Suriye’nin bugünkü kaotik yapısını anlamak için tarihin derinliklerine bakmak gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, Suriye’nin kaderini kökten değiştirdi. Osmanlı idaresinde dört yüzyıl boyunca huzur içinde yaşayan bu topraklar, emperyalist güçlerin müdahalesiyle bir karmaşanın içine sürüklendi.
1916 yılında Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerin vaatlerine kanarak Osmanlı’ya isyan etti. Kendisine büyük bir Arap Krallığı sözü verilmişti; Irak, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye’nin iç kesimlerini kapsayan geniş bir coğrafyada hüküm süreceğini düşündü. Fakat 1918’de Halep’in İngiliz kontrolüne geçmesiyle Osmanlı’nın Suriye’deki varlığı sona erdi ve bu hayaller suya düştü. İngilizler, verdikleri sözleri tutmayarak bölgeyi Fransızlara devretmeye çalıştı.
Bu ihanetin ardından Mart 1920’de Suriye Arap Krallığı kuruldu ve Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal kral ilan edildi. Ancak bu yeni krallık sadece dört ay yaşayabildi. Fransızlar, kısa sürede bu yapıyı ortadan kaldırarak manda yönetimini başlattı. Suriye, bir kez daha dış güçlerin çıkar hesaplarının kurbanı oldu.
Fransızlar, Suriye’yi bir bütün olarak yönetmek yerine parçalama yolunu seçti. Şam, Halep, Lazkiye ve Süveyda gibi bölgeler oluşturuldu. Mezhepsel ve etnik farklılıkları kullanarak halkı bölmeye çalıştılar. 1924’te Halep ve Şam bölgelerini birleştirip Suriye Devleti’ni ilan ettiler. Bu birleşme, halkın tepkisini yumuşatma çabasıydı. Fakat direniş hareketleri durmadı. 1925’te güneyde başlayan Dürzi ayaklanması kısa sürede tüm ülkeye yayıldı. Fransızlar, hava saldırıları ve üstün silah gücüyle bu isyanı bastırdı. Binlerce insan öldü, şehirler harabeye döndü.
1930’da Suriye Cumhuriyeti ilan edilse de bu, bağımsızlık anlamına gelmiyordu. Fransa’nın kontrolü devam etti. İkinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulurken Fransa, Suriye’de bazı düzenlemelere gitti. 1936’da Nusayri ve Dürzi bölgeleri Suriye ile birleştirildi. 1938’de ise İskenderun Sancağı bağımsızlığını ilan ederek Türkiye’ye katıldı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın Almanya tarafından işgal edilmesi, Suriye’de bağımsızlık umutlarını yeniden canlandırdı. 1946’da Suriye, resmen bağımsızlığını kazandı. Ancak bu, istikrarlı bir devletin başlangıcı olmadı. Bağımsızlığın ardından askeri darbeler dönemi başladı. 1949’da ilk darbe gerçekleşti ve kısa sürede iki darbe daha yaşandı. Ülke yönetimi sürekli el değiştiriyor, siyasi istikrarsızlık derinleşiyordu.
Bu dönemde Arap milliyetçiliği fikri yükselişe geçti. Mişel Eflak’ın kurduğu Baas Partisi, milliyetçi ve sosyalist ideolojisiyle dikkat çekti. 1958’de Suriye, Mısır’la birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurdu. Fakat bu birliktelik kısa sürdü; Suriyeli elitler, Mısır’ın baskın rolünden rahatsız oldu ve 1961’de yapılan bir darbeyle birlik sona erdi.
1963’te Baas Partisi iktidara geldi ve Suriye’nin kaderini yeniden şekillendirdi. Parti içinde yaşanan çekişmelerin sonucunda 1970’te Hafız Esad iktidarı ele geçirdi. Esad, baskıcı ve otoriter bir rejim kurarak ülkede demir yumruğunu hissettirdi. Nusayri mezhebine dayalı bu rejim, Sünni çoğunluğu kontrol altında tutmak için istihbarat ağını ve orduyu kullandı.
Hafız Esad’ın 2000 yılında ölmesiyle yerine oğlu Beşar Esad geçti. İlk yıllarında reform vaadinde bulunsa da bu vaatler kısa sürede yerini baskı ve zulme bıraktı. Yolsuzluk, ekonomik kriz ve halkın artan öfkesi, Suriye’yi yeni bir patlama noktasına taşıdı.
Bu tarihsel süreç, Suriye’nin nasıl adım adım bugünkü parçalanmış ve karmaşık yapıya sürüklendiğini gözler önüne seriyor. Dış müdahaleler, ihanetler ve baskıcı rejimlerin yarattığı fay hatları, ülkeyi bir barut fıçısına dönüştürdü. Arap Baharı bu barut fıçısını ateşleyecek kıvılcım oldu ve Suriye’yi iç savaşın eşiğine getirdi.