Muhsin Yazıcıoğlu'nun trajik ölümü, Türkiye'nin siyasi ve sosyal dokusunda derin bir yara açmıştır.
Bu olay, sadece bir politikacının şüpheli ölümünün ötesinde, Türkiye'deki adalet mekanizmalarının işleyişi ve siyasi mücadelelerin ne kadar karmaşık ve tehlikeli boyutlara ulaşabileceğinin bir göstergesidir.
Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili olayların safsatalarla boğulması ve fail veya faillerden uzaklaştırılması, adalet arayışının önündeki en büyük engellerden birini temsil etmektedir.
Söz konusu engeller, olayı aydınlatma çabalarının değil, aksine olayın üzerinin örtülmesine yönelik çabaların olduğunu göstermektedir. Bu durum, adaletin tecellisini engelleyen, daha da önemlisi toplumun adalet sistemine olan güvenini zedeleyen bir tabloyu ortaya koymaktadır.
Başkanın siyasi birlikteliği olanların, menfaat karşılığında(!) suçun üstünün örtülmesine göz yumması, sistemin ne kadar kolay manipüle edilebilir olduğunu göstermektedir.
Birkaç kuruşluk menfaatlerin, muhtar azalığına veya diğer küçük çaplı yan gelirlere talip olanların basitlikleri, Yazıcıoğlu cinayetinin aydınlatılmasındaki en büyük engellerden biri olarak görülmektedir.
Bu, adaletin tecellisi için mücadele edenlerin karşısında duran, menfaatperest ve hazcı bir zihniyetin varlığını işaret etmektedir.
Devlet Denetleme Kurulu (DDK), Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) veya yargının bu menfaatçi zihniyet tarafından örtülen cinayeti aydınlatma konusunda yetersiz kalması veya kalacak olması, toplumsal bir hüsranın ve adaletsizliğin simgesi haline gelmiştir.
Bu durum, Muhsin Yazıcıoğlu gibi bir siyasi karekteri sistemden çıkarmıştır.
Onu sevenlerin on beş yıldır “bir Muhsin Yazıcıoğlu Alacağımız var” demesi/dememiz; romantik bir öfkenin tatmininden öteye gidememektedir!
Adalet arayışı içinde havanda su dövmekle meşgul olan toplum, faili/failleri bulma konusunda bir yol göstericiye sahip değildir.
Sistemden bir Yazıcıoğlu daha alacaklı olma hayalini kurmak, YAZICIOĞLU’nun dava düşüncesini değil, öfkeden ileriye gidememekte; bu durum, toplumun yaşadığı eziklik ve utanç duygusunu perçinlemektedir.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü, Türkiye'de adalet, siyaset ve toplumsal güven konularında ciddi sorgulamaları beraberinde getirmiştir.
Olayın üzerinden geçen zamana rağmen, adaletin sağlanması yönünde atılan adımların yetersiz kalması, sadece Yazıcıoğlu'nun ailesi ve sevenleri için değil, tüm Türkiye için bir yara olarak kalmaya devam etmektedir.
Bu trajedi, adaletin herkes için nasıl elzem bir ihtiyaç olduğunu ve siyasi mücadelelerin bu kadar kritik bir noktaya ulaşmaması gerektiğini bir kez daha hatırlatmaktadır.
Siyaset; siyasi karekterlerin sistemde yok edilmesi ile değil, Muhsin Yazıcıoğlu karekterindeki rol modellerin siyasete karışması ile devlet ciddiyeti kazanacaktır..