi, bu yılın başlarında da Kütahya’da katıldığı bir konferansta, “Google’ı kullanan, ilk icat eden Sultan Abdülhamid Han’dır” demişti. Zaten insan unutma özürlü olduğuna göre arşivler unutmuyor ve “Tık” diye önümüze çıkarıveriyor. Doç. titri taşıyan biri de malum, hem de devlete ait TRT’de, “Cep telefonunu ilk kullanan Hz. Nuh’tur” deyip çıkmıştı da bu saçmalığına rağmen programdan kovulmamıştı.

Yazımızın birinci bölümünde sulardaki barajlar konusunda sosyal medya paylaşımlarından faydalanmıştık. Yazı bütünlüğü açısından yine aynı yolu takip edelim…

Kendisine çok değer verdiğim bir arkadaşım, şahit olduğu ya da duyduğu bazı örneklerden hareketle ve “Bir yaraya parmak basıldığı” kanaatiyle “Üniversiteler fuhuş yuvası” diyen kişiyi destekler mahiyette bir paylaşım yapmıştı. Haliyle altına destekler nitelikte olduğu gibi karşı duran yorumlar da yapıldı. Bir arkadaşın yorumu şöyle idi:

“Bir hoca ne konuşacağını bilmeli. Söylediği söz haddi aştı. Bunu genele yayması iftira noktasına vardı. O unvandaki biri o hatayı yapmamalı.”

Aynı arkadaş sonra bir yorum daha ekledi: “Anadolu’da bir söz vardır. Derler ki, ‘Düşme arka, karga da tırtıklar kuzgun da. Bir sözelci hocanın bu hataya düşmesi onun boşboğazlığı!”

Sonra yorumlar, yorumlar ve genelde ilgili şahsı eleştiren, “Derinliği olmadığını”, “tribünlere oynayıp mesaj vermekten başka bir şey yapmadığını” anlatan ifadeler… Bir de enteresan bir teşhis: “Her derenin maydanozunu toplayan kişinin akıbeti de bu olur!”

Bu teşhisi koyan arkadaş meğer prof. titri taşıyan o kişiyi bir salonda dinleyip muhatap olduğu için hakkında malumat sahibi imiş. Şunları yazdı:

“Kastamonu’ya gelmişti. Sözde tarih profesörü ama tarihle ilgili sorularımızı ‘Bilmiyorum’ diye geçiştirirken güncel konular hakkında derinliksiz mesajlar vermeyi tercih etti. O günden beri kendisini ciddiye almıyorum!”

Böylece bu yazımızı da sosyal medya yardımı ile yazmış olduk…

Azgın suların setleri, barajları yıkıp geçmesi gibi kontrolsüz ve maksatlı söylenen sözler de ağızdan çıktıktan sonra geri dönmüyor. “Kontrolsüz güç güç değildir” derler ya, onun gibi kontrolsüz laf da söz değildir! Dolayısıyla, suların önüne kurulan barajlar misali ağızlara konacak barajlar da önemlidir ve büyük dikkat ister.