Yüce Allah Kur’anı-ı Kerim’de bulunan A’raf Suresi’nin 55. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez!”
Yani bağıra çağıra, göstere göstere ve hele de bazı televizyon bülbüllerinin yaptıkları gibi rol kese kese adeta Allah’a nutuk çekercesine değil; samimi, içten, gösterişsiz olarak dua edilecek. Kısacası, 11 Aralık Cuma günü için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir ya da iki gün öncesinden müftülüklere talimat verip medyadan ilan etmesiyle yapılan dua bu ölçülere uymaz. Gecikmiş olsa da su tasarrufu için hutbe hazırlanması doğrudur ama talimatla dua yapılmaz.
Aylardan beri yağış yoktu. Dolayısıyla yurdun her köşesinde herkes radyo ve televizyonları başında siyasilerin laga lugasından çok hava raporlarına kulak veriyordu. En azından her kanalın bir Meteoroloji Uzmanı vardı ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü de düzenli olarak günlük, haftalık, on beş günlük ve hatta aylık raporlar yayınlıyordu. Hafta başından beri umut ışığı belirmişti. Görünen o idi ki yurdun büyük bir bölümü yağış alacaktı. En azından, ikamet etmekte olduğum Ankara 10 Aralık’tan başlayarak dört beş gün yağmurlu görünüyordu. Akdeniz ve Ege kıyılarında ise zaten yağış başlamıştı.
Derken Diyanet, Müftülüklere gönderdiği talimatla 11 Aralık Cuma günü bütün camilerde Yağmur Duası yapılmasını istedi. Zamanlama gerçekten de manidardı! Bir başka deyişle Meteoroloji bilimi yağışı işaret edince Diyanet de duayı hatırlayıverdi.
Ancak ne var ki ekim – dikim işleri için Eylül ve Ekim aylarında yağacak yağmurlar çok önemliydi ama her nedense Diyanetin aklına o tarihlerde dua etmek gelmemişti. Kasım ayı da yağışsız geçti, yine ses çıkmadı. Aralık ayı başları da yağışsız geçiyordu ki, Meteoroloji müjdeyi verince Diyanet de harekete geçti amma neden sonra! Camilerde dualar edilmeden saatler önce zaten yağışlar başlamıştı. Hal böyle olunca haliyle ve gençlerin ifadesiyle artık “Sosyal Medya yıkılıyor”, Diyanet “Ti”ye alınıyordu. Ben de şöyle bir paylaşım yapmıştım:
“Diyanet durdu durdu da Meteoroloji yağış tahminlerini açıklayınca duaya başladı. Durumdan vazife çıkarmak da bu galiba!”
Ama asıl etkileyici paylaşımı Amcazadem ve adaşım Osman yapmış:
“Meteoroloji biliminin hava tahmin raporlarının pususuna yatıp aldığı tüyoyu kurumsal bir kehanet gibi yurttaşlara sunmak onların kavrayışıyla alay etmektir. Malumun bir başka kürsüden ikinci kez ilan edilmesidir.
Kadim bir değerler bütününü iklimlerin doğal akışkanlığının üreteceği sonuçlardan çalınan kopyalarla anılır hale getirmek; mütedeyyin kitleleri mucize üreten (!) bir yakarışın merasimine ortak etmek 21. yüzyılın en hüzünlü komedisidir.
Çocukluğumuzda yağmur duasının içtenlikli bir masumiyeti vardı. Dua her mevsim yapılır; yağmur yağar veya yağmazdı. Yeryüzünün mağduriyetini gökyüzünün himmetine mahcup ve mütevekkil bir şekilde fısıldamaktan başka bir şey değildi. Mutlak bir yağış beklentisine düşülmezdi. Ortaya çıkan her sonucun toplumsal şükran kültüründe ruhani bir değeri vardı.
