GORA filmindeki 4 element takıldı aklıma. Nerden nereye aklım oyun edip durdu bana.

Ana unsurların varlığı ve yokluğu dolaştı düşüncelerimin kıvrımlarından.

Su, ateş hava, toprak

Dünyanın var oluş sebebi değil mi?

Çocukluğumdaki kıt bulunan elementleri nasıl da idareli ve yerli yerinde kullanırmışız ona dalıp gittim.

Toros dağlarındaki köylerde bu elementlerin önemini daha küçücükken atasözleri ve deyimlerle nakşetmiş bize büyüklerimiz, atalarımız.

Sudan bahsetmiştim, biraz da ortalığı ATEŞLEYELİM haydi.

***

Ateş insanoğlunun kullandığı ve kendine evirdiği en önemli element olsa gerek.

Gençlere kibrit desek belki bilirler ama ÇIRA desek hemen Gogol teyzeye sorarlar herhalde.

Ateşiniz var mı? Alabilir miyim? Deyince de aklınıza sigara içmek için çakmak geliverir.

Yok, ama ben size komşudan ocak yakmak için, ocağını tütmek için istenen ateşten bahsedeceğim.

Dilimin döndüğünce biraz eskilerden söz edeceğim. Ve dağ köylerinde o zamanlar ateşin hayatımıza kattığı ışığından ve değerinden bir nebze olsun çımkı(kıvılcım) atayım dedim.

Yeni nesle masal gibi gelir bunlar, okuyan olursa tabi.

Bu günkü hayatımızda elektrik neyse, çocukluğumda da ATEŞ o idi bizim için.

Çakmak desen nadir bulunur, kibrit ise itinayla kullanılır, şayet iki kibrit çöpü ile ateş yakarsan büyüklerden azar payımızı alırdık hemen.

Yanan ocak, tüten baca evin olmazsa olmazı idi. Yaşandığını gösteren duman izi idi.

Her iş yanan ocağın başında görülürdü de ondan bu kadar önemliydi. Şimdi bulunursa mangal keyfi için yakılıyor ocaklar.

Derslerimizi yanan ocağın şavkında, odunun çıtırtısında yapardık.

Bazen odundan sıçrayan bir çımkı (kıvılcım ) kitap veya defterimi de iz bırakır, yakardı.

Tabi gaz lambası, çıraklık, lüks de aydınlatma aracı idi, fakat dağ başında gaz bulmak zor olduğundan idare ile kullanılırdı her zaman.

Yemekler yanan ocakta pişer, ekmekler ocakta saçta pişer, üşüyünce ocak başında toplaşır ısınırdık.

Çamaşırlar için sular ocakta kaynatılır, küllü sularda çamaşır yıkanırdı.

Kaynatılan sularda temizlenilir, çimilirdi.

Yani ocak bir noktada evin her ihtiyacını karşılayan enerji santraliydi.

O sebepten birçok söz (Atasözü_Deyim) ocak ile iliştirilerek söylenmiş olmalı.

Şimdi her evde çakmak, kibrit veya Kedinden çakmaklı fırın illa ki el altında bir ateş bulunuyor tabi de.

Evde ocak sönmüşse ve kibritte bitmişse, ebeniz veya anamız hemen;

Koş kızım komşudan bir öskelti(yanan közlü odun) al getir derdi.

Gider komşu evden yanan ateşten bir odun alır koşarak eve dönerdik ki ateş sönmeden ocağımızın ateşini yakalım, dumanımız tütsün.

Ateş Almaya mı Geldin? Deyimi buradan gelmiş olsa gerek.

Tabi bu günkü sokak lambaları da yoktu. Gece bir yere gidecek isek ya ayın şavkında ya da elimize yaktığımız çıranın (Çam ağacının özünden yağlı odun) aydınlığında varırdık.

Daha ne çok deyimler vardır ocak ve ateş için aklıma gelenleri bir sıralayalım neler çıkacak. Tabi sizlerin aklına da gelenler olacaktır.

Birine beddua ederken, Ocağın Sönsün derlerdi. Yani soyun kurusun anlamında kullanılırdı genelde.

Ve ya Ocağına İncir Ağacı Dikilsin diyerek kinlerini kusarlardı.

Biri beceriksiz veya tutumsuz, müsrif ise Ocağını Söndürür derken birine kötülük edene de ocağını söndürecek derlerdi hala da derler.

Bir insanın acısı yani öleni, hastası varsa Ocağına Ateş Düştü derler.

Birine dua ederken de Ocağın Yansın, Bacan Tütsün sözleri dökülür dillerden.

Komşu komşunun Külüne bile muhtaçtı. Birlik, dirlik dayanışma ocakla bütünleşir, sevinçler ve acılar paylaşılırdı.

Gözü aç, biraz da gaddarlara ocağında kül bırakmadı derlerdi.

Birine meydan okurken de Ateş Olsan Cürümün Kadar Yer Yakarsın meydan okumalarını duyarsınız hala.

Od, Ocak, Ateş dağlarda ve bizim milletimizin manevi birliğini de topladığı kavram olması da ayrı bir değerdir. İnsanın aile ocağında pişirilmesi de bir o kadar önemlidir.

Yazdıkça ortalık ateşleniyor, bu kadarla yeter olsun bari.

Kalın Sağlıcakla__Ocağınız Sönmesin__Meyrem’ce