Çok büyük bir deprem yaşadık.
Türkiye topraklarında, Yunanistan büyüklüğünde bir alanda, 12 milyon insanımızın yaşadığı, Türkiye ekonomisinin yüzde 16’sını üreten, tarihi kadim medeniyetlerimizi içinde barındıran on büyük şehrimizde çok büyük bir felaket yaşadık.
On binlerce insanımızı kaybettik, ülke ekonomimize 85 milyar dolarlık bir yük geldi. Tabii can kayıplarını geri getirmeyeceğiz.
Ekonomimizin karşılaşacağı yük yıllık toplam üretimimizin yüzde onuna te kabul eder.
Bizim yaş grubunun bugüne kadar gördüğü en büyük felaket 6 Şubat depremi olmasına rağmen, birkaç yılda bir mutlaka irili ufaklı felaketler yaşıyoruz.
Depremler, her yıl tüm Karadeniz bölgesinde yaşadığımız sel felaketleri, Akdeniz ve Ege de yaşadığımız yangın felaketleri milletimize büyük acılar yaşatıyor.
Yaşadığımız felaketlerin tesisini yapmaz isek, felaketlerin önünü alamaz, çareler üretemez, çözümler bulamayız.
Her felaketten sonra dövünüp, ağlaşıp dururuz.
 kentleşmenin yoğunluğu, şehirleşmelerdeki nüfus artış hızı en önemli sorunlarımızdan birini teşkil etmektedir.
Türkiye’de Demokrat Parti iktidarının başladığı yıl olan 1950’de İstanbul’un nüfusu 958.000 kişiydi.
Türkiye yaklaşık 70 yıldan beri Amerikancı ve batıcı emperyalist kurgusu olan iktidarlarca yönetilmektedir.
1990 yılında İstanbul’un nüfusu 7.500.000 olarak tespit edilmiş iken 2023 yılında İstanbul’un hareketteki nüfusu yaklaşık 20 milyon olarak ölçmektedir.
1950 yılında demokrat partinin halka vaadlerinden biri, Türkiye’deki her ilin bir Amerikan eyaleti gibi olacak öyle ve her mahallede bir milyonerin üretileceği idi.
İstanbul çeperinde gecekondulaşma hareketleri Demokrat Parti iktidarında ve 1950’lerde başlamıştır. Bu yoğun göç yıllarca sürmüş halen de devlet politikası uygulanarak devam ettirilmektedir.
1990 lı yıllarda toplumumuzda bir Avrupa birliği Ütopyası oluşturulmuş. Toplumumuz bazı batıcı partiler ve siyasetçiler tarafından kandırılarak sanki Avrupa birliğine kabul edilecekmiş gibi inandırılmış, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye her telkini bir emir olarak kabul edilmiş, Avrupa Birliği’nin beş paralık Komiserleri devlet başkanı gibi karşılanmış ağırlamış uğurlamıştır.
İşte o 1990’lı yıllarda Türkiye’deki edilgen hükümetlere dayatılan tarım ürünlerindeki kota kısıtlama, kısıtlı üretim kararları uygulamaya konmuş kısıtlı tarım üretimi Türkiye’de o zamandan beri uygulama sahası bulmuştur.
Tütün, çay, şeker pancarı gibi ürünlerde uygulanan kotalı kısıtlı üretim modeli tarım alanında yaşayan Üretici çiftçileri köyünde geçinemez hale getirmiş ve köyler tarım alanları insandan boşaltılmış Türkiye tarımda bağımlı bir ülke haline getirmişti.
Burada amaçlanan Avrupa birliği dayatması; Avrupa birliği ülkelerinde tarımda yaşayan nüfusun %5 olması halbuki Avrupa birliği adayı olan Türkiye’de tarımda yaşayan nüfusun %25’lerde olmasının Avrupa birliği üyeliğimizi zora sokacağı ve bizdeki tarım yapan nüfusun köylerinden kentlere taşımaya zorlanması üzerineydi.
1950’de başlayan ve bugünlere kadar devam eden tarımda yaşayan insanların kentlere göçü Türkiye’nin kentlerinde çok yüksek bir yapılaşma ya sebep olmuş, sosyolojik olarak insan yapımız yarı göçebe toplum olduğundan kuralsızlık, devletin vatandaşın planlamada gerisinde kalması, ekonomik SORUNLAR, sermaye birikiminin olmaması, yerleşik toplum yapılarının yerine yarı göçebe toplum yapılarının üretilmesine sebep olmuştur.
Türkiye yöneten iktidarlar pragmatist, günübirlikçi, insanların canı ve malı pahasına iktidarda kalmayı kendilerinde hak gören zübük siyasi partiler olduğundan, doğru yolda olan, halkı için risk alan, milletin gerçek evladı Türk milliyetçisi olmadıklarından insan yaşamına ve geleceğine hiç ehemmiyet vermeye ihtiyaç duymadan Türkiye yönettiler ve yönetmeye devam ediyorlar.
Gelişmiş ekonomilerde ve demokrasilerde toplumsal planlar yapılır.
1999 yılında Almanya’nın Berlin şehrinde, Berlin Belediyesi’nde Berlin şehrinin 200.000 TL’lik imar planlarını görünce birlikte oldum arkadaşlarla Türkiye’nin en modern için ilçelerinden olan Kadıköy ve Maltepe’den bazı mahallelerinin binlik planlarının yapılmadığını konuşuyorduk.
Halbuki binlik planları yapılmayan mahallelerde yapılaşma yaklaşık %80 oranında tamamlanmıştı. Tabii kaçak olarak.
Çünkü devlet kapasitesi sosyolojik göç ve olaylara karşılık veremiyordu. Halen de veremiyor.
Türkiye 2017 yılında başkanlık sistemine geçti.
Başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı bir A4 kağıdına dilerse bir kanun yazar, onu resmi gazeteye gönderir. Yayınlatır ve yürürlüğe koyar.
Cumhurbaşkanının ülke insanına yapabileceği bir iyilik var. Fakat yapabileceğini hiç zannetmiyorum.
Kendisi yapmak istese de kendisini o makama getirenler topluma iyilik yapması na müsaade etmeyeceklerdir.
Bir kağıda Türkiye’nin tüm fay hatlarını tarif etse ki bu bilgi devlette var. Tüm fay hatlarının enden 10 km boydan tamamı olarak
Türkiye’nin tüm dere yatakları ki bu bilgi de devlette var ve dere alüvyonlarının enden 10 km boydan tamamı
Bu bölgelerin tamamını bir A4 kağıdıyla tarım alanı ilan etse
Son paragrafta da bu alanlarda 1999’dan önce yapılmış tüm binaları reysen riskli alan olarak ilan etse;
Türkiye’de bir Milat olur.
Türkiye büyük oranda deprem felaketlerinden ve sel felaketlerinden kurtulmak için bir yerden başlamış olur.
Tabi bunu yapmak için bir irade gerekir.
Öncelikle millete hizmet etme şiyarınız olması gerekir.
Zor değil, dünyada bu kararlar alabilen milletini ve vatanını seven iyi siyasetçiler var onların sayesinde ülkelerinde aynı felaket durumlarını yaşayıp can ve mal kaybı yaşamadan sorunlarını halleden toplumlar var.
Onların liderlerini ve tarihi yazıyor.
Bizimkileri de.
Bir açıdan da belki de bunlara layığız.
Biz seçiyoruz .