Bugünlerde nereye gitsem futbol konuşuluyor. Futbol hakkında yazı yazmayı düşünmüyordum lakin futbol sadece futbol değildir. Tarih tekerrür etti ve nüfusu 4 milyon bile olmayan Hırvatistan finale doğru koşar adım giderken Almanya gruplardan yine çıkamadı. Hırvatistan'ın başarısı takdire şayan lakin 1954 yılında savaştan yeni çıkmış yıkıntılar altındaki Almanya'nın başarısı yanında çocuk oyuncağı kalır.
Hikayeyi en baştan anlatmak gerekirse; yıl 1933 Nazi Almanya'sında koalisyon hükümetinin şansölyesi kudretli Adolf Hitler mutlak bir parlamento çoğunluğu için seçimlere girmekte ve görünen o ki gümbür gümbür iktidara gelmektedir.
Seçim gezisi için Köln şehrini ziyaret edecektir ve şehrin uzun zamandır belediye başkanlığını yapan şahıs Hitler'in çalışkanlık ve belediye hizmetlerindeki başarılarından dolayı takdir ettiği ama Naziler tarafından tehlikeli bulunan Konrad Adenauer'dır. Nazilerden hiç haz etmeyen ve ülkenin felakete sürüklendiğinin farkında olan Adenauer dürüst ve sözünü esirgemeyen bir kişiliktir. O günün koşullarında yapması gereken belki de Hail Hitler deyip koltuğunu ve canını korumaktı.
Şansölyeyi karşılamaya gitmediği gibi, Nazi bayraklarını Deutz Köprüsü'nden indirtti. Bu hareketiyle sadece siyasi geleceğini bitirmekle kalmadığı, hayatını da tehlikeye atmış oldu. Naziler tarafından görevinden alındıktan sonra Laach Manastırı'nda bir yıl saklanmak zorunda kaldı. Hitler'in muhalefeti tam anlamıyla yok ettiği ve Almanya'nın 2.nci dünya savaşına girdiği yıllarda Gestapo tarafından tutuklanarak çok kötü koşullarda her an kurşuna dizilme ihtimali içinde ceza evinde tutuldu.
Savaşın başında büyük başarılar elde eden Almanya için uçsuz bucaksız Sovyet coğrafyasına girip general kış ile karşılaşmak sonun başlangıcı oldu. Ülke genç ve üretken nüfusunun büyük bölümünü ölü, yaralı ve tutsak olarak kaybetmiş (yaklaşık 9 milyon ölü) birçok şehirde taş üstünde taş kalmamış, bazıları ağır bombardıman altında neredeyse haritadan silinmişti, Alman sanayisi bitirilmiş ve zenginlikleri tamamen yağmalanmıştı. Sovyet askerleri önlerine çıkan Alman şehirlerini yağmalayıp, sistematik olarak yüz binlerce Alman kadınına tecavüz ederek Berlin kapılarına dayanmışken, radyolar halka Nazi ordularının Rusya'da zaferden zafere koştuğu hikayesini anlatıyordu. Konrad Adenauer 1945 de Amerikalılar tarafından hapisten çıkarıldığında ülkenin doğusu Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiş, batısı müttefik kuvvetlerce üçe bölünmüştü. Belediye başkanı olduğu Köln'de neredeyse ayakta kalan tek eser şehrin tarihi katedraliydi. Almanya'nın insanlığa karşı işlediği suçlarda katkısının olduğunu savunan çevreler Alman halkının da çok ağır bir cezaya çarptırılması gerektiğini ileri sürüyordu. Stalin ve Sovyetler tehdidi nedeniyle galip devletler kalkınmış, demokratik, özgür bir Almanya'nın batının menfaatlerine daha uygun olduğunu düşünerek Batı Almanya’yı bir bütün olarak tutma kararı verdi ve kalkınması yolunda engelleri kaldırdı.
Kim bilir belki de Protestan kardeşliği bu kararda etkili olmuştur. Savaş sonrası ilk şansölye olan Adenauer'in yeni Almanya'nın batı dünyasının bir parçası olmasına yönelik kararlı tavrı ülkenin ayağa kalkmasında oldu. Fransızlarla el sıkışarak bugünkü Avrupa Birliğinin temelini oluşturacak olan Maden Birliği Sözleşmesini imzaladı. Almanya'nın düştüğü çukurdan çıkması hiç kolay olmadı. Genç üretken erkek nüfusunun büyük bölümü savaşta öldüğü, yaralandığı ve esir düştüğü için yıkıntı ve molozları kaldırma görevi büyük oranda kadınlara düştü.
Bu kadınlar tarihte yıkıntı kadınları olarak bilinir. Almanya kitlesel açlıktan büyük oranda yetersizde olsa batının gıda yardımları sayesinde kurtuldu. Yardım dediysek kişi başı günde bin kalori. Son derece yetersiz ama ölmeyecek kadar bir miktar. Gelelim Dünya Futbol Kupasına; 1954 yılında gruplarda 8-3 yenildikleri Macaristan'ı finalde 2-0 geri düşmesine rağmen 3-2 yenmeleri hakkında çok şey konuşuldu. Milli takımın Adidas'ın çamurlu sahaya uygun yeni çivili kramponları kullanması ve İskoç hakemin Macaristan'ın golünü vermemesi uzun süre konuşuldu. Savaş sonrası uzun süre patatese talim eden sıfırı tüketmiş bir milletin dünya kupasını alması Alman toplumu için büyük bir moral oldu.
Bu başarı büyük oranda devasa kayıplarına rağmen acılarını kalplerine gömerek molozlardan bu günkü Almanya’yı ayağa kaldıran ''Yıkıntı Kadınlarına'' ve hayatı pahasına Hitlere tavır koyan Konrad Adenauer’a aittir. Ne zaman futbol maçı izlesem rahmetli babam İsmet Kutlu'nun Adenauer'ın şampiyonluk kutlamalarında kendinden geçen Alman halkına söylediği ''Bir ülke 11 kişinin ayaklarıyla kalkınamaz '' sözlerini hatırlarım. Gerçi böyle bir söz söylediğine dair internette hiçbir bilgiye rastlamadım ama bu söz onun karakterindeki bir insana çok yakışır. Birçok tarihçi Adenauer’ı Bismark ile karşılaştırır. Bismark güçlü Almanya'nın lideriydi. Adenaur ise yok olmanın eşiğindeki bir milletin çok zor zamanlarda liderlik yaptı.
Ölümü pahasına da olsa doğru bildiği yoldan şaşmayan bilge dürüst bir belediye başkanı ve tüm kayıplarına rağmen acılarını kalbine gömerek enkaz kaldırma görevini üslenen kadınlar bir ülkeyi ayağa kaldırdı. Tarih çoğu zaman bizlere umut aşılayan olayları da içinde barındırır.