“insan başıboş bırakılıp dilediği gibi  hareket edebileceğini mi sanır? (Kıyamet Suresi, ayet 36)

İklimin müsait olduğunu, tarlanın tava geldiğini sanan birtakım “Hocaefendiler” atış serbest misali “Kitaptan” olsa da olmasa da kendilerince yorumlayıp “eğerek bükerek” atıyorlar da atıyorlar. Ne hikmetse olur olmaz konularda fetva gibi yazılar yazan Hayrettin Hoca da, kanunla verilen görevi “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak” olan Diyanet İşleri Başkanlığı da bu konuda kamuoyunu aydınlatmıyor.  Aydınlatmak bir yana, en yetkili ağızlarıyla adeta o zihniyettekilere rehberlik ediyor.

21 Kasım 2022 günü, Ankara’da genç hafızlara hitap eden Ankara Müftüsü şunları söylüyordu: “Ben Ankara Müftüsü olarak Kütüb-ü Sitte değil Kütüb-ü Tis’a’daki bütün mütevatır, meşhur, sahih, hasen ve HATTA ZAYIF HADİSLERE BİLE İMAN ETMİŞİZ!” (Ben diye başlayan cümlenin sonundaki ifade “etmişim” olmalı idi ama öyle bir hırs ve hışımla konuşuyordu ki “etmişiz” diyerek Diyanet camiasını da içine alıverdi.)

Sermayesi zaten zayıf/uydurma demeden “hadis edebiyatı” yapmak olan ve “Yanmaz kefen”, “Peygamberi rüyada gösteren terlik” mucidi medyatik hoca da aslında Diyanet’e ve İmam Hatiplere karşı olmasına rağmen bu konuşmayı duyar duymaz bir tewet patlatıp şunları söylemişti:

“Ankara Müftüsü Hasan Çınar hocamızdan Allah razı olsun. Böyle müftüler Diyanet’te bulundukça Ehli Sünnet aziz olmaya devam edecektir. Doğru söyleyenlere hasretiz. Onları bulunca da sizlerle paylaşıyoruz.”

Allah’a iman, Meleklerine İman, Kitaplarına İman, Resullerine/Peygamberlerine İman, Ahiret Gününe, Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiğine iman var ama Hadislere, hele de zayıf/uydurma hadislere iman diye bir şey yok ama bir Müftü Efendi bunu haykıra haykıra söylüyor, o tarz söylemleri kendilerine sermaye yapanlar da alkışlıyor.

Bu konuları yazmaktan gerçekten bıktım usandım ama rahat bırakmıyorlar ki! Asıl cevap vermesi gerekenler, hatta bırakın cevap vermeyi haklarında soruşturma açıp susturması gerekenler sus pus olunca gördüğüm kötülüklere, yanlışlıklara karşı kalbimle buğz edip imanın zayıf bir şubesini seçmektense elimle, dilimle, yazılarımla önlemeye, doğrusunu anlatmaya çalışıyorum ki üç beş kişiye faydam olsun.

Gençlik yıllarımızda Tahir Büyükkörükçü isimli meşhur bir vaiz vardı. Konya’da görevli olmasına rağmen vaazlarının kasetleri elden ele dolaşıyor ve ilgi görüyordu. Sonra bir ara memleketim olan Burdur’da da vaazlar vermişti. Aradan altmış yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen vaaz kasetlerinde duyduğum bir sözünü hiç unutamıyorum: “Gökteki yıldızlar şahidim olsun ki siyasete girmeyeceğim!” Ancak ne var ki 1977 yılında yapılan Genel Seçimlerde Sadet Partisi’nden Konya Milletvekili olmuştu. O’nun,Abdurrahman isimli bir oğlu olduğunu ve babası gibi vaizlik yaptığını aykırı bir ifadesinin ortaya dökülmesi sonrasında öğrenmiş oldum. Kendi sesi ve görüntüsü ile yayınlanan videosunda, düğün davetiyesine annelerini adını yazdıranlara veryansın ediyor, birde araya, “Neymiş efendim kadı erkek eşitliği varmış” gibi bir söz sıkıştırıp yutkunuyordu. Anlaşılan, yaşımız elverirse 55 – 60 yıl sonra onu da bu sözleri ile hatırlayacağız!

Durum böyle olunca, birileri de çıkıp eşi yıllar önce ölen bir kadının, eşinin mezarını ziyaret etmesinde bir sakınca olup olmadığını sormuş. Güler misiniz ağlar mısınız?

Daha pek çok örnek var. Çoğunu da zaten geçmiş yazılarımda konu etmiştim ama dediğim gibi sonu gelmiyor ve gelmeyecek. Mesela artık kontrolden çıkan bir mülteci meselemiz var. Bu konuda eleştiriler artınca üzerine vazife olan da olmayan da karşılık veriyor.  Bekir Develi isimli bir genç var. TRT’de sunuculuk da yaptığı için meşhur sayılır. Bekir Develi, “Suriyelilerden rahatsız olanlar aslında Allah’tan rahatsızlar, namazdan, Peygamberden rahatsızlar!”

Breh, breh, breh… Suizanın da böylesi! Hani “Zamları biz yapmıyoruz, Allah yapıyor”, “Dövizi biz arttırmıyoruz, Allah arttırıyor” diyen siyasiler ve onlara çanak tutan birtakım hoca kılıklılar vardı ya, işte onun gibi bir durum!

Mülteciler meselesinden söz etmişken, Konya’daki Tahir Büyükkörükçü Camii’nde düzenlenen “Mevlid-i Nebi” programında “dam başında saksağan” kabilinden bir konuşma yapan Seyfullah Akyiğit isimli kişinin saçmalığından bahsetmemek olmaz. “Deprem bölgesindeki cenaze definlerinden bahsederken şunları söylüyor: “3 – 5 hafta geçti, cenazeleri yıkıyoruz. Cenazeler kokuyor ama içlerinden birinde hiç koku yok. Hatta mis gibi kokuyor. Araştırıp sorduk, Suriyeli bir kardeşimiz!”

