Devlet veya siyaset adamları özel hayatları ile değil milletin kaderinde oynadıkları rol ile değerlendirilirler.
Mesele nasıl yaşadığımız değil, ne yaptığımızdır.
Bu tür değerlendirmelere’ bizden- ondan’ şablonu ile başlamak bizi daha işin başında yanlış sonuçlara götürür.
Ne yazık ki, böyle bir siyasal bilinç ve bakış tarzına sahip değiliz.
İslam’ın bize telkin ettiği, -emaneti ehline vermek- yerine parti, cemaat, tarikat, etnisite gibi kriterlerle hareket ediyoruz. Bilgiyi, ehliyeti fırka taassubuna feda ediyoruz.
Onun için iki yakamız bir araya gelmiyor.
Onun için birkaç yılda bir ağır ekonomik krizlere düçar oluyor, milletçe büyük bedeller ödüyoruz.
Bugün ekonomik kriz adı altında ödediğimiz bedel de aslında partizanlığın, siyasi putperestliğin, fırkacılığın bize ödettiği bedeldir. Seçimlerimizi doğru yapsak bugün başka bir noktada olurduk.
Kaç gündür Bahçeli’nin yüzüğü üzerinden spekülasyonlar yapılıyor. Yüzükte “Allah bana yeter” ibaresi üzerinden Bahçeli’nin iktidara göndermede bulunduğu, gerekirse tek başımıza hareket ederiz imasında bulunduğu ifade ediliyor. Yani yüzükteki yazı, Allah’a yaslanma mesajı değil, Erdoğan’a ayrılabiliriz mesajı veriyor.
Bahçeli, daha dün dediğimiz bir tarihte Erdoğan için ‘liderimiz’ ifadesini de kullanmıştı.
Bugün iki partinin de birbirine ihtiyacı var. Yeni bir anayasa yapıp Erdoğan’ı ebedi şef ilan edinceye kadar yapışık ikizler olarak kalmaya mecburlar. MHP, Erdoğan’ın her talebine evet demez diye düşünenler olabilir. Evet, MHP tabanı vatansever ve milliyetçidir, düşüncelerinde samimidir, AKP’nin her isteğine evet demez. Ama bu Bahçeli ve etrafındaki çıkarcı çevre için geçerli değil. Bahçeli, bugüne kadar Erdoğan’ın hangi talebine hayır dedi ki bundan sonra da diyebilsin?
Daha önemlisi Bahçeli ile Erdoğan arasındaki ideolojik yakınlıktır. Öcalan’ın idamı onun koalisyon ortağı olduğu dönemde askıya alındı. İkiz ihanet sözleşmesi olarak bilinen 'Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme' ile 'Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme' ANASOL- M döneminde BM’de imzalandı. Daha sonra, AKP iktidar olunca da 2003 yılında CHP’nin desteği ile meclisten geçirdi. Bu sözleşmelerin önemi, ortak birinci maddesinin ‘halkalara kendi kaderini tayin hakkı’ tanımasıdır. Bu tanıma, –ayrılma hakkını da- içermekte, etnik grupları ayrılığa yönlendirmektedir.
Bahçeli’nin bir başka icraatı da şudur: Medya’da Kürtçenin kullanılması, TV-Radyo yayını yapılmasının yasal alt yapısı ANASOL-M döneminde kuruldu. AKP iktidar olunca da bunu kuvveden fiile çevirdi. Bu, yayınlardan rahatsızlık duyduğum anlamına gelmez, tam aksine her vatandaşımız konuşabildiği dili konuşmakta özgürdür. Ancak bu Türkçeyi zayıflatacak, kapsama alanını daraltacak, bazı yerlerden çekilmesine neden olacak eğitimin iki dilli olmasına cevaz vermek veya hoşgörü ile bakmak anlamına gelmez. Dilimizin yaşadığı her yer vatandır. Yaşamadığı yer zamanla yabancılaşarak, vatan olmaktan çıkar.
Bu örnekler, Bahçeli’nin içinde olduğu ANASOL-M döneminde alınan kimi kararların AKP tarafından sahiplenildiğini, dolayısıyla Bahçeli ile AKP zihniyeti arasında bir yakınlığın varlığını gösterir. Nitekim, son konuşmalarından birinde Türk Milleti yerine Türkiye Milleti ifadesini kullanarak, aynı ifadeyi kullanan Erdoğan’la aynı çizgide olduğunu göstermişti. Aralarındaki ittifakın, iki ayrı heyetin iş birliğinden ziyade, yapışık ikizlere dönüşmesi biraz da bununla ilgilidir.
Bu nedenle iki parti arasındaki ittifakın dağılacağına yönelik analizler çok isabetli gözükmüyor. Erdoğan daha büyük bir ortak buluncaya kadar MHP’den vazgeçmeyecektir. Yüzükteki yazı ise ‘yüzüğünün’ Müslüman olduğunu gösterir.(!???)
Not. Filistin’in, Doğu Türkistan’ın kurtuluşuna vesile olması dua ve temennisiyle bütün okuyucularımın bayramını kutlar, birlikte daha iyi bayramlara erişmeyi dilerim.