Yargı bağımsızlığının en önemli fonksiyonu, demokrasiyi koruyan bir işleve sahip olmasıdır. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde en önemli denetim mekanizmalarından biri bağımsız bir yargının varlığıdır.
Yargı bağımsızlığını sadece basit mahkeme kararlarına indirgeyerek anlamak, onun asıl misyon ve işlevini görmemektir. Demokrasinin varlığı bağımsız bir yargının varlığına bağlıdır.
Lord Acton, mutlak gücün mutlaka yozlaştıracağını söyler. Onun için tüm gücün tek elde toplanmasının, gücü elinde tutanları sistem dışına iteceğini ima eder. Böyle olduğu geçmişte demokrasiden diktaya kayan bir çok devlet örneğinde görmek mümkündür.
1946'da Arjantin'in başkanı seçilen Peron, ilk iş olarak önünde engel olabileceğini düşündüğü Anayasa Mahkemesini hedef aldı.Temsilciler meclisindeki destekçileri, 5 mahkeme üyesinden 4'ü hakkında meclis soruşturması istediler. Görünen gerekçe Mahkemenin 1930 ve 1943 darbe rejimlerini yasal kabul etmesiydi. Oysa 1943 darbesinde bulunanlardan biri de Peron'du. Gerçek gerekçe ise, seçimden önce Peron'un İşçi Sendikaları ve İşçi Hareketleri ile bir koalisyon oluşturmasının Yüksek Mahkeme tarafından anayasaya aykırı bulunmasıydı. Peron Mahkemenin bu yapısı ile benzer kararlar alarak kendisini kısıtlayacağını anlamıştı. Netice de bu Hakimler hakkında meclis soruşturması açıldı, yerine 4 yeni üye atandı, böylece Peron'u denetleyebilecek hiç bir hukuki mekanizma kalmadı, Peron hızla diktatörleşti.
Benzer bir durum başkan seçilen Carlos Menem döneminde de yaşandı, Başkan seçilen Menem, Anayasa Mahkemesini önünde bir engel olarak görüyordu. Sürekli Yüksek Mahkeme üyelerini istifaya çağırdı, başarılı olamayınca, Yüksek Mahkeme üye sayısını -mahkemenin iş yükünün fazlalığını- bahane ederek 5'ten 9'a çıkarılmasını istedi, yasa hızla Senato ve Meclisten geçti, böylece Menem Mahkemede çoğunluğu ele geçirmiş oldu, o da denetimden kurtulunca hızla otokrat bir yönetime kaydı.
ABD' de bir dönem F. Roosevelt, Yüksek Mahkemenin getirdiği sınırlamalardan kurtulmak için aynı yolu denedi. Önce yaşı 70'i geçmiş Yargıçların emekli edilmesini savundu, böylece emekli olanların yerine atama yapabilecekti, ancak yüzde 61 gibi bir oyla seçilmesine rağmen, kamuoyundan yeterli desteği bulamadı. Son çare olarak, Yüksek Mahkeme Yargıçlarının sayısını artırmak istedi. Teklif Roosevelt'in büyük çoğunluk desteğine sahip olduğu Temsilciler meclisinde reddedildi. Tasarı Senato'ya taşındı, Senato, yasa teklifinden üye sayısını artıran maddeyi çıkararak bu değişime yol vermedi.
Yargıyı kontrol altına almak, -denetim dışına çıkmak- isteyen siyasetçilerin biricik hedefi olmuştur. Buna yol veren ülkeler kısa zamanda diktatörlerin, baskıcı yönetimlerin boyunduruğu altına girmiştir. ABD gibi vermeyenler ise, demokrasilerini muhafaza etmişlerdir. D.Acemoğlu ile J.Robınson, Ulusların Düşüşü isimli kitaplarında, Demokratik yollarla seçilmiş birçok siyasetçinin Hukuki Denetimden kurtulur kurtulmaz birer diktatöre dönüştüklerini anlatırlar.
Bu misallerden de anlaşılacağı üzere, yargı denetimi aynı zamanda demokratik sistemi korumanın en etkili yollarından biridir. Tiranlaşmanın,demokrasiden uzaklaşmanın önündeki en büyük engeldir. Yargıyı denetim altına almak isteyen her yönetim, aslında ele geçirdiği gücü -hukukun denetimi olmadan- dolayısıyla hukuka uymadan kullanmak istemektedir.Denetimsiz her güç keyfiliğe, yozlaşmaya, otoriterleşmeye açıktır. Onun için bağımsız bir yargı aynı zamanda demokrasinin sigortasıdır.