Hava durumunun iki hafta öncesinin kolaylıkla raporlanabildiği günümüzde uydulardan anons edilen olası yağışları kitlelere kendi kerametiymişçesine ikinci kez müjdeleyen bir kurum değildi Diyanet; düzeyli ve ağırbaşlıydı.”
Diyanet, şu virüs belasından doğan salgın başladığı sıralarda da bir faaliyet içine girmişti. Cami minarelerinin hoparlörlerinden yayılan ve doğru dürüst de anlaşılmayan dualar, getirilen salat ve selamlar ortalığı inletiyordu. O zaman da eleştirmiş ve hatta Diyanet’ten bir üstada iletmiştim de, “Bu konuları bize sormuyorlar ve fikrimizi almıyorlar ki” cevabını almıştım.
Diyanet’in bu tutumu bana, hemen her gün telefonlarımıza gelen “Salavat zinciri kuruyoruz. Bilmem kaç yüz kere salavat getirir ve bunu yayarsak şu felaketten kurtuluruz”, “Günde bilmem kaç yüz kere Fil Suresi’ni, bilmem kaç yüz kere Kureyş Suresi’ni okursak virüs belasını defederiz” gibi paylaşımları hatırlatıyor. Bu uygulama özellikle hanımlar arasında oldukça yaygın ve ne dersen de; önü sonu alınamıyor.
İşte her şey apaçık ortada… Diyanetin talimatıyla, salgının başlarında en azından birkaç ay süreyle cami hoparlörlerinden dualar ve salavatlar yankılandı, telefonlarda dua, salavat ve sure okuma zincirleri oluşturuldu ama ne salgına çare bulundu ne de kuraklığa! Bunu gören çocukların, gençlerin ne hale geldiği, inançlarının köreltildiği görülmüyor mu? Duayı, inancı bilimden, bilimi de onlardan daha ne zamana kadar kaçıracağız? Allah ikisini bir emrediyor, Peygamberimiz öyle buyuruyor ama Müslümanlar her nedense Bilim konusunu İman’a düşman gibi görmeye devam ediyor. Bu böyle olmaz, bu iş böyle gitmez.
Şimdi denecek ki “Bu adam duanın gücüne inanmıyor” ve daha başka yakıştırmalar… İsteyen istediğini desin. Ben Allah’a inandığım gibi duaya da inanıyorum ama Allah’ın koyduğu ölçülere göre dua edilmesinden yanayım. Yukarıya yaptığım alıntıda geçen “Çocukluğumuzda yağmur duasının içtenlikli bir masumiyeti vardı” cümlesi tam da A’raf Suresi 55. Ayet’le uyumlu değil mi? Gösteriş yok samimiyet var. Talimat yok, gönülden kopuş var. Meteoroloji raporlarını beklemek yok, toprağın çatlaması, bitkilerin sararıp solmasının gözetilmesi var. Öyle ki, şarkı olup söylenen ve Özbekçe’ye de çevrilip; “Yorilgan dudoqlarga, sargaygan yaproqlarga/Qurigan turpoqlarga yoğdir Mavlom suv/Yoğdir Mavlom suv…” şeklinde okunan Yağmur Duası bile istisnalar hariç, duayı şova çevirip adeta Allah’a nutuk çekercesine bağırıp çağıran ve “Duahan”, “Hocaefendi” diye anılanların dualarından daha samimi, daha içten:
Çatlayan dudaklara sararan yapraklara
Kuruyan topraklara yağdır Mevla’m su
Alev saracak kadar yandım yanacak kadar
Suya kanacak kadar yağdır Mevla’m su
Toz duman savrulurken gül çimen kavrulurken
Can tenden ayrılırken yağdır Mevla’m su
Alev saracak kadar yandım yanacak kadar
Suya kanacak kadar yağdır Mevla’m su
Suya hasret güllere sana açık ellere
Tutuşan gönüllere yağdır Mevla’m su
Alev saracak kadar yandım yanacak kadar
Suya kanacak kadar yağdır Mevla’m su.