Dünya milletleri olarak adeta Koronavirüs’le yatıp Koronavirüs’le kalktığımız günleri, haftaları, ayları yaşıyoruz. İnşaallah yıllara yayılmaz ve bir an önce atlatırız. “Olanda hayır vardır!” Bu Hadis’i Şerif’e inanıyoruz ama elbette olandan ders alıp tedbir almasını bilirsek…
Bu musibet bütün dünya milletlerine olduğu gibi elbette bize de çok ders verecek ama öyle anlaşılıyor ki milletimiz gibi yöneticilerimizle kurum ve kuruluşlardaki sorumluların da alacakları dersler var.
Mesela Diyanet… Dünya virüs derdine düşmüşken 30 bin kişi neden, niçin, nasıl, hangi akla hizmet olarak Umre’ye gönderildi? Suudi Arabistan 27 Şubat 2020 tarihinde Umre girişlerini yasakladığı halde gönderilenler hemen niye geri çekilmedi? Hadi dönüşler başladı, hepsi de niye karantinaya alınmadı?
Gelelim Milli Eğitim Bakanlığına…
“İlk defa eğitimci bir Milli Eğitim Bakanı oldu” diye sevinenler olmuştu. Son yıllarda yap-boz işine dönen Milli Eğitim için gerçekten de sevindirici idi ama bakalım ne yapacaktı? Milli Eğitim’in bunca yetişmiş öğretmeni varken bazı konuları tarikat, cemaat ve vakıflara havale etmesi ile zaten değişen bir şey olmayacağını göstermişti. En son olarak, okullara virüs arası verilip “Uzaktan eğitim” gündeme gelince yaptığı açıklamalarla yine takdir toplamıştı. Çünkü “A, B, C planlarımız hazır. Programlar tamam, kayıtlar yapıldı” diyordu. Nihayet 23 Mart günü eğitim programları yayınlanmaya başlandı ama o da ne? Dakka bir falso bin beş yüz! Yayınlanan bir animasyon ve idam sehpasında bir Başbakan! Olacak iş mi bu? Daha önce de Bakanlık, Andımız konusunda akıllara ziyan bir açıklama yapmış, yardımcı ders kitaplarını denetimsiz bıraktığı, tarihi ve kültürel yanlışlara dikkat edilmediği konusunda tenkide uğramıştı.
Gelelim asıl konumuza ve Sağlık Bakanlığı’na, Bakanına!
Gayretleri ile takdir toplayan Sağlık Bakanı’nın özellikle yurt dışı girişler konusunda ağırlığını koyamadığı ya da sözünü dinletemediği anlaşılıyor. Çünkü bu bela başımıza sarıldıktan sonra 30 bini umre dönüşleri olmak üzere yurt dışından 300 bine yakın giriş olduğu söyleniyor ama karantinaya alınanların sayısı nerede ise devede kulak!
Umre dönüşlerinden dövüş kavga ancak 10 bin kişi karantinaya alınırken 20 – 21 bin kişi neden, niçin alınmadı ve Sayın Bakan bu konuda niye ısrarcı olmadı, olamadı? Testler konusunda niye sınıfta kaldık? İlaç üretimi ve aşı geliştirme konusunda hep dışarıdan haber beklerken biz ne yaptık, ne yapıyoruz?
Son günlerde “Çin 2 milyon Tanı Kiti gönderdi ve ilk parti için para talep etmiyor. Çünkü Atatürk’ün kurduğu Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde üretilen kolera aşıları 1940 yılında Çin’e gönderilmişti…” gibi haberler dolaşıyordu. İnternette çokça balon uçurulduğu ve artık “Araştırmacı Gazetecilik” nerede ise tarihe karıştırıldığı için bu işi dert edindim ve araştırmaya başladım. Önce, Prof. Dr. Kürşad Zorlu’nun bir tweet’ini gönderdi arkadaşlar. Kürşad Bey, “Çin’den gelen kitler ve Atatürk’le ilgisi hakkında bir belge ulaştı” diyerek, “06.08.1938 tarihli Suhunpao (Shen Bao) Gazetesi’nin haberine göre Türkiye, Filipinler üzerinden Çin’e kolera aşısını gönderen ilk ülke olmuştur” bilgisini vermiş ve ilgili gazetenin, Prof. Dr. Giray Fidan arşivinden alınan kupürünü yayınlamıştı.
