Özellikle “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” denen acayiplikten sonra herkes feleğini şaşırmış durumda. Dindarlar dinlerini unuttu, kindarlar kinlerine kin ekledi ve kimlerin dindar kimlerin dini dar ve dahi kimlerin kindar olduğu seçilemiyor, anlaşılamıyor. Öyle ki yaşanan salgın dönemi de işin tuzu biberi olunca çık işin içinden çıkabilirsen!
Salgının daha fazla salınıp daha çok can yakmaması için alınan bir dizi kısıtlama, bir dizi yasak var. Yasaklara uymayanlara da cezalar kesiliyor. İçişleri Bakanlığı arada bir “Bilmem kaç yüz ya da bilmem kaç bin kişiye cezai işlem yapıldı” diye açıklamalar yapıyor.
Bir yasak konulmuşsa elbette uyulmalıdır ve uymayanlara yasal ceza ne ise verilmelidir. Ancak hem kısıtlamalar ve yasaklar getirip hem de birtakım açılışlar ve siyasi parti kongreleri için milleti meydanlarda ve salonlarda toplamak olacak iş değil.
65 yaş üstünün bir yıldır çektiği sıkıntıları bir Allah biliyor bir kendileri ve tabii bir de aileleri, yakınları. O yasak, bu yasak, şu saatte çıkabilirsin, sonra aman ortalıkta görünme! İyi, güzel de peki en son Rize, Trabzon, Ankara ve İzmir’de yapılan AKP il kongrelerinde “lebaleb dolu” olan salonlarda 65 yaş üstündeki vatandaşların ne işi vardı? Yasaklara uydukları için bir yıl boyunca korunmuş olan bu insanlar o salonlarda virüs kapmışlarsa ne olacak? Bu konuya bir önceki yazımda yer verdiğim için uzatmadan geçiyorum.
Geçiyorum ama ele alacağım konu da bundan farksız değil ve hatta daha hassas, daha can alıcı. Çünkü virüs belasına kurban olanların cenazeleri ile ilgili.
Covid 19 denen belaya tutulanlar tecrit ediliyor, karantina altında tutuluyor ve yanlarına kimsecikler yanaştırılmıyor. Doğru olan budur ve bu kurala uymayanların başına neler geldiği de yaşanan tecrübelerle sabit. Virüs bulaşmasının en çok ev ziyaretlerinde, taziyelerde, toplu olarak bulunulan yerlerde olduğu da artık biliniyor. Onun için Cenaze namazlarının kalabalık cemaatlerle kılınmaması istenmiş, virüs belası geleli beri çok çalışıp çok yorulan Sağlık Bakanı da “Cenaze namazlarında en çok otuz kişi” olması gerektiğine dair açıklamalar yapmış, bir de teweet atmıştı.
Nitekim Ankara, İstanbul, İzmir gibi toplu cenaze namazlarının kılındığı büyük şehirlerimizde yığılmaları önlemek için her cenazeye ayrı saat veriliyor, cenaze namazı ve defin işlerine ancak yakın akrabalar katılabiliyor. Milletimiz bu durumu idrak etti. Öyle ki, cenaze sahipleri en yakınlarına, kapı bir komşularına bile durumu hatırlatarak cenaze törenlerine katılmalarının doğru olmayacağını söylüyorlar, kimse kimseye gönül koymuyor, darılıp gücenmiyor. Sırf bu yüzden ailece görüştüğümüz kapı bir komşumuzla yan apartmanda oturan bir başka komşumuzun cenazesine katılamadık. Taziyelerimizi telefonlarla, mesajlar yolu ile yapıyoruz.
Millet olarak bizler bu işin idrakindeyiz de siyasiler gerçekten idrak edememiş, anlayamamış durumdalar. Onlar millete iyi örnek olacak yerde adeta inadına kötü örnek olmaya devam ediyorlar. Normal ölümlü cenaze namazı ve defin işlerinde bile kısıtlamalar olurken virüsten kaynaklanan ölümlerde daha dikkatli olunuyor, çoğu zaman aile fertleri bile cenazeye yaklaştırılmıyorlar(dı!)
“Dı” diyorum çünkü; özellikle iktidara yakın bir cenaze varsa ve ölüm virüsten de olsa normal ölüm de olsa mutlaka geniş katılımlı tören yapılıyor. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Bakanlar, Milletvekilleri, bürokratlar tekmili birden cami avlusunda, hatta mezarlıktalar.
