Dizikolik olan sevgili milletimizin sevgili fertlerinin çoğu artık “Dublaj Türkçesi” denen ucube bir dille konuşup anlaşıyor! Allah’a şükür, dizi seyretmeyeli yıllar oldu ama konuya o kadar da Fransız değiliz hani. Önceden bildiklerimiz, eşten dosttan duyduklarımız var. Sonuçta da milletimizin içinde yaşayıp görüyor, duyuyor hayret ediyor, şaşırıyoruz.
Mutlaka bilirsiniz; herhangi bir dizi ya da filmde adam/kadın/çocuk yara bere içindedir, hatta konuşmaya dermanı bile yoktur. Yakınları ya da arkadaşı, hatta sağlık personeli, polis gelir ve sorar: “İyi misin?” İyi olmadığını daha nasıl anlatsın ki? Demek ki senaristler, yönetmenler lisan-ı halden anlamadıkları için rol verdikleri karakterlere de o soruyu sorduruyorlar: “İyi misin?” Öyle ya, o yaralı ya da hastadan açık ve net bir cevap alsınlar ki ona göre hareket etsinler! Yoksa hastaneye mi kaldıracaklarını, ilgili yerlere haber verip vermeyeceklerini ne bilsinler!
Birde şu “Aynen” var ya, tabir yerinde ise gıcık oluyorum. Çünkü sade vatandaşından tutun da nice doktorlar, mühendisler, akademisyenler, anlı şanlı sanatçılar bu kelimenin esiri olmuş durumdalar. Okumuş okumamış herkes “Aynen de aynen” deyip duruyor. En son, Irak’taki karmaşadan kaçıp Ankara’ya yerleşmek durumunda kalan bir Türkmen genci ile konuşurken ağzımdan çıkan her kelimeden sonra “Aynen” demesi karşısında şaşırıp kaldım. Onu bile hemen kendimize benzettiğimize göre durumun vahimden de öte olduğu apaçık ortada.
“İyi de, ne var bunda” diyebilirsiniz. Ben de derim ki çok şey var! Her şeyden önce Türkçemiz öyle kısırlaştırılıyor ki sormayın! Günlük hayatta zaten sınırlı sayıda kelime kullanan insanımız bir “aynen” demekle belki kırk – elli kelimeyi dumura uğratıyor. Karşısındakini dinlerken peş peşe “aynen” deyip duran birisi mesela en basitinden “evet”, “hayır”, “herhalde”, “öyle”, “öyle mi”, “bilmem ki”, “geldi”, gitti”, “doğru”, “yanlış”, “bakalım”, “soralım”, “gelelim”, “gidelim” gibi kelimeleri dağarcığından silip atıyor. Bunları ve benzeri kelimeleri silip atmakla kalmıyor, söylenenin karşılığı olarak bir cümle kurma melekesini de kaybediyor. Bu yazıyı okuyan herkes başka kelimeler ekleyebilir ya da “Aynenci” biri ile konuşurken ne demek istediğimi daha iyi anlayabilir.
Oysa Türkçemiz zengin bir dil aslında ve her söze, her cümleye misliyle karşılık verebilecek özelliklere sahip. Bu, tarihte de öyle idi günümüzde de. Büyük Türkistan toprakları içinde yer alan Balasagun’da doğup bugün Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde 1069 yılında “Mutlu Olma Bilgisi” anlamındaki Kutadgu Bilig adlı eserini yayınlayan Yusuf Has Hacip, yine Kaşgar’da, 1072 yılında, “Türkçe’nin önemli bir dil olduğunu anlatmak ve Araplara Türkçe’yi öğretmek” amacıyla Divan-ı Lügat’it Türk isimli ilk Türkçe sözlüğü yayınlayan Kaşgarlı Mahmut neyin mücadelesini vermişlerdi? Yine o topraklarda Atabetü’l Hakayık (Hakikatlerin Eşiği) eserini yayınlayan Edip Ahmet Yükneki’yi nasıl unuturuz? 13 Mayıs 1277’de yayınladığı fermanla, “Bu günden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır” diyen Karamanoğlu Mehmet Bey’e ve Fatih’in İstanbul’u fethettiği yıllarda yaşayıp Muhteşem Süleyman’ın Viyana kapılarına dayandığı yıllarda “Türkçe’nin Farsça’dan üstün bir dil olduğunu ispatlamak” amacıyla Muhakemetü’l Lügateyn (İki Dilin Karşılaştırılması) isimli eserini yazan Ali Şir Nevai’ye nasıl ihanet ederiz?
Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te gezerken Ali Şir Nevai Caddesi’ni ve o cadde üzerindeki Ali Şir Nevai Kütüphanesi’ni görünce nasıl heyecanlanmıştık. Çünkü O, “Söz bir incidir ki, onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar” diyordu. Pek çok öğüdü vardı elbette de, günümüzde İngilizce’ye özenenler gibi o yıllarda da Farsça’ya özenen gençlere şunları söylüyordu:
“Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiirler söylemeye özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler Türkçe’de bu kadar genişlik durup dururken, bu dilde şiir söyleyip sanat göstermenin daha beğenilir olacağını anlarlar.”
Gelelim günümüz Türkologlarından olup dünya dillerinden 30 kadarını olduğu gibi Türkçe’yi de lehçeleri ile birlikte bilip konuşan Belçikalı Johan Wandevelle’nin söylediklerine… Johan, Kültür Bakanlığı’nın daveti üzerine 90’lı yılların başında Türkiye’ye davet edilmiş ve Türkçe konulu bilgi şöleninde bildiri sunmuş, ben de Türk Yurdu Dergisi için kendisi ile röportaj yapmıştım. “Türkçe’nin matematik özelliklere sahip olan ender dillerden biri olduğunu” ifade eden Wandevelle ezcümle şunları söylüyordu:
"...Anadili Türkçe olan bir kişinin kısa cümlelerle düşündüğü, konuşma anında ise bu kısa cümleleri ceşitli yollarla birbirine bağlayarak karmaşık yapılar kurduğu görüşündeyim. Bu cümle bağlama eğilimi bazı kişilerde zayıf, bazılarında ise adeta bir hastalık derecesinde güçlü olabilir. Son durumda ortaya çıkan cümleler, insan zihninin üstünlüklerini en güzel şekilde yansıtıyor. Farklı dil gruplarına ait birçok dili incelediğim halde şimdiye kadar hiçbir dilde beni Türkçe’deki karmaşık cümle yapıları kadar büyüleyen bir yapıya rastlamadığımı söyleyebilirim. Biraz duygusal olmama izin verirseniz, bazen kendime 'Keşke Chomsky (Noam Chomsky, Amerikalı Dil Bilimci) de gençliğinde Türkçe öğrenmiş olsaydı.', diyorum. Eminim o zaman çağdaş dilbilim İngilizceye göre değil, Türkçe’ye göre şekillenmiş olurdu..."
Başka söze gerek var mı ey ahali? “İyi misiniz” yoksa “Aynen” bildiğimiz gibi mi?