Bugün dünyanın neresine bakarsak bakalım büyük bir adaletsizliğin yaşandığını görüyoruz. Bu anlamda insanlık adalete bu derece ihtiyaç duyduğu başka bir zaman dilimi yaşamadı dersek herhalde mübalağa etmemiş oluruz.
Bugün bütün dünyada adaletin tesisi için kurulan BM, NATO, AB gibi kurumlar bile adaletsizliğin merkezi haline gelmiş.
Adaleti genel olarak, “Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik.” Şeklinde tarif ederler. İslam dini de adalete çok büyük önem vermiş ve hatta İslam âlimleri Kur’an’ın, “Tevhit, Nübüvvet, Haşir ve Adalet” olarak dört maksadının olduğunu beyan ederler.
İslam adaletin tesisinde hususunda asla zengin fakir, güçlü güçsüz ayrımı yapmamış hukuk önünde herkesi eşit saymıştır. Bunun için adalet ilkesi İslam dininde her fert ve toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamıştır. İslam’ın hâkim olduğu toplumlarda adalet ilkesinin uygulanabilirliği nispetinde toplumlara huzur gelmiş ve herkesin güvenliği garanti altına alınmıştır.
İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’da insanlığını huzur ve barış içinde yaşaması için adalet ilkesinin var olmasının gerekliliği çok nettir:
"Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa, zengin veya fakir de olsalar adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Nisa, 135).
"Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Maide, 8)
Adalet mülkün temelidir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Allah (cc) ve onun koyduğu bütün hükümler zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah(cc)'ın emirlerinin uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz.
"Allah, adaleti ve ihsanı emreder. " (Nahl, 90).
"Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever." (Maide, 42)
Kur’an’ın pratikteki uygulayıcısı olan Resulullah da (sav) adalet konusuna büyük önem vermiş ve adaletin nasıl sonuç verdiğini şu veciz sözleriyle dile getirmiştir:
"Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lütfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir."
"Kıyamet gününde insanların Allahu Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır."
Adalet meselesi hakkında yukarıdan beri bahsetmemin ve bu husustaki ayet ve hadisleri özetlememin sebebi Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni piyasaya çıkan, “Daha Adil bir Dünya Mümkün” isimli kitabı oldu.
Müslümanlar olarak yukarıdaki ayet ve hadislerin adil yöneticiler tarafından uygulandığı takdirde dünyada adaletin tesis edilebilir olduğuna inanıyoruz. Ama günümüzde bu ayet ve hadisler uygulanıyor mu? Uygulanmadığı açıktır ve bu böyle gittiği müddetçe daha adil bir dünya meydana getirmek mümkün görünmemektedir.
Bugün dünya İslam’ın emrettiği adaletten yoksundur. Adaletten yoksun toplum ve idarelerde de zulüm, haksızlık, hukuksuzluk ve ahlaksızlık hâkimdir. Bu gerçeğe dikkat çeken Montaigne, “Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.” Diyerek meselenin altını kalınca çizmiştir.
Dünyanın imarının ancak adaletle mümkün olduğuna inanan Erdoğan, kitabında bunun bugün BM tarafından gerçekleştirilebileceğini sık sık dile getirmektedir. Ancak BM’de adaletin olmadığı açık olduğu için sık sık, “Dünya beşten büyüktür.” Diyerek BM’de veto hakkı olan 5 ülkenin adaletsizlik önünde çok büyük engel teşkil ettiklerini haykırmaktadır.
Genel olarak, “Dünya beşten büyüktür” ve "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" tezleri üzerine bina edilen kitap adı Birleşmiş Milletler olmasına rağmen 5 ülkenin adaletsizliğin tesisi için çalıştığını belgeleriyle ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir.
Ancak yine kitabın geneline baktığımızda beş ülkenin üçüne (ABD; İngiltere ve Fransa) ciddi eleştiriler yapılırken herhalde konjonktür gereği Rusya ve Çin’e yönelik eleştirilerin neredeyse yok olduğunu gözlemliyoruz.
Bugün dünya geneline baktığımızda büyük bir adaletsizliğin, sömürünün, haksızlıkların olduğu açıktır. Böyle bir dönemde bir devlet başkanının “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” demesi bizleri gelecekteki adaletin tesisi hakkında ümitlendirse de politik gerçeklerle pek uyuşmadığını da görüyoruz. Zira kitapta da tespit edildiği gibi dünya yaşadığı bu büyük adaletsizlik ortamında genel bir savaşa doğru gittiği açıktır.
Adı konmasa da bugün dünyanın birçok bölgesinde adaletsizliği temsil eden ve silah üreten ülkelerin başında gelen 5 ülkenin savaşan taraflara silah sattığına şahit oluyoruz. Dev silah sanayilerinin ayakta kalabilmesi için adeta savaşa gereksinim duyan bu ülkeler adaletin tesis edilmemesi için ellerinden geleni yaptıklarına bütün dünya şahittir.
Sayın Erdoğan dünyanın adeta bir kaosa doğru sürüklendiği böyle bir ortamda BM Güvenlik Konseyi'yle ilgili kabul edilemeyeceğini bile bile cesur öneriler sunmaktadır:
"Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye sayısının 5 yerine, 20 olmasını teklif ediyoruz. Genel Kurul'un yetkilerinin arttırıldığı, Güvenlik Konseyi'nin tek belirleyici olmadığı ve Genel Kurul'a hesap verebildiği bir yapıya kavuşturularak denge sağlanması gerektiğini ileri sürüyoruz. Konsey'de yer alacak 20 ülkenin Genel Kurul'dan seçilmesi de alternatif çözüm olarak öne sürülebilir. Böylece, dünyadaki tüm ülkelerin bu önemli karar mekanizmasında yer alması/alabilmesi temin edilmiş olacaktır.”