Memlekette virüsten ölen bir yakınımın cenazesine ben Ankara’da olduğum için katılamamıştım ama oğlu bile katılamamış, izin vermemişler. Tamam, öyle gerekiyorsa ve olması gereken ne ise uygulansın. Ancak iki örnek vermeden geçemeyeceğim. Allah rahmet eylesin; Burhan Kuzu. Tanınmış bir politikacı, Anayasa Profesörü. Geçen yıl içinde covid 19 kaynaklı öldüğü açıklanmıştı. İstanbul’da kılınan cenaze namazına Cumhurbaşkanı ve pek çok siyasetçi, bürokrat ve vatandaş katıldı. Oysa Ankara İlahiyat Fakültesi Profesörlerinden değerli insan Hasan Onat da geçen yıl aynı hastalıktan vefat etmiş, öğretim üyesi arkadaşları, tedbirlere uyarak kendi fakültelerinde mütevazı bir tören yapmak istemişlerdi de Valilik izin vermemişti. Hani bazen insanın isyan edesi, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Çağlayanlar’ındaki Turhan gibi çıldırası geliyor!
En son, YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın babası aynı akıbete kurban gitmişti. Onun cenazesine Cumhurbaşkanı başta olmak üzere pek çok katılan oldu. İşin en garibi de, bir yıldan beri “Aman kalabalıklara girmeyin, cenazelere, taziyelere gitmeyin, cenaze namazlarında en fazla otuz kişi olalım” diye adeta yalvaran Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’da ellerini göbek hizasında kavuşturmuş halde ve milleti öğütlediği otuz rakamının kat be kat fazlası bir kalabalığın tam ortasında Cumhurbaşkanı’nın tabut başında yaptığı konuşmayı dinliyordu!
Madem virüs kaynaklı olsa da olmasa da cenaze namazlarına katılınabiliyor; o halde vatandaşların günahı ne? İnsanlar yakınlarının, komşularının cenazelerine niye gidemediler? Keramet maskede ise biz de katılmamız gereken cenaze namazlarına maskemizi takıp katılabilirdik ki zaten maskesiz adım attığımız bile yok.
Mesela ben, 12 Şubat 2021 tarihinde vefat eden değerli iş adamı İdris Yamantürk’ün cenaze namazına ve defin törenine katılmak isterdim. Vefat haberini veren doktor arkadaşım, “Korona tedbirleri dolayısıyla geniş katılım olmayacak. Haber vermek ve baş sağlığı dilemek için aradım” dediği için gitmedim. İdris Yamantürk ki bir asra yaklaşan ömrünü milletimize, devletimize hizmet ederek geçirmiş, işin başında koyduğu “Türk Milleti’ne Borcumuz Var” prensibinden hiç şaşmamıştı. Çalmadan, çırpmadan yaptığı yollar, köprüler, sanayi tesisleri, rüzgâr enerji santralleri ve gösterişsiz, reklamsız olarak yerlerine ulaşan hayır işleri…
O, milletine ve devletine olan borcunu fazlası ile ödedi ama cenazesinde devleti temsil edenlerden kimsecikler yoktu, tabutuna yaslanıp konuşma yapan olmadı. Zaten de istemezdi. Adı gibi yaman bir Türk’tü O. Şan için şöhret için değil kendisini yetiştiren Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve aziz milletimize borcunu ödemek için çalıştı. Birileri gibi hem ballı ihaleler alıp hem milletimize galiz küfürler savurmadı. Devletimize, milletimize yaptığı hizmet sayılamayacak kadar çok olmasına rağmen gelip geçen iktidarların gözde müteahhitlerinden olma gayretine girmedi, yağcılık yapmadan işine odaklandı, vergileri de sıfırlanmadı. Cenaze namazı ailesi ve mensubu olduğu Türk Ocağı camiasından toplam 30 kişinin katılımı ile kılınarak defnedildi. Dolayısıyla Sağlık Bakanı’nın “30 kişiyi geçmesin” talimatına uyulmuştu ama yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sağlık Bakanı kendi talimatına kendisi uymuyor, koyduğu kuralı çiğniyordu.
Ne yazık ki Türkiye’de siyaset çığırından çıkmış durumda. Siyasilerimiz nefret dilini bırakmadıktan, çifte standart anlayışından kurtulmadıktan sonra iflah olmayız. Cenazelerde bile “Benim cenazem cici senin cenazen tu – kaka” anlayışı hüküm sürüyor. Virüsün kalabalıkta bayram ettiğini bile bile salon toplantıları, kongreler düzenleniyor, en yakınlarının cenazelerine bile katılamayanlar tabir yerinde ise “torpilli” cenazeleri gıpta ile değil de sitemlerle seyrediyorlar.
Doğrusu, devlet protokolünün katıldığı cenaze törenlerini gördükçe komşularımın, yakınlarımın, Hasan Onat Hoca’nın ve en son Türk Milleti’ne borcunu ödedikten sonra ömrünü tamamlayan İdris Yamantürk Ağabey’in cenazelerine katılamadığım için üzülüyorum. Sizlerin de böyle üzüntüleriniz olmuştur, oluyordur değerli okuyucular. Haklı değil miyim?