Böylece, İnternet haberlerine hemen aldanmamak gerektiğini bir defa daha anlamış olduk. Çünkü tarih 1940 değil 1938’di ve Atatürk henüz sağ idi. Artık araştırmalarıma hız verebilirdim. İnsanın sevdiklerinin olması ve sevilmesi gibi güzel bir saadet var mı dünyada? Hemen asıl belgeye ulaştım.
T.C. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti’nin, zamanın Sağlık Bakanı Dr. Hulusi Alataş tarafından imzalanıp 27 Temmuz 1938 tarih ve Genel no: 191, Özel no: 14715 ile Başvekâlet’e (Başbakanlığa) gönderilip OLUR alınan yazı şöyle:
Yüksek Başvekâlete
Çin Sıhhat Dairesi, Cenevre’de Milletler Cemiyeti Hıfzıssıhha Direktörlüğü’ne, Çin’deki kolera epidemisi sebebiyle memleketi için kolera aşısı tedarikine tavassut etmesi hususunda müracaatta bulunması ve adı geçen Direktörlük’ten de Çin için kolera aşısı göndermek mümkün olup olmayacağı Vekaletimizden sorulması üzerine Hıfzıssıhha Müessesemizden bir milyon santimetre mik’abı aşının gönderilebileceği hakkında taahhütte bulunulmuş olduğunu saygılarımla arzederim.
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili
Dr. H. Alataş
İMZA
27.7.938
Şimdi eğri oturup doğru konuşmamız lazım değil mi? Nereden nereye geldiğimizi düşünebiliyor muyuz? O yokluk yıllarında hem kırktan fazla fabrika kurup hem de salgın hastalık aşısı imal edip dünyanın öteki ucuna gönderebilen Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz ve “Az zamanda büyük işler yaparak” bunu sağlayan kurucu Cumhurbaşkanımız Atatürk’e ne kadar dua etsek az değil mi?
Şimdi devletimizin elinde o fabrikalar da yok, aşı üretip ilaç geliştiren Hıfzıssıhha Enstitüsü de. Bu enstitüyü kuran ve ilk Sağlık Bakanlarımızdan olan Refik Saydam’ın adı da tıpkı pek çok yerden Atatürk’ün adının silinmesi gibi tarih oldu. Atatürk’ün talimatları ile 27 Mayıs 1928 tarihinde kurulan ve özellikle enfeksiyon hastalıkları ile ilgili pek çok aşı ve serum üreten kurumun kapısına ne yazık ki 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 Sayılı Kararname ile kilit vuruldu. Enstitü’nün faaliyetleri her ne kadar Halk Sağlığı Kurumu'na devredilmiş görünse de eski önemi kalmamış, nerede ise su tahlilleri yapan bir laboratuvar haline dönüştürülmüştür.
Oysa adı üstünde, bu Enstitü’nün bulunduğu yerden dolayı Ankara’nın halen de en merkezi yeri olan semte Sıhhiye adı verilmiş, Sağlık Bakanlığı binası oraya yapılmış, hastaneler orada oluşturulmuştu. “Kendi gitti adı kaldı yadigâr” misali, Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatıldı, Numune ve Yüksek İhtisas Hastaneleri Şehir Hastanesi’nin bünyesine alınıp terk-i diyar ettiler, Sağlık Bakanlığı da binasını Ankara Valiliği’ne bıraktı.
Şaka gibi ya da haddini aşan bir iddia gibi gelecek ama aslında geçmişin izleri, Atatürk’ün hatıraları bir bir siliniyor, öyle değil mi?
Çin, göndermiş olduğu virüs tanı kitlerinin ücretini, söylendiği gibi Atatürk zamanında yapılan jestin karşılığı olarak gerçekten almayacak mı bilmiyorum ama eğer böyle bir incelik göstereceklerse işkenceler altında inlettikleri kardeşlerimizin hürriyetlerini geri verip insanca yaşamalarına imkân tanısınlar. Yeter ki gölge etmesinler; başka ihsan istemeyiz.
Sonuç itibariyle biz belgelemiş olduk ki Türkiye Cumhuriyeti henüz 15. Yılını bile doldurmadan aşı üretebiliyor ve “bir milyon santimetre mik’abı”nı dünyanın öbür ucuna gönderebiliyordu. Şimdi ise ne yazık ki inşaat yapmakla meşgulüz. Oysa işte dünyanın bin bir türlü hali var. Her alanda üretime, AR-GE çalışmalarına önem vermeye mecbur ve mahkûmuz. Aşımızı, ilacımızı, kitlerimizi, gıdalarımızı kendimiz üretmediğimiz müddetçe işimiz zor. Dileriz şerden hayır çıkarır da kendimize çeki düzen veririz.