Gözümüzün içine baka baka oyun oynanılan bir Türk yurdu var; Kerkük! En aşağı 5 bin yıllık tarihi olan bu coğrafyada Baasçı Arap faşizmi, ABD işgali ve bölgedeki Kürtçü hevesler, adım adım Türk varlığına kastederken biz hiç oralı bile olmadık ve bu umursamaz hâl devam ediyor. Bunlar kadar acı veren bir diğer gerçek ise Türkmenlerin birlik haline gelememesidir. Korkarım paramparça olmuş bölgedeki tarihi Türk varlığı, yakın gelecekte tarihden silinme tehlikesiyle baş başa...

Size bir isimden bahsedeyim: İngiliz ajanı, Kürt sempatizanı Ely Bannister Soane. Malum bölge, İngiliz ajanlarının cirit attığı bir geçmiş barındırıyor. Bu Türk düşmanı herif, 1910’da bir kitap kaleme almış; kitabın adı “To Mesopotamia and Kurdistan in Disguise”. Sözde İslam ile müşerref olup, Mirza Gulam Hüseyin Şirazî takma adıyla bölgeyi gezen bu baş belası ajan/provokatör, Kürtler adına hizmet için yanıp tutuşan bir İngiliz aynı zamanda... O derece ki bölgede Kürtçe eğitim veren okullar açıyor ve açılması için teşvik ediyor hani! Tamam; fakat bu İngiliz casus bile yazdığı kitapta Kerkük’ün bir Türk kasabası olduğunu itiraf etmekten kendini beri koyamıyor. Durum o kadar açık, net. İngiliz ajan, Kürt varlığı hakkında ise Kerkük’ün doğusunda bulunan  Hemavend aşiretinden bahseder, hepsi bu kadar. Kerkük dolaylarına dair başkaca Kürt varlığını zikredememiş bay casus; çünkü yok. İsmi geçen aşiret ise Osmanlı Devleti’ne isyan etmiş. Yani Kerkük, baştan ayağa Türklük ile o kültür ile dolu. Güney ve Kerkük’ün batı kısımları Arap nüfusu ile çevrili olduğu halde yüzü biziz, yani Türk. Tam bir asırda nerden nereye...

Erbil ve Kerkük Türklüğünün başına gelmedik kalmamış. Zoraki sürgün ve göçler, baskı, katliamlar!.. 1950’lerde Kerkük’te %25’i ancak geçen Arap varlığı 1970’lerin sonunda %45’e, 1990’ların sonunda ise %70’lerin üzerine çıkıyor. Türkmen nüfusu resmi kayıtlara yansıtılmazken aralıksız eritilmiş, dağıtılmış ve ara ara yok edilmiş. 2014 yılı Musul ziyaretimde Türkmenler bana bir haftada yerinden edilip Basra’ya sürgün edilen üç Türkmen köyünü göstermişlerdi. Yerlerine Arapları iskan etmişler; hatta bırakılan Türkmen köylerine de Arap nüfus getirerek Türk varlığını seyreltme politikası güdülmüş. Kral Faysal, Abdulkerim Kasım yahut Saddam Hüseyin; hiç fark etmiyor. Bunların ortak noktası, Türk varlığından hoşnut olmamalarıdır ve her fırsatta Türkmenlere zulmetmeleridir.

1990’larda ABD’nin bölgeye abanması ile işlenen hesap, şimdi daha katmerli oyunlarla sahneleniyor. Kerkük’te Türkmenlere ait tapu kayıtlarının yağmalandığını ve “Kürt Bölgesi” denilen yerden yüz binlerce insanın göç ettirildiğini bilmeyenimiz yok. Bölgedeki Kürtlerin muazzam bir Kerkük aşkı var ki hem stratejik hem yeraltı zenginliği açısından bu şehri düşünürseniz anlaşılır bir durum. Hesapta Kerkük için iki Kürt grup; Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) yarış halindeler. Bölgeye PKK varlığını sokan da KYB’dir. Şimdi Kerkük’te sözde seçimler yapıldı ve oraya bir Kürt vali atamak istiyorlar. Vali, KYB’nin kontrolünde bir piyon olacak ki Talabanilerin varlığı iyice pekişsin. Bunlar ne istiyor? Öncelikle şehrin tam idaresini, eğitim işlerini, askeri ve istihbari yapılanmasını ve petrolün kontrolünü... KDP, KYB’nin bu radde güçlenmesinden rahatsız ki endişelerinde haksız sayılmazlar. 