Bekir Develi ve bu vaiz efendinin söyledikleri tabir yerinde ise gıybetin, dedikodunun dibi!  Hucurat Suresi, ayet 12: “Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin mahremiyetini ve kusurlarını araştırmayın, gıybetini yapmayın. HERHANGİ BİRİNİZ ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMEKTEN HOŞLANIR MI?

Hadis-i Şerif: “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmaktır!”

Olup bitenler, söylenenler ortada. Ayet ve Hadislerde de gereği buyurulmuş. Biz ne diyebiliriz ki? Ama dedim ya işte, rahat durmuyor, boş bırakmıyorlar. Gıybetin daniskası hem de camilerde yapılıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığ’nın Hukuk Müşavirlerinden biri, İstanbul’da, Zonguldak’ta ve belki başka yerlerde de camilerde vaaz veren bazı görevliler Avrupa ve Dünya şampiyonu olan, olimpiyat elemelerinde bütün rakiplerini dize getiren Voleybol Kadın Milli Takımımızı doğrudan hedef alıp “Filenin Sultanları imiş, ne sultanı…” gibi hoş olmayan ifadelerle dalga geçtiler, “kafirlikle” bile suçlayanlar oldu. Onların kullandıkları ifadeler “Din görevlisi” etiketi taşıyan insanların ağızlarına yakışmayacak sözlerdir ve doğrudan birilerini hedef almak üzerlerine vazife değildir. Yaptıkları müsabakalar sırasında milli duyguları kabaran, İstiklal Marşımız söylenirken ağlayan, “Dileyin bizden ne dilerseniz” sözleriyle tebrik ve teşekkür eden Federasyon Başkanı’na, “Para ya da herhangi bir menfaat peşinde değiliz, milletimize yaşattığımız gururla sevinç bize yeter” diyen kızlarımıza cami kürsülerinden hakaret etmek en azından görevi kötüye kullanmaktır.

Dert yalnızca bu saydıklarımız değil… İşte Samsun’dan yapılan bir paylaşım: Cuma namazına gitmiştim. Vaiz anlatıyor:

-Öğretmene sordum, senin mezhebin ne?

Cevap vermedi, veremedi. Çocuklarınızı böyle öğretmenlere vermeyin!

Cami Diyanet’in camisi, İmam ya da Vaiz Diyanet’in görevlisi, aynı zamanda da tarikat mensubu. Bir daha o camiye gitmedim.

“Bir daha camiye gitmedim!..” Bu ifade bende pek çok çağrışım yaptırdı da birini anlatmalıyım:

Alevi bir vatandaşımız, sohbet sırasında arkadaşımıza, “Biz niye camiye gitmiyoruz biliyor musun” diye soruyor.

Arkadaş da merak edince şu cevabı alıyor:

“-Alevilerin malları, canları, ırzları helaldir” dendiği için!..”

Bu sakat ve din dışı ifade ne zaman nerede kim tarafından söylenmiş, nasıl yayılmış bilemem. Yalnız bildiğim ve tarihi kaynaklarla belgelenen bir gerçeklik var. Şöyle ki:

Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in ehli beytini katleden Emeviler Cuma hutbelerinde Hazreti Ali’yi kötü sözlerle anıyor, adeta küfrediyorlardı. Ta ki yine bir Emevi Halifesi olan Ömer bin Abdülaziz Halife olana kadar…

Ömer bin Abdülaziz, kendisinden önce Halife olan babası Süleyman bin Abdülmelik’in hutbelerini dinlerken bir husus dikkatini çeker ve babasına sorar:

-Baba! Hutbelerin çok güzel de sıra Ali’yi zikretmeye gelince tereddüt edip geçiştiriyorsun!

-Bunu anladın mı?

-Evet!

-Bak yavrum… Çevremizde bulunanlar eğer bizim Ali hakkında bildiğimiz iyi şeyleri bilirlerse bizden ayrılıp Ali’nin çocuklarına koşarlar!

Bu yazdıklarım bir kurgu değil. 1100’lü yılların ortaları ve 1200’lü yılların başlarında Selçuklu Türklerinin Musul Atabeyi Nurettin Zengi’nin çevresinde bulunan tarihçi İbnü’l Esir’in Hicret’ten 600 yıl sonra sıcağı sıcağına yazdığı İslam Tarihi’nin Hikmet Neşriyat tarafından basılan 4. Cildinin 293 ve 294. Sayfalarında bütün detayı ile anlatılıyor. Dileyenler o eseri bulup inceleyebilirler.

Durum bu olduğuna göre Alevi kardeşlerimiz için ileri geri konuşanlar konuştuklarının kaynağını iyi bilmeli, araştırıp iyice anlayarak sözlerine dikkat etmelidirler.

Evet: İklimin müsait olduğunu, tarlanın tava geldiğini sanan birtakım “Hocaefendiler”   taşıdıkları etikete güvenerek her istediklerini söyleme yetkisine sahip olmadıklarını da bilmek zorundadırlar. Yani Kıyamet Suresi 36. Ayette buyurulduğu üzere “başıboş bırakılacak” değillerdir. Onlar da bilsinler ki Allah’ın da bir hesabı var. Son söz yine Cenab-ı Allah’ın buyruğu olsun:

“Kitap ehlinden bir grup vardır ki Kitapta olmadığı halde Kitap’ta varmış gibi dillerini eğip bükerek o Allah katındandır derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler." (Al-i İmran Suresi, ayet 78