Erdoğan kitabında BM’ye çok büyük eleştiriler getirse de “BM'den umudu kesemeyiz" diyerek çözümün adresini yine BM olarak göstermekte ve yapının ancak inanç temelli bir düzenle dünyaya adalet getirebileceğinin ve özellikle Müslümanların temsili ile başarılı olunabileceğinin altını kalınca çizmektedir:
“BM içerisinde de temsil sorunu var. Küresel karar alma ve uygulama mekanizmalarındaki temsil adaletsizliği de Müslüman arasında önemli bir rahatsızlık sebebidir. Örneğin BM Güvenlik Konseyi'nde, dünya nüfusunun önemli bir kısmını teşkil eden Müslümanların tek bir daimi temsilcisi bulunmamaktadır. İran, Irak, Filistin, özellikle Suriye'yle ilgili karar alınacağı zaman, bu kararı İslam ülkeleri değil, BM'nin beş daimi üyesi alıyor. Bu beş üyeden biri alınacak doğru kararları veto edip süreci durdurabiliyor. Karar mekanizmasında Müslüman, Hıristiyan, Musevi ve Budist bütün inançların temsil edilmesi daha adil kararların alınmasını sağlayabilir. Sürekli değişmek suretiyle, şu anda 193 üyesi bulunan BM'de tüm ülkeler Güvenlik Konseyi üyeliği hakkına sahip olmalıdır. Her bir ülke, dünyayı yönetmede söz söyleyebilme hakkına kavuşmalıdır."
BM’nin bugün dünyanın birçok bölgesinde süren savaşlar ve büyük göçlerle ilgili doğru dürüst çözüm üretemediğinin, bunun sebeplerinin başında da BM’de veto hakkı olan beş ülkenin olduğunun altını çizen Erdoğan, silah üreten beş ülkenin bu hususlarda adil ve hakkaniyetli davranma yerine kendi menfaatlerini gözettiği gerçeğini gözler önüne seriyor.
BM ile birlikte Avrupa Birliği’nin de adalet diye bir derdinin olmadığının altı kalınca çizilen kitapta bu gerçek şu sözlerle dile getiriliyor:
“Batı dünyası tarihin en büyük işkence iddiaları karşısında bile suskun kalmayı ve taraf tutmayı tercih etti. Mazlumlar ve zalimler değişse de zulmü tribünden seyredenler değişmedi, değişmiyor. Avrupa Bosna'da ölmüş, Suriye'de gömülmüştür."
BM, NATO ve AB gibi batılı kurumların özellikle Müslümanlara yönelik zulümleri görmezden geldiği açıktır. Bugün maalesef bütün dünyada terör, göç, küresel ısınma, açlık, kuraklık, adaletsizlik, sürdürülebilir büyüme sorunları, başarısız devletler gibi meseleler başta halkı Müslüman ülkeler gibi dünyanın da başını ağrıtmaktadır. Bu kaos durumlarına çözüm bulunmazsa küresel bir savaşın çıkacağı aşikardır.
Topyekün insanlığı felakete sürükleyecek böyle bir kaostan kurtulmak mümkündür. Erdoğan bu mümkünün ancak BM, NATO, AB ve benzeri kurumların adaletle iş görmesiyle sonuca ulaşabileceğini belirttiği kitabında mevcut kurumların acilen nasıl düzeltilmesi gerektiğini, “Çok kutuplu, çok merkezli, çok kültürlü, daha kapsayıcı ve adil bir dünya inşa etmek mümkündür. Böyle bir dünya için ilk adres BM’dir. Barışın, istikrarın, adaletin ve etkin küresel yönetişimin yolu, BM’nin reforma tabi tutulmasından geçmektedir.” Şeklinde açıklayarak önemli çözümler önermektedir.
Dünyanın silah üreten devletlerinin kendi menfaatleri için bütün dünyayı yakmayı göze aldığı bir zaman diliminde ortaya çıkıp, “Dünya beşten büyüktür”, “Daha Adil Bir Dünya Mümkün.” Diyebilen bir devlet başkanını çıkması dünyanın daha adil yönetilmesi hususundaki ümitlerimizi canlandırmıştır. Temennimiz bu önerilerin diğer ülke liderleri tarafından da cesur biçimde dile getirilmesidir.
Başka dünya yok. Bu dünyada yaşayan herkes barış ve huzur içinde bir hayatı hayal etmektedir. Bu hayali gerçekleştirmekte ancak adaletle mümkündür. Erdoğan’ın değimiyle sadece beş ülkenin bütün dünyanın kaderini etkileyecek konularda karar vermesi ne ahlaka ve ne de adalete uymamaktadır. Uymadığı içinde bütün dünya adaletsiz ve haliyle ahlaksız bir yönetimle karşı karşıya kalmıştır.
"...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisâ, 58)
Bugün insanlık her zamankinden çok daha adil bir dünya için umut ve güven veren bu ayetin yol göstericiliğine ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi için küresel çapta adaleti tesis edecek BM, NATO, AB ve benzeri kurumlar var olmalıdır. Bu gerçekleştiği takdirde daha adil bir dünyaya uyanmak mümkündür. Bu açıdan adalet isteyen herkes güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir sistemi tesis edene kadar Sayın Erdoğan gibi en gür sesiyle “Dünya beşten büyüktür.” Demek zorundadır.
(Sayın Erdoğan’ın “Daha Adil Bir Dünya Mümkün.” İsimli kitabını bana ulaştıran Abdullah Yılmaz dostuma teşekkür.)