Bafıl Talabani, vakti zamanı gelende şüphesiz Barzanilerin gırtlağına çökmeye çalışacaktır. Bu eski intikam güdüsünün stratejik ayağının Kerkük olması da bölgeyi biliyorsanız, hiç anlaşılmaz değil. Eh... Arkada İran desteği de var ki hiç şaşırmıyoruz. Ben yeri gelmişken iddiamı yineleyim; Barzani, hatta Ziyonistleri ben, İran kadar tehlikeli görmüyorum. Fransa bile Ermenistan’ın arkasından çekilse bu İran çekilmez! Onlar adına Türk varlığı en büyük tehlikedir.

Stratejist veya uluslararcı titrim yok; lakin bölgeyi hasbelkader görmüş ve ilgisini kesmemiş, olabildiğince açık kaynaklara nazar eden bir köşe sahibi olarak deklare edelim: Bu bölgede oyun, iki olgu üzerine kurulur; nüfus ve silah! Maalesef Türkmenler nüfus olarak Arap ve Kürtler kadar rahat değiller ve ellerinde silah namına da kıymeti haiz bir denge unsurundan yoksunlar. Şu demek değil; örneğin İsrail, Arap denizinde 1 milyon nüfuslu bir ülke olsa politikalarından vazgeçer miydi? Nüfusu 2 milyonu aşan Kerkük’te isterse 200 bin Türkmen kalmış olsun; fark etmez. Orada kaim Türk varlığını korumak için Türkiye Hükümetleri ellerinden geleni ardına koymamakla sorumludur. Sorumluluk hem tarihi hem kültürel hem de jeostratejik temeller barındırır. Gerekiyorsa ki (şimdilik) öyle görünüyor KDP’nin dikkate alınması, desteklenmesi; elimizden gelen sair güç gösterisi dahil, aksiyon almamız gereken zor bir arka bahçedeyiz. Bilhassa Türkmen teşkilatlarının koordine edilmesi, her türlü yardımı sağlamak da başta gelir.

Kerkük bizim için Gazze’den daha ehemmiyetli. Kafkasya’dan Suriye’nin batısına dek olan 3 bin kilometrelik hat çizgisinde eğer ki Türk varlığını koruyamazsak, bugün uğraştığımız belaların on katı ile uğraşmak zorunda bırakırlar ki gücümüz nereye kadar? Türk denklemine kıymık sokmak isteyen ve uzlaşmaz olan İran hariç, gerekirse Ermenistan ve İsrail ile dahi bölgesel, stratejik kontak kurmak, pek tabii devlet politikası olabilir. Konu Türk varlığı ve istikbali olanda ideolojinizin Türkçülük olmaktan gayrı kurtarır hiçbir hesabı olmuyor, olmadı, olamaz.

Kerkük’te Olanlar Aklıma Gelince

Elbette devlet dediğimiz mefhum ve aygıt, her türlü icraatlarını tellala çığırtmaz; fakat Kerkük’te cereyan eden hadiseler de şunu gösterir: işler orada istediğimiz gibi değil! KYB’nin İran destekli hesabı, evlat Talabani’nin boyunu aşsa da bölgede yerinden oynatılan bir nirengi taşı, binayı çökertir sonuçlar bırakır. PKK ile sütliman olan İran için Türkiye bölgede uğraşsın, enerji kaybetsin yeter. Güney’de Suriye ve Irak ile kıstır, Doğu’da Ermenistan ve göç yolu ile kıstır politikasının arlanmaz İran için bir hesabı, bedeli olduğunu bildirecek politikalarımız, hamlelerimiz umarım vardır.

Epeydir görüyoruz; Kerkük’te cereyan eden olguların hiçbiri Türkiye ve Türkmenler lehine tezahür etmiyor kıymetli okur. Dediğim gibi bölgedeki aktörler ancak güçten anlarlar ve artık gücümüz her şartta sınanır oldu. Kıbrıs, Kerkük, Azerbaycan (Zengezur) ve Suriye meselelerini hal çaresine koymadan eşiği aşmamız hayaldir. İtiraf edeyim; bunları tek başımıza yapamayız ve bölgeye dair ittifak veya ittifaklar kurmadan ateşi düşüremeyeceğiz. Size sıradışı gelecek; ama beni anlayan da iyi anlayacaktır: bölgede Azerbaycan, İsrail ve KDP dışında yola düzülen taşlar, çok tehlikeli bir Türkiye karşıtı ittifakı karşımıza çıkardı. Gazze konusunda (haklı) gerekçeleri olan Türkiye, belki de İsrail ile tam da bunları konuşacak bir iklimi oluşturma niyetindeydi; olmadı. İşte, bölge bu kadar çetin, değişken ve yakıcı.